hesabın var mı? giriş yap

  • haberi okurken insanın yüzüne küçük bir tebessüm yerleştiren bu ülke için hala umut var duygusu taşıyan 17 yaşındaki lise öğrencisi hüseyin ege kök'tür. hüseyin, rahmetli annesinin bıraktığı ahırı köydeki çocuklar kitap okuyabilsinler diye kütüphaneye çevirmiş. başlarda annesinden kalan 150 kitap varmış sadece fakat iyi insanların yardımıyla bu sayı binleri bulmuş ve ortaya harika bir sonuç çıkmış. hüseyin kardeşimiz kurduğu kütüphane için de şöyle bir açıklama yapmış: "okuma alışkanlığının artması amacıyla bu yola çıktım. öncelikle bir traktörün römorkunda yakın köyler dahil gezerek kitap dağıtmaya başladık. ilk olarak annemden kalan 150 kitapla başladık ve geldiğimiz süreçte ise yaklaşık 3 bin 500 kitabımız oldu. kütüphanemizin ilk kitaplarını annemden aldığım için biz de onun adını kütüphanemize verdik. bundan sonra gelecek olan kitapları da ihtiyaç sahibi okullara vermeyi düşünüyoruz. amacımız türkiye'yi aydınlığa kavuşturmak."

    umarım türkiye senin de dilediğin gibi aydınlığa kavuşur canım kardeşim. seni böyle güzel yetiştiren annen ışıklar içinde uyusun.

  • --- `s06e09 'battle of the bastards' bölümü hakkında 15 bilgi` ---

    1-) jon snow'un tek başına saldırıya geçtiği sahnede ona kit harrington'a doğru koşan atlar aslında bilgisayar efekti değil, gerçek atlarmış. bu sahnenin çekimi için 40 at kullanılmış ve atlar son saniyeye kadar aktöre doğru koşmuş. harrington herkesin bu sahnenin bilgisayar efekti olduğunu düşünmelerine bozulduğunu söylemiş.

    2-) at eğitimcisi olan camilla, toplamda 80 atla bunun set çekimlerinde aldığı en büyük sorumluluk olduğunu söylemiş. camilla bu durumdan çok memnumuş, daha önceki sahnelerde at sahneleri genelde atı yürütmekten ya da hafifçe koşturmaktan oluşuyormuş.

    3-) jon snow tek çekimlerinde olan çarpışmalarda gerçek insanlar ve atlar kullanılmış. süvari sahnelerinde prodüksiyon yaklaşık bir düzine at kullanıp atları çarpmalarına yakın bir mesafeye kadar birbirlerinin üzerine sürdürmüşler. ancak geri kalan kısmı tamamlamak için efekte başvurmuşlar.

    4-) jon snow'un rickon'u kurtarmak için atıyla gittiği sahneyi çekmek için russian arm (uzaktan kumandayla kontrol edilen, hareket eden bir arabaya uzun bir donanımla bağlı olan kamera) kullanılmış. araba olarak da land rover tercih edilmiş.

    5-) tasarım ekibi ceset yığını sahnesinde kullanılan sahte insan ve hayvan cesetlerinin her birini uygun armalarla ve zırhlarla giydirmek durumunda kalmış. her birinin ait oldukları evin armasına göre giydirilmesine özen gösterilmiş ve bu da ekip için cesetleri çok gerçekçi hale getirmiş.

    6-) ceset yığını fikri orta çağ savaşlarından ve hatta a.b.d. iç savaşlarından esinlenilmiş.

    7-) battle of the bastards'ı en çok etkileyen savaş agincourt savaşı olmuş, taktikler ve yerleştirmeler bu savaştan esinlenilmiş.

    8-) ramsay bolton'ı oynayan iwan rheon her zaman jon snow'la bir sahnesi olmasını istediğini, çünkü aslında ilk başta bu rolün seçmelerine katıldığını söylemiş. (aktörümüz aynı zamanda viserys targaryen rolü için de başvurmuş.)

    9-) jon snow'un ramsay bolton'ı yumrukladığı sahneyi çekmeleri tam on saat sürmüş. direktör bu sahneyi mümkün olan her açıdan yakalamak istemiş.

