hesabın var mı? giriş yap

  • 5-10 milyar euro gibi kimin cebine gittiği belli olmayan bir para için vatanın onurunu, namusunu, bağımsızlığını, huzurunu, can ve mal güvenliğini, çocuklarının ve kadınlarının istikbalini ve selametini satanların iftihar etmesi gereken tablodur.

    bu daha ne ki?

    bunlar logaritmik hızla çoğalıp, yayılacak ve mafyalaşmaya başlayacaklar. seyredin bakın.

    yani bu adamlar taliban'dan kaçmış güya. öyle mi? lan bunlar taliban’ın ta kendisi. türk ordusunun asker sayısı kadar genç afgan erkek getiriliyor. hepsi de eli silah tutan, askeri eğitim görmüş, gerilla savaşında uzmanlaşmış tipler. sedat peker, çalınan ve kaybolan taktik silahlardan bahsediyor. amerikan ordusu ise yunanistan'a yığınak yapıyor.

    bu neyin hazırlığı böyle? buyrun siz düşünün..

    türkiye cumhuriyeti yıkılıyor..seyredenler utansın.

  • aci cekerler. etraflarindaki kotulukleri, kotu kalpli insanlari, acimasiz insanlari gordukce bitmez tukenmez bir sekilde aci cekerler. etrafindaki haksizliklardan etkilenmeyen, baskasinin acisini goremeyen insanin ruhu guzel olmaz cunku.

  • gelişmiş bir ülkede şu yaptığı iki gün konuşulmaz. ama yarın sıradan bir havuz medya organını açın ve hedef göstermeyi görün. katli vaciptir diye fetva verilmesinden korkuyorum.

    şuna ibne diyenler... şundaki taşağın yüzde biri yoktur sizde emin olun.

  • bildiğim tek bir şey varsa o da insan hayatının tek bir aforizmaya indirgenemeyecek kadar karmaşık olmasıdır.

  • "türk kadınlarıyla yeteri kadar ilgilenmiyorsunuz beyler. yoksa bir insan durduk yere, patlıcandan reçel, kabaktan tatlı yapmaz."

  • yaratıcısı ve senaristi giancarlo berardi muazzam bir öykü anlatıcısıdır. 98 sayfalık bir maceraya bir tuğla roman kadar yoğunluk katmayı bilmiş, çizgi romanın bulanık, abartılı havasını kaybetmeden hem sinemaya hem de edebiyata göz kırpmış, her okunduğunda, sevilen bir kitap okununca hissedilen boşluk duygusunu, havada süzülerek uçmayı yaşatmış bana kendisini övecek sıfat bırakmamıştır.

    --- spoiler ---
    tay yayınları zamanında basılan 21 numaralı apaçi adlı macerası arizona’da yok olmama savaşı veren apaçiler ile beyazların gerilimi ile başlar. yerlerinden kovulan apaçiler iki kola ayrılıp dağlık araziye yönelirler. birinci kol olan yaşlı ve çocuklar dağlık bölgedeki kayalık bir oyuğa saklanırken ikinci kol olan savaşçılar başka bir yoldan ilerlerler.

    apaçilerin takibini apaçilerin düşmanı olan diğer kabile yerlileri yapar. aslında hem düşmanlarını hem de kendileri gibi kızılderilileri yok ediyorlardır. bu şekilde daha en baştan vurgulanır gerçek düşmanın seni en iyi bilenin ve hatta kendin olduğu. bu tema tüm hikaye boyunca çeşitli göndermelerle beslenir ve nefaset finalle yazar son noktayı koyacaktır. (devam edelim)

    ilerleyen macera ile birlikte, orduyla hareket eden bir fotoğrafçı öldürülen, kamplarda yaşamaya mahkum kızılderilileri fotoğraflayarak belgelemektedir. çektiği her fotoğraf gerçek fotoğraflarla resmedilir çizgiromanda. hikaye pis bir gerçekçiliğe bürünür. macera ile belgesel havası muazzam bir şekilde yedirilmiştir hikayeye.

    hikaye aynı zamanda iki, üç koldan ilerlemekte ve belirli karelerdeki sinemotografik dönüşlerle aynı anda tüm olayları resmetmektedir.

    ordu, yaşlı ve çocuk apaçiler kolunu sığındığı yerde kıstırır. oradan çıkmaları için yaylım ateşiyle saklandıkları kayalıklara ateş ederler. topluluğun yaşlı ve çocuklardan müteşekkil olduklarını bilmiyorlardır. amaçları öldürmek olmasa da vahşi apaçilere karşı tedbirlidirler. riske girmeden ateş edip dururlar.

    bu sırada (bir kare sonrası) apaçilerin savaşçılardan oluşan diğer kolunun başındaki şef chato, chato'nun çocukluk arkadaşı dash ile görüşüyordur. kahramanımız ken parker, dash'ın arkadaşı olarak olaylara tanık olur. chato dash'a güvenir ve halkının kaderini düşünerek barış yapar.

