hesabın var mı? giriş yap

  • --- spoiler ---

    tayyor, önce pargalı abdullah'ı sonra da ahmet hoca'yı harcıyor. sadrazamlığa makbul berat gelebilir.

    padişah'ın lalası feto meğer payitahtı kandırıyormuş. gerçek açığa çıkınca sınırı geçip amerikanya krallığına sığınıyor.

    şehzadelerde sıkıntı büyük. bazı idrak sorunları var.

    şeyh-ül islam çok yufka yürekli. kendisini eleştirdikleri için milyon duka'lık taşıtından inip halkın arasında yürümüş bir seferinde.

    jöleliler ve kefenliler gibi yeni birliklerle tanışıyoruz. binlerce ok, kargı, pala ve yayları var.

    yakın zamanda sümeyye sultan ile yeni damat paşa'nın nikahı var. bakalım neler göreceğiz.

    --- spoiler ---

  • ‘’aşağıda gördüğünüz resim titanik mi ?

    hayır değil, onun adı “karadeniz” vapuru...
    bizzat mustafa kemal'in projesiydi, yüzen fuar'dı, dünyada ilkti.

    görsel

    1924 de satın alındı.
    130 metre boyunda, 16 metre genişliğindeydi.
    aslında siyahtı, haliç'e çekildi, bembeyaz boyandı kuğu gibi oldu.

    1926 cumhuriyetin ilanından sadece 3 yıl sonra hazırdı.

    mustafa kemal mudanya'dan bindi son denetlemeyi bizzat yaptı.

    içinde türk malı ürünlerden oluşan bir sergi vardı.
    üzüm, incir, hereke halıları, kütahya çinileri, lokum, edirne sabunu, nakışlar, bakır tepsiler, tütün, yün, deri, koza, fındık tamamı türk malı ürünlerden oluşan sergiydi.

    sergi salonları sanayi nefise mektebi öğrencilerinin yaptığı heykel, resim ve biblolarla süslenmişti.

    ibrahim çallı gibi ressamlarımızın tabloları asılıydı...

    “dünyanın bize gelmesini beklemeyelim, biz dünyaya gidelim” vizyonuydu; genç türkiye'nin uluslararası halkla ilişkiler gemisiydi.

    180 yolcusu 105 mürettebatı vardı, yolcuları türkiye'nin aydınlarıydı...

    milletvekilleri, gazeteciler, heykeltraşlar, ses sanatçıları, tiyatro sanatçıları, cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası, istiklal marşı'nın bestecisi zeki üngör’ün yönetiminde 47 sanatçısıyla gemideydi...

    her gidilen limanında o ülkenin milli marşı çalınıyor, konserler veriliyordu...

    kaptanlığını atlantik'i geçen ilk yolcu gemimiz
    gülcemal'in efsane kaptanı lütfü bey yapıyordu...

    liman işletmeleri genel müdürü rauf manyas da
    sergilerin müdürüydü.

    7 lisan bilen semiha hanım protokol müdürüydü,
    dekorasyonu mimar naci bey tarafından yapılmıştı.

    bu kadroyu mustafa kemal seçmişti...

    ingilizce, fransızca, almanca, rusça broşürler basıldı...

    ürünlerin üzerinde 4 lisanda etiketler yapıştırılmıştı.
    yabancı tüccarların türkiye'den ithal bağlantısı
    kurabilmesi için standar vardı. iş bankası şubesi bile vardı. her standın başında iki üç dil bilen öğrenciler vardı...

    12 ülkede, 16 şehri ziyaret etti...

    barcelona ispanya, le havre fransa, londra ingiltere, amsterdam hollanda, hamburg almanya, stockholm isveç, helsinki finlandiya, leningrad rusya, gdanskpolonya, kopenhag danimarka, anvers belçika, marsilya fransa, cenova italya, napoli italya limanlarına uğradı.

    ingiliz, fransız ve alman gazeteleri “kemal paşa'nın kısa saçlı kızları...” manşetleri atmıştı, mürettebatın yarısından fazlası kolejlerden seçilen ingilizce, fransızca konuşan kızlarımızdı. rengarenk elbiseler giymişlerdi, avrupa kültürüne hakimdiler. fesli insanların ülkesi imajını bir anda yıkmışlardı.

    avrupa hayretler içinde türkiye'nin çağdaş yüzü ile
    tanışıyordu...

    limanlarda verilen konserlerde adeta izdiham
    yaşanıyordu 10.000 civarında insan izlemişti.
    karadeniz vapuru'nun pürüzsüz ingilizce konuşan
    bediha celal'in rehberliğinde gezen amsterdam
    belediye başkanı “böyle bir türk kadını ile
    karşılaşacağımı düşünemezdim...” diyordu.

    erkek mürettebatımız, lacivert ceket, lacivert pantolon, tiril tiril beyaz gömlekler giyiyordu. zarif boyun bağları takıyorlardı.

    doğudan gelen bir vapurun "orient esintisi..."
    getireceğini düşünenler fena halde yanılıyordu.
    güler yüzlü modern türklerle karşılaşmışlardı...

    mustafa kemal zekâsının yansımasıydı.
    türkiye'nin sosyoekonomik tanıtımını yapan, bu
    yüzden fuar izmir enternasyonal fuarı'nın işaret
    fişeğiydi... ekonomi o yıllarda ve o şartlarda böyle
    yapıldı...

    kaynak: izmir kültür tarih atölyesi
    yazanlar: tc yıldan sert - miray kara.

