hesabın var mı? giriş yap

  • günümüz meksikasını da kapsayan orta amerika'nın da büyük kısmını içeren bölgeye ve bu bölgenin antik kültürüne verilen addır. kolomb öncesinin yani amerika'nın batı dünyası tarafından keşfedilip kolonileştirilmeden önceki döneminin adıdır bu. yerliler ya da bir başka deyişle meşhur kızılderililer; en gelişmiş, sofistike ve aynı zamanda tuhaf uygarlıkları işte genellikle bu "mezoamerika" bölgesinde kurmuşlardır. olmekler, mayalar, toltekler (ve torunları aztekler), zapotekler, mikstekler mezoamerika uygarlıklarından birkaçıdır. bu uygarlıklar hem ilginç inanışlarıyla hem takvimleri ve kehanetleri ile hem de antik mısır'dakiler ile adeta yarışan muhteşem piramitleriyle merak uyandırırlar.

    mezoamerikanın bilinen en eski uygarlığı, milattan önce 1800'lü yıllarda tarih sahnesine çıkan olmeklerdir. özellikle la venta bölgesinde (günümüz meksikası içinde bir bölge) gerçekleştirilen kazılardan çıkan eserler yorumlanmış ve olmeklerin, hem dini inanışlarıyla hem evreni algılayışlarıyla hem de daha sonra bahsedeceğim dehşet verici uygulamalarıyla, kendilerinden sonraki neredeyse bütün mezoamerika uygarlıklarına örnek oldukları, onları etkiledikleri belirlenmiş.

    bu uygarlıkların inançları, birbirlerine epey benzerdir. genellikle çok tanrılı olarak yorumlanan, jaguar ve yılan kültlerine dayanan inançlarında garip kostümlere ve şekillere sahip mitolojik varlıkları sıklıkla resmetmişler / eserlerinde yansıtmışlar. genellikle politeizm inancında oldukları söylense de mayaların ve azteklerin inanç sistemlerinin bir tür panteizm inancı içerdiğini söyleyen uzmanlar da vardır. (james maffie gibi) buna göre örneğin, görünürdeki bütün tanrılarının arkasında her şeyi kendisinden tezahür ettiren teotl kavramı da mevcuttur. belki de çok tanrılı dinleri geniş halk kitlelerine hitap ederken panteizm ve vahdet-i vücud içeren felsefi inançları daha batıni ve azınlık gruplara aittir, bunu şimdilik bilemiyoruz. ancak şundan eminiz: mezoamerika uygarlıklarında din adamları, geniş kitlelere hitap eden dini çoğunlukla kendi çıkarları için kullanmaktan geri kalmamışlar ve insan kurban etme gibi dehşet verici ayinlerin yöneticiliğini yapmışlardır. bilenler bilir, mel gibson'ın meşhur apocalypto filminde bu uygulamaların bir kısmına değinilmiş ve popüler kültürde büyük ilgi görmüştü. bu arada izlemeyenlere öneririm, muhteşem bir filmdir.

    şimdi gelelim bu uygarlıklar ile ilgili popüler kültürde, filmlerde* kitaplarda...vs kendine en çok yer bulan, en ünlü olguya:

    "tanrılar"ı hoşnut etmek ve hatta inançlarına göre dünyanın devamını sağlamak için bazen de inancı politika ve yönetimi kolaylaştırmak için kullanmak amacıyla insan kurbanı ritüelleri hem azteklerde hem mayalarda hem de diğer mezoamerika uygarlıklarında epey yaygındı. hatta o dönemin din adamları, güneş tutulmasını da bu iş için kullanmayı bilmişlerdir. örneğin "dünyamız duracak, güneş sönecek, bakın daha şimdiden karardı güneş! tanrılar kurban istiyor" derler, halk gaza gelirdi. tutulmanın biteceği zamanı da hesaplayan rahipler, tutulma bitmeden önce olabildiğince fazla insan kurban eder ve güneş yeniden ortaya çıkınca "bakın tanrılar doydu" derlerdi. azteklerde bu ritüel için kurban, her zaman olmasa da daha çok gönüllüler arasından seçilirdi. azteklerde kurban olacak kişi, çok kutsal bir görevi yerine getirdiğine inanırdı. kişi yatırılır, özel maddelerden (obsidyan) yapılmış bir bıçakla canlı canlı kalbi sökülür ve atarken çıkarılırdı. sonra da kalp bıçaklanarak kişi kurban edilir, kafası da ayrıca kesilip piramitlerden aşağı atılır, yavaş yavaş kan ile beraber aşağı kadar düşerdi. bir aztek kodeksinde (tudela) insan kurban sahnesinin ve kurbandan çok memnun olan aztek tanrısının betimlenmesi.

