hesabın var mı? giriş yap

  • saruman show

    her ustanın zamanı geldiğinde jübilesini yapıp yerini gençlere bırakması gerekir. ben de lise son sınıfta son kopyamı çekip (akordeon yöntemi) jübilemi yapmıştım. suç psikolojisine göre her suçlu aslında yakalanmak ister. böylelikle yöntemi anlaşılacak ve takdir edilecektir. çektiğim son kopyadaki amaç da hem suçumu itiraf etmek hem de "benim dersimde kimse kopya çekemez" iddialarında bulunan çok bilmiş öğretmenime bir ders vermekti.

    bu ders için gerekli malzeme akordeon yöntemiyle hazırlanmış üç şerit kopya ve önceden yakalanıp bir kibrit kutusunda saklanmış kanatlarının altından ince bir iple bağlanmış kara sineklerdir. kopyanızı çekip kağıdınızı verdikten sonra tek yapmanız gereken kopya şeritlerdeki saç tellerini sineklere bağladığınız iplere iliştirip kibrit kutusunu açmaktır. siz sakin bakışlarla hiçbir şey olmamış gibi yaparken üç sinek eşliğinde kopyalarınız sınıfın içinde uçmaya başlayacaktır. öğretmeniniz dehşet içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken siz arkanıza yaslanın ve emeklilik günlerinizin tadını çıkarmaya başlayın.

  • eflatun tarafından oluşturulan, bugün bile geçerliliğini an be an koruyan teori. devlet eserinin 7. kitabında geçen mit.

    üzerine ekşisözlük'te yeterince yazılmış, çizilmiş elbette. biz de şöyle bir üzerinden geçelim.

    bahsi geçen alegoride toplumu simgeleyen mağara, toplumsal gelenek-görenek,ahlak kurallarını simgeleyen zincirler, bizleri temsil eden insanlar ve gerçeği ifade eden ışık bulunmakta. insanlar toplumsal kurallar tarafından bileklerinden zincirlenmiş ve gerçeğe sırtlarını dönmüş durumdalar, mağaranın duvarında ise gerçekliği simgeleyen ışığın önünden geçen canlı ve/veya neslenerin yansımaları görünüyor. zincirler ile bağlanmış insanların herhangi bir hareket kabiliyeti de bulunmadığı için yalnızca mağara duvarına vuran yansımaları görebilmekle yetiniyorlar. gözler ise sürekli bu karanlık ortamda bulunmaktan ötürü karanlığa alışmış. insanlar gerçekliğin ışığını göremez vaziyetteler. ve daha sonra zincirlerle bağlı olan insanlardan biri bu zincirlerden ve doğal olarak da mağaradan kurtulmakta ve gerçekliğin ışığına kavuşmakta. bahsigeçen insanımız ilk etapta sürekli karanlık ortamda kalmaktan ötürü aydınlık ortama alışamaz ve ışığa, gerçekliğe ayak uyduramaz. ama daha sonra yavaş yavaş gözleri buna alışır ve zamanında zincirlerle bağlı şekilde bulunduğu karanlık mağarasının duvarlarına vuran nesnelerin/canlıların yansımalarının asıl formlarını ve gerçekliklerini görür. ve aydınlanır.

    daha sonra yeniden mağaranın içerisinde toplumsal baskılar-sınırlar-kurallar-görenekler'in zincirleriyle bağlanmış yalnızca yansımaları izleyebilen, gerçeklikten bir haber insanlara bu gerçekliği ve aydınlığı anlatmak adına karanlık mağaranın içerisine döner. ancak elbette bu defa da karanlığa alışmaz gözleri. zaten gerçekliğin ışığını görmüş insanımızın karanlığın renkleri ile pek de bir problemi yoktur artık. esas problem gördüklerini bu mağarada hala zincirlerle bağlı bulunan insanlara anlatabilmektedir. ancak elbette hayatları boyunca bir mağaradan dışarı çıkmamış, gözleri karanlığa alışmış insanlara bunu anlatmak izah etmek mümkün değildir. aydınlanmış insanımızın anlattıkları mağara içerisinde zincirlerle bağlı yaşamlarını sürdüren insanlarımız tarafından elbette kabul görmez.