    bir kare sonra yaşlılar ve çocukların olduğu gruba dönülür. silah sesleri kesilip baktıklarında yaşlı ve cocuklardan oluşan apaçilerin zaten kaçacak yeri olmadığını, küçük bir kuyu gibi olan kaya oyuğuna sindiklerini, kayanın tavanından seken kurşunlarla hepsinin öldüğünü görürler. üzülürler ama artık çok geçtir.

    halkının yaşaması için savaşçılık onurunu çiğneyen ve geri çekilmeyi kabul eden apaçi şefi ve aynı anda halkının yaylım ateşiyle yok olması yan yana iki karede verilir. boğazınız düğümlenir.

    bir süre sonra, chato halkının yok edildiğini duyup bireysel olarak terör estirmeye başlar. önüne gelen herkesi, askerini, çiftçisini, çocuğunu, yaşlısını katleder. ordu şef chato'nun peşindedir. bir arazide onu kıstırırlar ancak yakalayamamışlardır. eski arkadaşı tecrübeli dash ve yanında ken parker çağrılır. dash beyazların tüm sözlerinin yalan olduğunu bilmesine rağmen, şef chato'yu kurtarabilmek için ona yaklaşır. tekrar barış önerir.

    şef chato , dash’ı , yani beyazlardan tek güvendiği, gençliğinden beri tanıdığı, içtikleri su ayrı gitmeyen, (aynı zamanda ken parker'ın da dostu olan) dash’ı, “artık barış imkansız eğer halkım ölecekse savaşarak ölmeli, ama senin dostluğun beni aciz kılıyor” diyerek vurur ve kaçar. giderken ken parker'a. "düşmanı öldürmek kolaydır ancak bir dostu öldürmek yürek ister , artık barış yok" der.

    yazar "düşman gerçekte kim?" diye tekrar sormaktadır.

    takip başlar. ken parker da işin içindedir artık. bir yandan chato’ya, yaptıkları için hak vermekle birlikte, daha fazla kişiyi öldürmemesi için onu durdurmak zorundadır.

    fotoğrafçı gerçekleri resmetmeye devam etmektedir. yok olan, sefaletin pençesinde bir halk gerçek fotoğraflarla maceraya yedirilir.

    bu sırada chato’yu takip eden küçük bir kızılderili çıkar meydana. chato’ya hayrandır, onun gibi olmak, bir avuç kalan halkı gibi kamplarda sefalet içinde yaşamak yerine isyan etmek istemektedir. chato küçük kızılderiliyi defalarca dövmesine, ona “beni takip etme, benim yolum ölüm yolu” demesine rağmen küçük kızılderili onu bırakmaz ve gizli gizli onu takip eder. akabinde, bir çiftlikteki tüm beyazları öldüren chato bir anlık dalgınlıkla bir beyaz tarafında sırtından vurulmak üzereyken bu ufaklığın oku ile kurtulur. artık birlikte yol almaya başlarlar.

    korkusuz ve büyük bir savaşçı olup halkını yok edenleri öldürmeye and içmiş küçük kızılderili, ölümlerden yorulmuş, eşini ve cocuklarını kaybetmiş chato ile muhabbet ederek at üstünde yol almaya devam ederler. chato, her biri siyah beyaz kartpostallara yazılacak sözler eder. atlarından birinin eyerinin altına diken koyarak onu ve peşlerindeki beyazları yanıltıp sınıra gönderirler. kendileri amansız çöle girmektedir. ancak ken parker izlerden onların çöle gittiklerini anlar ve takibe devam eder.

    sadede geleyim. çölde sadece chato ve dash'ın bildiği bir su kaynağında konaklarlar. chato “burasını en yakın dostumla bulmuştum ve onu öldürdüm” derken ken parker gelir. "dash benim de dostumdu" diyerek birbirlerine girerler. küçük kızılderili hemen sıvışıp ok ve yayını hazır eder, nişan alır ve gerer. ok chato'nun sırtına saplanır. chato ölmeden önce döner ve “sen” diyebilir sadece. küçük kızılderili "evet ben, aravaipa kabilesinden tah-pa nın oğluyum, intikamımın bir soluk yüzlü tarafından engellenmesine izin veremezdim" der son karede.

    yerde ölü olarak yatan chato, omuzları düşmüş ken parker ve küçük kızılderilinin bembeyaz bir arka planda çizildiği karede biter macera. herkes haklıdır. düşman kimdir?
    --- spoiler ---

    (bkz: hayatın anlaşılır olması)

  • kabus gibiydiler.