  • kaçılın (bkz: kaçıl) ben de laf söylemeye geldim. bu arkaaş kimdir, necidir daha önceden görmüşlüğüm/bilmişliğim yoktu. taaa ki kapı komşumuz olana kadar. kendisinin az ünlü olmasında değil, ben alakasız birisiyim bu isimlerle. kimseyi tanımam genelde.

    bahçeli bir evde oturuyordu kendisi. hani şu yan komşusunun (bkz: nursel ergin) duvara kulağını dayayıp kavgalarını dinlediğini ayan beyan televizyonlarda söylediği evden bahsediyorum. demiştim ki "ulan yazık insanlara, özel hayat denen bir şey var. nasıl bunu yapabilirsin". çok net hatırlarım. ben de o sitede oturuyorum efem. site dediysek öyle mütüş bir yer de değil. yanlış anlaşılma olmasın.

    sonrasında bir köpek geldi bu arkaaşın bahçesine. dalmaçyalı gibi. sevimli bir şey. zaten köpeklere bayılan bir çift olduğumuz için uzaktan seviyoruz eşimle biz. duyduğum kadarıyla sahiplenmiş barınaktan. araştırıp bakmadım. doğrudur.

    köpek sürekli havlıyor. sürekli ama. çünkü dışarıda kalıyor. artık ilgi mi istiyor yoksa içeri girmek mi bilmiyorum. ama mütemadiyen ben köpek sesiyle yaşadım uzun bir süre. çok da sorun değil. diğer komşumun küçük köpeği çok daha fazla havladığı için :) alışkınım zaten bu sese. artık umursamıyordum bile.

    sonra bu köpek gitti. yerine bir tane golden geldi. goldenlar zaten default olarak aşırı sevimli oldukları için biz eşimle daha da seviyoruz bunu uzaktan. diğer köpek neden gitti bilmiyoruz. sonrasında farkettik ki bu köpek de bahçede yalnız... kimse yok ilgilenen. biz "yok canım öyle şey olur mu" falan diyoruz ama oluyor öyle şey işte. hayvan yalnız...

    yazın hava leş gibi. oturduğumuz yere güneş günün belki 8-9 saati direkt olarak vuruyor. aynı şekilde o bahçeye de. hayvan yine yalnız. garibim gölge buluyor falan küçük bir yer oraya yatıyor. gölgede bile 35 dereceyi bulan sıcakta hayvan bunalıyor. saatlerce. günlerce. haf-ta-lar-ca...

    işim gereği evden çalışma lüksüm var ve geçtiğimiz yaz bizzat şahit oldum bu duruma. birisi gelip muhtemelen suyunu ve mamasını veriyordu o hayvanın ama mevzu su ve mama değil. mevzu o hayvanın haftalarca o kavurucu sıcakta yalnız başına yaşamaya bırakılması.

    hani hayvansever falan diye biliniyorsa söyleyeyim dedim. benim gözlemlerim tam olarak o değil çünkü.

    konuşmasını da dinlemedim (dediğim gibi hiç alakam yoktur ama gündemden düşmedi günlerdir) ve dinlemeyeceğim de ama eğer herhangi bir yerinde hayvan sevgisinden bahsediyorsa aklıma hemen zamanının meşhur videosu geliyor. hatırlayan hatırlar...

    - hass...tr demek istiyorum.

    bunu da çok düşündüm yazsam mı yazmasam mı diye. sonra dedim ki sonuçta ben kulağımı duvara dayamıyorum. ortada eziyet çeken bir hayvan var. birileri de -bir şekilde hayvan sevgisi üzerinden prim yapıyorsa- en azından bu saçmalığı bilsin bir kısım insan istedim.

    ne de olsa sadece konuştuklarımızdan değil, sustuklarımızdan da sorumluyuz.

    lanet olsun debe editi: bir ton mesaj geldi. inanan inanmayan. tek bir entrymin olduğundan yola çıkarak yalan söylediğimi sananlar. sözlük zamanında çok güzel yerdi ama sonrasında bu hale geldi işte.

    (bkz: 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi)
    (bkz: bütün entry'lerini silen yazarlar listesi)

    bi bu kadar da yerin altında vardık. peeeeh. (dede efekti)

  • kendisine şiir yazdığım über alman forvet:

    fiorentina'daki hali sakın unutma
    beşiktaş'a dil uzatma sebepsiz
    sen yine top oynardın ama
    euro 2016'ya gidemezdin şerefsiz.