    eflatun elbette bu alegorinin görünen yüzünde sokrates'in savunması adlı kitabında anlattığı, o zamanlar düşünce suçlusu ilan edilip idama mahkum edilen sokrates'i anlatmaktadır. ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardır ki o da toplum-birey ilişkisini sert biçimde suratımıza çarpar.

    dün, bugün ve de yarın dahi türkiye nazarında çok keskin biçimde geçerliliği bulunmaktadır bu teorinin. öyle ki gelenek-görenekleri, elalem ne der safsatasını, kendi cemiyetini, dayatmaları, nereye dayandırıldığı hiçbir şekilde bilinemeyen sözde ahlak kurallarını ve hatta bizatihi ahlak kavramının kendisini ve daha da çeşitlendirebileceğimiz birçoklarını bünyesinde bulunduran ülkemiz insanı, mağara alegorisi üzerinden gidecek olursak zincirlerinden bir şekilde kurtulup dışarı çıkan ve gerçekliğin ışığını gören daha sonra da içeri büyük bir hevesle girip zincirlenmiş mahkumlara bu ışığı anlatmağa çalışan kesimi ayıplamakta ve elbette idam etmektedir (bkz: sokrates). insanlar kendisine dayatılanı sorgusuzca kabul etmekte, zincirlere mahkum şekilde yansımalarını izlemekte ve yalnızca yansımaları görebilmektedir ve yalnızca verileni tüketebilmektedir.

    üzerine dakikalarca, saatlerce, haftalarca ve hatta aylarca düşünülmelidir bunun. yıllar yılı aktarım yolu ile nesillerarası devredilerek gelen bu toplum kurallarının nedenlerini sorgulamayan, şüphe duymaya korkarak yaşayan insanlar her zaman bu zincirler ile yaşamaya mahkum olacaklar. ancak ne kadar yazıktır ki değil toplumun zincirlerinden şikayet etmek, onların farkında dahi değillerdir. ve işin en acısı da bu zincirleri oluşturanlar da, kendilerini gerçekliğin ışığına sırt çevirtenler de yine kendileridir.

    hayatları boyunca 'neden?' sorusunu sormaktan ısrarla imtina etmiş, at gözlüklerini takmış, yalnızca verileni tüketen insanlar toplumun zincirleridir, ahlak bekçileridir, namuslarıdır, gelenekleridir, görenekleridirler. kısacası onlar toplumun kanserleridirler. ve onlar oldukça eflatun'un değinmediği tek kısım olan zincirlerle bağlı iken de hiç değilse kafasını arkaya çevirip orada gerçekliğin ışığı olduğunu gören, izlediklerinin yalnızca yansımalardan ibaret olduğunu fark eden insanlar ne yazık ki her sabah yeniden dünyaya bu zincirler ile bağlı olarak gözlerini açmayı sürdüreceklerdir.

    edit: düzelti.

  • şu okulu caltech'le princeton'la falan karşılaştıran kişi tamamen kötü niyetlidir. princeton'ın 2012 itibariyle gelirleri yaklaşık 17 milyar dolar, caltech'in ise 1.75 milyar dolardır. princeton 1746'da, caltech 1891'de kurulmuştur. fakir bir ülkede devlet eliyle 1956 yılında kurulup bu noktaya gelebilen, dünya çapındaki çeşitli listelerde sürekli yükselmekte olan bir üniversiteyi aşağılamaya kalkışmak ise kötü kalplilikten başka bir şey değildir.