    meltem cumbul ne? oyuncu. meltem cumbul ne? sunucu. meltem cumbul ne? şarkıcı. meltem cumbul ne? kültür elçisi. meltem cumbul ne? bir on parmağında on marifet.
    ülke olarak kollektif basiretsizliğimizin ve yetenekli insan çıkarmadaki kuraklığımızın sembolüydü maşallah.

    güzel desen? tam değil. çok çirkin de diyemezsin.
    ne tam yetenekli, ne de tamamen yeteneksiz.
    ne sahnede harikalar yaratıyor, ne de tamamaen rezil oluyor.

    bir garip sıkışmışlık, tarifi zor bir anlamsızlık vardı kadında. "ülkecek modern oluyoruz abi, evropa standartlarında sanatçı çıkarıyoruz!" hezeyanlarının iç karartıcı bir yan-ürünüydü besbelli. allahtan geçti gitti bu yıllar da, rahata erdik...

    dikkat ederseniz meltem cumbul'un yerini kimse doldurmadı (dolduramadı demiyorum)
    bunun nedeni ise kuşkusuz, doldurulmasına ihtiyacımız olmayan bir boşlukta durmasıydı.

  • biz gazeteci yaşlı bir köylüye sormuş;

    -65 yıl nasıl bir yastığa baş koydunuz?

    köylü teyze cevap vermiş.

    “bizler yırtık elbiselerin yamandığı, söküklerin dikildiği, kırıkların tamir edildiği bir zamanda doğduk, kullanılıp atıldığı ve yerine yenisinin alındığı bir zamanda değil...”

    bokunu yiyim ben o köylünün.

  • bu gün festivalde bir dostla izlediğimiz orjinal adı anni felici olan daniele luchetti filmidir. abim evin tek çocuğu filmini de sevmiştim ama bu filmi daha çok beğendim. dönemin avangard sanat arayışlarını, günümüz ilişkilerini, aile yapılarını sorgulayan filmdir. filme italyan estetiği hakimdir; izlerken en çok anımsadığım film cahil perilerdir. filmin sonunda insanın italyanca öğrenesi geliyor.

    filmin tek kötü yanı city'sde izlemiş olmam, yoksa çok samimi ve akıcı bir film.

  • bugün iş sebebi ile seyahat ederken şahit olduğum rezalettir.

    uçak izmir'den planlanan saatte sorunsuz bir şekilde havalandı. havalandıktan bir süre sonra ekonomi bölümünde bir hostes ön taraftan, diğer hostes arka taraftan olacak şekilde yemek servisi yapmaya başladılar ancak benim oturduğum sıraya geldiklerinde kabin amiri uçağın ön tarafından gelerek hostesin kulağına bir şeyler fısıldadı. hostes "tamam amirim" diyerek tezgahı toplayıp gitti. *

    daha sonra kabin amiri anons yaparak uçağın iniş hazırlığı için yemek servisini sonlandırdıklarını söyledi. benim oturduğum sıranın 2 sıra arkasındaki kadın duruma tepki gösterdi ama hostesler sadece "bizim yapabileceğimiz bir şey yok, size yardımı olmaya çalışacağız" tarzında şeyler söyleyerek geçiştirdiler.

    işin rezalet kısmı, türk hava yolları yaklaşık 30 yolcudan bilet içinde ücretini aldığı yemeği vermemiş oldu. koskoca thy dersin ama iç hat uçuşunda bile uçağın ne kadar havada kalacağını, havada servis için yeterli zamanın olup olmadığını dahi düşünemeyen amatörler tarafından işletiliyor.

    servisleri yapılan yolcular yemeklerini yerken biz de sessiz sessiz izledik, ne yapalım.. *

    edit: dert sikiciler gelmiş hemen. arkadaşlar ben de farkındayım 30 dakikada kimsenin açlıktan ölmeyeceğinin. buradaki sorun, türk hava yollarının bilet ücreti içinde yemeğin ücretini almasına rağmen havadayken bu hizmeti veremeyecek kadar plansız olması. açlıktan ölmezsin, iban at diyenler günlük hayatta restorana gidip yemek yemeden para ödeyen tipler heralde.

  • rasim: bugün lukac'ın yediği gollerden son derece rahatsızım. ayrıca dikkat ettiyseniz fenerbahçe'de golleri kimler attı ? şener, volkan ve fernandao.
    ertem: ee ne var bunda ?
    rasim: bilmiyorum

    ahahah lan adam yaygara yapacaktı neye yaygara yapacağını bulamadı

  • saçmalığın daniskası.

    para işlerinden anlamadığın belli.

    böyle birşey yapmaya kalktığın anda ülkede 1 tane hesabında 5 milyon olan adam bulamazsın.

    kimse parasını türkiye'de tutmak zorunda değil. yurtdışında bir hesap açıp oraya aktarır parasını.

    sen de bankalarında yaşadığın likidite problemiyle kalakalırsın.

    milletin kullandığı krediler o 5 milyon üstünde bankada parası olan adamların parası.