    insan kurban etme ritüelleri, tıpkı azteklerde olduğu gibi maya kültüründe de çok yaygındı. mayaların bu konuda azteklerden en büyük farkı: kurbanlar gönüllülük usulüyle değil de daha çok suçlular ve düşmanlar arasından seçilirdi ve kişi kurban edilmeden önce kendisine çeşitli işkenceler yapılırdı. kalp çıkarma yine vardı ancak maya insan kurbanında en önemli olgu kalpten ziyade kan idi. kurbanın ne kadar çok kanı akıtılırsa o derece makul sayılırdı. ok atarak kurban etme de vardı mayalarda. apokalipto isimli film, bu gerçekliğe az da olsa işaret eden ilginç bir yapımdır. maya klasik döneminden kalma insan kurbanını gösteren bir kap ve madrid kodeksi içerisinde maya kurban törenini gösteren bir canlandırma

    aynı dehşet verici ritüel mezoamerika uygarlıklarından sayılmasa da, tıpkı aztekler gibi büyük bir imparatorluk kurmuş olan inkalarda da mevcuttu. (günümüzdeki peru) inkalarda insan kurbanı için çoğunlukla gençler seçilirdi. çünkü tanrıları en mutlu edecek, en temiz kurban onlar olabilirdi inanışlarına göre. aztekler kalbe, mayalar kana inkalar ise daha çok gözyaşına önem verirdi. inançlarına göre kurban ne kadar göz yaşı akıtırsa o kadar değerli ve makul olurdu tanrılar için. bu nedenle kurban edilecekler yeteri kadar ağlamazsa kendilerine işkenceler yapılırdı. bütün bu ritüeller tabi ki dehşet verici ve şoke edicidir ama biz, şu andaki anlayışımızla, etik ilkelerimizle ve çağdaş değerlerimizle yorumluyoruz o dönemi. bir nevi anakronizm hatasına da düşüyoruz. bu açıdan da yaklaşmak lazım. tabi yine de bence hiçbir savunulur tarafı yok bu ritüellerin.

    özellikle ispanyol kolonicilerin saldırılarıyla mezoamerika uygarlıkları yok oldu. işin ilginç tarafı, bu kadar ileri düzeyde uygarlıklar kurmuş olan bu kızılderililerin at ve tekerlek kullanmayı bilmemesiydi. (tekerlek kavramını aslında biliyorlardı ama sadece oyuncaklarda kullanıyorlardı!) aztekler ve mayalar; at üzerinde barutlu silahlarla, at arabalarıyla üzerlerine gelen ispanyolları ilk gördüklerinde, onları kendi dinlerindeki tüylü tanrılar sanmışlardı. bir de kıtada hiç olmayan çiçek hastalığı gibi hastalıkları da beraberinde getirmişlerdi ispanyollar. "eski dünya" virüslerine karşı hiç ama hiç bağışıklığı olmayan mezoamerika uygarlıkları, sadece çiçek hastalığı nedeniyle bile tahminen yüz binlerce insanını kaybetmişti. hem atların hem barutlu silahların hem de (istemeden de olsa) virüslerin gücünü arkasına alan küçücük birkaç ispanyol birliği böylece koskoca kızılderili imparatorluklarını çökertip günümüz orta ve güney amerika ülkelerinin temellerini attılar. meksika, peru, bolivya gibi pek çok ülkenin etnik açıdan nüfusları işte bu uygarlıkların ve ispanyol asıllıların çeşitli oranlarda karışımından oluşmuştur.

  • vesikalığını koy da annenin ne kadar başarısız bir anne olduğunu da görelim demek istediğim yazar sıçmığı.

  • aile ve sosyal politikalar bakanlığı'nın yürüttüğü “türkiye'de aile yapısı araştırması”nda yapılan anketler sonucu ortaya çıkmış oranmış bu. evet ülkemizin yüzde 82 si alkol kullanmıyormuş.
    ben şahsen bu sonuçları okuduğumda anketi yapanların da alkol kullanan yüzde 18 içinde olduğunu düşündüm. yoksa bu sonuçlar ayık kafayla çıkarılacak sonuçlar değil gibi gözüküyor. maksadının ne olduğu açıkça belli kerameti kendinden menkul anketler.

  • tam ismiyle donald leroy lafontaine, 26 ağustos 1940 yılında abd'nin minnesota eyaletinin duluth şehrinde dünyaya geldi (bob dylan'ın baya baya hemşehrisiymiş).