    kendisiyle benzer geçmişe sahip ve fakir bir ülkeden bu noktaya gelebilmiş okulları karşılaştırın lütfen, ki doğrudüzgün bulamayacaksınız. rica ediyorum şuradaki times higher education'ın "reputation" bakımından ilk 100 sıralaması sizin için dünya üniversitesi olmak için ne kadar geçerlidir bilmiyorum, zira anladığım kadarıyla 17 milyar geliri olan okullarla bir tutulması gerekiyor bu okulun. ama bir bakın bulunduğu listedeki diğer ülkelere ve okullara ve bu okulların tarihlerine. ama işte kötü niyetlisiniz, ne desek, ne açıklasak boş.

    http://www.timeshighereducation.co.uk/…/range/51-60

  • başlık: sineklerle nakliyata başladım anlatıyorum

    1. kağıttan gemi yaptım. sonra 25 tane sinek yakaladım. sinekleri ayağından iple kağıttan gemiye bağladım. ilk önce; 5 tanesi kaldıramadı gemiyi sonra 10 tanesi hafiften oynatmaya başladı sonra 15 tanesi baktım gemiyi kaldırıyor. ama geminin yolcusu yok diye yolcusu olduğunda kaldıramayacaklarını düşündüm ve 25 indi bağladım gemiye. şuan gemiyle odanın içinde deneme nakliyatları yapıyorum; cipsleri ve çikolataları rahatlıkla taşıyabiliyorlar. yakında bu sinek sayısını arttırıp uluslararası cips ve çikolata nakliyat işine giricem. tabi sinekleri biraz eğitmek lazım. dışarıya çıkardım nerede bok var oraya gittiler cipsler ziyan oldu biraz eğitimden sonra caps varrr *

  • diziyle ilgili eklemek istediğim bir bilgi:
    dizinin sonlarında harmon'ın, kiliseden gelen parayı reddettiği bir bölüm var. izlerken, 'niye böyle bir şey oldu ki?' diye kendime sordum, 'jolene'yi yüceltmek için' desek, değil. 'böyle bir açıklamanın altına imza atmıyor' desek, harmon'ın dizinin geri kalanında bununla ilgili bir derdini izlemedik ama peki karakterinden kaynaklı diyelim. yine de tam olarak oturmuyor. bunun nedenini diziyi bitirdikten birkaç gün sonra öğrendim.

    harmon'ın gerçek hayattaki karşılığı bobby fischer, rusyadaki turnuvaya giderken kilise desteğini alıyor ve turnuvaya yanında bir papazla gidiyor. fischer, harmon'a sunulan 'komunizm ve ateizmle savaşıyoruz' bildirisine inanıyor, rusları canavar ve düşman olarak görüyor. turnuva başlıyor, finalde fischer ve spassky karşılaşıyor, fischer, spassky'i yeniyor, hem de baya bi geriden gelerek yeniyor. spassky bunun üzerine, ayağa kalkıp fischer'ı alkışlamaya başlıyor, seyirci de spassky ile beraber alkışa katılıyor. fischer, bu durumdan o kadar etkileniyor ki, sahnede kalamıyor ve dışarı kaçıyor. daha sonra kendisine bu an sorulduğunda 'düşmanım olarak gördüğüm birinin bu davranışı bana çok fazla geldi' diyor. satrançta daha önce yaşanmamış bir an bu 'alkışlama anı'. fischer, bu andan sonra kendisinin de aslında amerikan hükümeti tarafından kullanılan bir piyon olduğunu anlıyor. hayatı boyunca satranç oynayan, master olan bir adam, piyon olduğunu fark ediyor. bu aydınlanma ona ağır geliyor ve şampiyonluğunu reddediyor, göz önünde olmaktan kaçıyor, en sonunda da yurt dışına çıkıyor, 64 yaşında izlanda'da vefaat ediyor. queens gambit'te, harmon'a kilise teklif yaptığında, harmon'ın reddetme nedeni bu. harmon, fischer'ın pişmanlıklarını yaşamayacak. yazar, fischer'ı, harmon üzerinden kefaretle buluşturuyor.