    10-) sansa stark'ın intikamını aldığı son sahne onu canlandıran sophie turner'ın şimdiye kadarki favori sahnesiymiş.

    11-) sansa'nın ramsay'i tazılara yem edip zafer edasıyla yürüdüğü sahne 12-13 kez çekilmiş çünkü sansa'nın hafifçe sırıtışı birçok kişinin favori sansa sahnesi olmuş ve bunu olabildiğince en güzel şekilde yapmak istemişler.

    12-) benioff ve weiss (senaristler) iwan rheon'a karakterinin öleceği haberini vermeden önce ramsay'nin en sonunda demir tahta oturacağı şakasını yapmışlar. rheon da bunu duyar duymaz karakterinin öleceğini anlamış.

    13-) normalde kalkanlar orijinal senaryoda yer almıyormuş ama zamandan ve paradan tasarruf etmek adına sonradan eklenilmesine karar verilmiş. senaryo orijinalinde ramsay'nin adamları atlarıyla birlikte hilal taktiği yapacaklarmış. ama bununla birlikte arkada savaş alanından çok manzara gözükeceğini ve bunun da birçok ekstra ve sahne/kostüm süslemesi gerektireceğini fark etmişler. bu yüzden kalkanla birlikte manzara problemine çözüm bulmuşlar.

    14-) jon snow'un kendi adamları arasında neredeyse ezildiği sahne aslında senaryoda yokmuş. normalde savaş için çok daha farklı bir son düşünülmüş ama çekim yaptıkları arazi koşulları (uzun günler boyunca yağmur yağıp toprağın çamura dönüşmesi) onları böyle bir çekim yapmaya zorlamış. böylece daha küçük bir sahneyle düşündüklerinden tamamen farklı bir şey çekmişler.

    15-) total olarak bu bölümün çekimleri 25 gün sürmüş. 500 ekstra, 80 at, 65 dublör ve 4 farklı kamera ekibi kullanılmış.

    tüm bu bilgilerin anlatıldığı video.

    kaynak: buzzfeed

    --- `s06e09 'battle of the bastards' bölümü hakkında 15 bilgi` ---

  • "bizim gibi kadınları çok takdir ediyorum ben. çalışıp kendi parasını kazananları." beyanatıyla beni acı içinde bırakmış olan kadın. gören de 12 saat fabrikada çalıştı, kadın haliyle çocuk okuttu, dimdik ayakta kaldı sanır. kadınlığı bebek taklidi yaparak ifade eden birinin, "tek taşımı kendim aldııım" hezeyanı kadının tek başına ayakta durabilmesi mevzusunda ne kadar muhatap alınıyor bilmiyorum ama ben kendisini muhatap almak yerine, onu övmek yerine fabrika işçisi emekçi ablaları överim, onların arkasına takılırım.

    abla yemin ederim içimi parçaladın ha, kadınlığın gururusun yemin ediyorum. reklam müziği ve yabancı müzisyenlerden alınmış bir tavırla müzik yapmak ne kadar zor, ne kadar zorlu bir iş. "o beni prenses peri sanıyoooooo." diye şarkı yapıyorsun arkadaş. alternatif kitleden bazı insanlar da "ya bu herhalde değişik ya, iyidir destekleyelim." diyorlar da kendine yer buluyorsun. bir de işte "biz böyleee tek başımızaaa, dimdik ayaktaa kaldık yaaa, çok süperiizzz, gideyim iki panda dansı yapayım, daha da özgürleşeyim." tripleri, bak 15 yaşında kardeşim var, o yapsa "ya git be" derim.

    bir de kendini överken fazla ego kusmamak için yanına aldığı, "bizim gibi" örneğindeki diğer kadın da sertab erener ha, o yani. kendisini sertab erener gibi biriyle eş değerde başarılı görüyorsa, panda dansına devam etsin bence.