    13 yaşlarındayken sesinin hafiften çatlamaya başladığını ve kendisine ileride büyük bir ün getirecek olan vurgu ve tonlamaların inceden belli olmaya başladığını söylüyor. 1958'de liseden mezun olduktan sonra orduya yazılmış ve bandoda ses kayıt mühendisi olarak görev yapmış.

    lafontaine daha sonraları, 1962'de ses mühendisi olarak new york'taki national recording studios'ta çalışmaya başlamış, ki burası stanley kubrick'in dr. strange love filmi için radyo reklamı seslendirerek onu o yapan kariyere adım attığı yer. bu işte beraber çalıştığı yapımcı floyd peterson lafontaine'deki cevheri fark etmiş ve onu bu tarz başka işler yapması için cesaretlendirmiş. sonuçta 1963'te lafontaine ve peterson, işbirliği yaparak özellikle film endüstrisi için çalışmalara başlamışlar. lafontaine'in imzalarından biri haline gelmiş "in a world..." klişesi de bu sıralar ortaya çıkmış.

    kendisinin ilk piyasa yaptığı işi 1964 yapımı western filmi gunfighters of casa grande olmuş. filmin yapımcısı olan mgm stüdyosu lafontaine'i kendi bünyesine almış ve sanatçı, bir seslendirme sanatçısı olarak kariyerine başlamış. (o sesle başlamaması garip olurdu zaten)

    lafontaine sonradan, fragman yapan kaleidoscope films ltd.'in başı olmuş 1976'da. kısa süre sonra ise paramount tarafından fragman işleri için kiralandıysa da oradan ayrılmış ve 1981'de hollywood'un kalbi los angeles'a taşınmış. burada ajanslar yardımı ile seslendirme sanatçılığını icra etmiş. burası da mesleğinde zirveye çıktığı nokta oluyor. lafontaine, kariyerinin bu zirvesinde haftada ortalama 60 promosyon seslendiriyormuş. bazen bir günde 35 tane seslendirdiği bile oluyormuş (oha).

    burası don lafontaine'in parayı vurduğu kısım. kendini los angeles'ta bir kee ispatladıktan sonra stüdyolar kendi fragmanlarını seslendirmesi için adamın kapısında yatar olmuşlar. haliyle de lafontaine'in kazancı milyonları bulmuş. hollywood hills'deki evine bir ev stüdyosu kurmuş ve işlerini buradan yapmaya başlamış.

    gerçek bir efsane olan dan lafontaine bugüne kadar sayıları binlerle ifade edilebilecek kadar fragmanı seslendirmiş, her stüdyodan her film türünde işe imza atmış. kendisinin favori işi david lynch'in the elephant man fragmanıymış 2007'de söylediğine göre.

    en ünlü catchphrase'i olan "in a world where..." lafını neden kullandığını ise şu sözlerle açıklıyor:

    "seyirciye çok kısa bir sürede bir dünya sunmak durumundasınız. bunun en kısa yolu ise 'in a world where...' (şöyle bir dünyada...) demek. çok hızlı bir şekilde sahneyi hazırlamış oluyorsunuz."

    don lafontaine abiye 22 ağustos 2008'de akciğer embolisi teşhisi konuluyor ve durumunun kritik olduğu söyleniyor. 1 eylül'de de maalesef kendisini kaybediyoruz. geriye ise davudi, kallavi, görkemli ve muazzam sesiyle hayat verdiği sayısız iş bırakıyor. herkes en azından bir defa "one man... one woman... in a world where..." diye diye sesini kalınlaştırarak kendisini taklit etmiştir. huzur içinde uyu müthiş sesli adam!

    kaynak: wikipedia

  • orta okul yıllarımdan kalma bir anımdır. zoraki minibüse binilmiştir. şoföre yakın ayakta gitmekteyim. para uzattım, olaylar gelişti.

    şoför- tamam kalsın, sen verme.
    pomolilik- niye abi?
    ş- karıştırma işte sen verme tamam.
    p- iyi öyle olsun.
    ş- sen ahmet'in yeğeni değil misin?
    p- hayır.

    bütün minibüs bize gülüyor.

    p- ee, para veriyim mi şimdi?
    ş- yok, hadi sen de verme.
    p- sağ ol abi.

  • tüketim çılgınlığına karşıt olma durumu.

    freegan'lar kapitalizmin herşeyi* alınır satılır eşyalara dönüştürdüğünü, doğal olan karşılıklı ihtiyaç duyma düzenini ortadan kaldırdığını ve bunun kaynakların israfına yol açtığını savunurlar. onlara göre insanlar haddini bilmeli kaynaklar paylaşılmalı ve ekodüzenin yıkımı durmalıdır. en azından onlar bu suça iştirak etmeyi reddederler.

    freegan'lar alışverişlerini çöpten yapar. çöpten yer içer, giyinir ve ihtiyaçlarını giderirler. hatta bazıları ihtiyaç duyduğundan fazla çalışmaz, toplu taşıma araçlarını kullanmaz. ziyadesi vejeteryandır. zaten freegan, "vejeteryan" kelimesinden türemiştir.

    soru - bir kaç sene önce haberlere konu olan diyarbakır'daki kürt çocuklar freegan mıdır?
    cevap- değildir.

    http://freegan.info/

  • bir cok erkegin pismanligidir, bu kadinlari kaybetmek.

    gerçekten asik olmuş kadinlari el altında görüp, "nasil olsa terk edemez" diye hirpaladiniz, aldattiniz, vazgecirdiniz. eğer yoksalar, karsilarina talihsizce cikmis, asik olduklari adamlardir sebebi.