  • şimdi siz elinizdeki silahı birisine doğrulttunuz ama silahı doğrulttuğunuz adam da kendi silahını başka bir adama doğrultmuş vaziyette ve işin püf noktası ise onun silahını doğrulttuğu adam da silahını size doğrultmuş vaziyette. işte siz minimal de olsa bir ‘meksika açmazı’nın içindesiniz demektir. bu durumda ne silahı bırakabilirsiniz ne de silahı ateşleyebilirsiniz. teorik olarak her atış isabetli ve öldürücü olursa silahını en son ateşleyen kişi hariç herkes ölecektir. bu terim aslında meksika’daki politik çekişmeleri tarif etmek için ortaya çıkarılmış, stratejik olarak kimsenin yerinden kıpırdayamadığı durumları tarif etmek için kullanılmıştır. hollywood bu açmazı filmlerinde çok kullansa da dünyadaki hiçbir meksika açmazı sahnesi ‘deliyürek’ dizisindekiler kadar kalabalık olamamıştır. deliyürek’in 27 kişilik meksika açmazı rekorunu 12 kişiyle ‘süper baba’ takip etmektedir.

  • mesele kahve teklif edilmesi değil, "muhtaç" durumda olduğu düşünülen bir insanın mevcut durumundan faydalanılmaya çalışılmasıdır. işe alım konusunda size göbekten bağlı, avucunuza düştüğünü düşündüğünüz bir insanın çaresizliğinden faydalanılmaz. belli ki "kahve teklifini" kabul edecek bir aday çıkana kadar işe alım mülakatları devam edecektir.
    bu normalleştirilecek bir hareket olmadığı gibi oldukça çirkin bir tavırdır, aklınızı başınıza alın.

    "yakışıklı olsaydı", "zengin olsaydı", "şöyle olsaydı, böyle olsaydı" gibi varsayımlara dayalı olasılıklar kişinin karakteriyle alakalı bir durumdur, kişinin kendisini bağlar.

  • beni rahatsız etmiyor. özgürlük diye sokağa çıkıp sonra başörtülü görünce rahatsız olan insanları da hoş karşılamıyorum.

    cumhuriyetten beri bu insanları hor gördünüz. bu insanlarda tepkisel bir birikme yarattınız. şimdi de sizin yüzünüzden akp ile uğraşıyoruz. bu ülkeye bu iktidarı getiren biri varsa onlar sizin "anadolu çomarı" dediğiniz insanlar değil, sizin gibi laikliği bağnazlığa vardıranlardır.

    bir arkadaşım vardı. üniversitede başörtü olayları sırasında başörtülü kızlara arkadan yaklaşıp başörtüsünü çakmakla yakmak istediğini söylüyordu. böyle limon beyinliler var aranızda.

  • film bir erkeğin kaybediş öyküsüdür. scorsese filmin bir roman uyarlaması olduğunu hiç gizlemeden kendi sinema dilini bu yapıda oluşturur. sahne geçişlerinde sarıya ve kırmızıya düşen kareler, ağır gerçekleşen mix'ler filmde birbirine arasına girmiş duyguları çok güzel ifade eder. allen, may ve newland üç karakter de aslında kendi kişiliklerini ve düşlerini aramaktadırlar. ancak bu iki kadının düşü de ne yazık ki erkek karakter newland'da birleşememektedir. newland ile evlenen may aslında eşini değil kendi varlıklı hayatın sürdürebilecek, zengin, mesleği olan bir hayali erkeği sevmektedir. allen için ise newland aslında bir tutkudur, ama bu tutkusunun gerçeğe dönüştüğünde yok olacağına inanır. bu düşüncesinin oluşmasında içinde bulunduğu muhafazakar new york da vardır. film aslında bir araya geliş ve kaçış filmidir. allen avrupa'ya kaçar, may standart bir soylu aile yaşamına kaçarak 3 çocuk doğurur, newland ise bir o kadına bir bu kadına savrularak kaçışını hep erteler. scorsese amerika'nın daha henüz oluşmaya başladığı o dönemlerde belirsiz bir ilişkinin oluşmasına izin vermez ve newland'ı avrupada yaşamış ve avrupalı olan allen ile birleştirmez. böylece amerika-avrupa evliliğini engeller ama amerika'nın avrupa tutkusu film sonuna kadar bitmez ve amerikalı olan newland ömrünün son günlerini paris'te allen'ın evinin önünde geçirir. bu da amerika'nın asla avrupa'dan bağımsız olamayacağının bir göstergesidir.