hesabın var mı? giriş yap

  • izin günümde yapmayı en çok sevdiğim şey; eski türk filmi seyretmek. zaten hava is pas içinde oturdum paso türk filmi seyrediyorum. şimdi sabah bu neşeli günler filmini 107. kez tekrar seyrettim. daha önce de sinirlerimi bozan bir husus iyice gözüme battı. aslında şener şen'in kült karakteri ziya bu filmin yıldızı ve kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyorum. filmde yan karakter gibi görünmesine rağmen filmin ana karakterlerinden biri. filmde haksız yere sürekli ezildiğini düşünüyorum.

    ziya’nın abisi kazım dönmez cihangir’de bulunan ve uzun süredir faaliyet gösteren turşucu dükkanını eşi ile birlikte işletmektedir. kazım agresif bir yapıya sahip, sürekli sorun çıkaran bir insan. uyduruk bahanelerle eşi ile sürekli kavga çıkartıyor. hatta eşine hitap ederken “karı” gibi kaba ifadeler de kullanmakta. eşi saadet üzerinde sürekli baskı yapıyor, psikolojik şiddet uyguluyor. fakat saadet bu tarz lafları yemeyerek gerekeni yapıyor, hiç altta kalmıyor. kazım, turşunun limon suyu ile daha iyi kurulacağını iddia etmesine rağmen saadet sirke ile kurulması gerektiğini düşündüğünden sürekli kavga ediyorlar.

    filmde anladığım kadarıyla, kazım eften püften bahanelerle kavga çıkarıp kadından ayrılmak istiyor, bu durum net bir şekilde hissediliyor. kazım dönmez’in turşucu dükkanına nasıl sahip olduğu filmde belirtilmiyor ama sanırım turşucu dükkânı kazım’ın babasından veya saadet’in babasından miras yolu ile gelmiş.

    ziya ise abisi gibi aksi yapıya sahip biri değil, aksine çok neşeli. o sıralarda almanya’da bulunan ziya türkiye’ye dönüyor. (vatan hasreti çekmesinden dolayı türkiye’ye kesin dönüş yaptığını söylemesine rağmen aslında alman polisi tarafından sınır dışı edilmiştir.) döner dönmez hasret gidermek için abisinin turşucu dükkanına gidiyor. fakat abisi bunu görünce sinirleniyor yine ve “palavracı” diyerek karşılıyor. tonton saadet ise ziya’yı görünce çok seviniyor. aynı günün akşamı ziya abisinin evine misafirliğe gidiyor, yemeğe davetli olarak gitmiş. çocuklara hikayeler anlatıyor. ziya çocukların dilinden çok iyi anlayan bir insan. almanya’da aslan avına gittiğini ve 10 metrelik aslanı çakı ile avladığını tam bir komedyen edasında anlatırken abisi sürekli ziya’yı engellemeye çalışıyor. ziya 10 metrelik aslan olmayacağını bilmiyor mu sanki? çocukları eğlendirmek için uyduruyor bunları. kazım ziya’yı çocukların gözünde küçük düşürmeye çalışıyor. fakat çocuklar babalarının aksi halinden fersah fersah uzak ziya amcalarını görünce ve anlattığı hikayeleri dinledikleri zaman gülmekten karınlarına ağrılar giriyor. bu arada kazım saadet ile gündüz başlattığı kavgayı devam ettirme niyetinde. kavgayı ateşlemek için fırsat kolluyor. bunun için de ziya’nın çocuklara anlattığı hikâyeyi bahane gösterme derdinde. saadet’e olan kızgınlığını ziya’dan çıkarmaya çalışıyor.

    kazım, gündüz başlayan kavganın devamında ziya’yı hakem göstererek limon suyunun mu sirkenin mi daha iyi olduğunu söylemesini istiyor. ziya da iki turşu suyunun tadına bakarak ve arada kalarak ikisinin de “harika” olduğunu söylüyor. abisi bu durumda ziya’ya hakaretler yağdırıyor. ağza alınmayacak laflar ediyor. kendisini evine aldığı için hata ettiğini söylüyor ve evden kovuyor. ziya saygısından dolayı abisine en ufak bir hakaret etmiyor. ziya çok saygılı ve efendi bir insan. kavgayı sonlandırmak için “bak giderim” gibi laflar etmesine rağmen abisi “defol” diyor ve işsiz, gurbetten dönmüş, gidecek bir yeri olmayan ziya’yı turşu suyu gibi uyduruk bir bahane ile evden kovuyor. o an yaşanan kavgadan sonra kazım’ın istediği en sonunda oluyor, kendisi evden ayrılıyor ve boşanıyorlar. daha sonra kazım, samatya’da turşucu dükkânı açıyor ve işletmesine orda devam ediyor. saadet ise sarıyer’de turşucu dükkânı açıp hayatına orda devam ediyor. cihangir’de bulunan turşucu dükkânın akıbeti belli değil. tabii kazım ileride çok zorlanıyor. tek başına 3 çocuk, bütün her şeyi ve ev işlerini kendisi yapmak zorunda kalıyor. bu durumu hakkediyor sanrım.

    ziya bir gün yine neşeli bir şekilde abisini itfaiyeci kıyafeti ile samatya’daki turşucu dükkânında ziyaret ediyor. izmit itfaiyesi'nde işe başladığını ve izmit itfaiye şefliğinin kendisi ile gurur duyduğundan bahsediyor. yaşanan bir yangın olayı esnasında kaza sonucu ateşe benzin döktüğünü ifade ediyor ve kendisini kovduklarını anlatıyor.

    ziya’nın sevgilisi de kazım’ın komşusu sıdıka hanım’ın kızı nilgün. nilgün’ü çok seviyor ve evlenmek için işlerini yola koymaya çalışıyor, fakat işleri bir türlü istediği gibi gitmiyor. hatta politikaya bile atılmak istediğini ifade ediyor ama hangi partinin teklifini kabul edeceğini bilemiyor. kendisine bakanlık teklifi bile edildiğini söylüyor. ben filmi izlerken ziya’ya teklif edilen bakanlık görevine gerçekten çok inandım, filmde kimse inanmamış olabilir ama bakanlık yapacak kalitede ve yetkinlikte bir insan. tabii kazım yine her zamanki gibi kıskanıyor ziya’yı, sürekli palavracı olarak nitelendiriyor. başarılı olmasını istemiyor. o esnada ziya paraya ihtiyacı olduğunu ve işportada tıraş bıçağı satacağını abisine söylüyor. fakat abisi kesinlikle para vermeyeceğini ifade ediyor. ziya çok zor durumda, istediği parada da bir şey yok ama abisi yardım etmiyor, kalbi kırılıyor. kavga ediyorlar. ziya yine kavgayı sonlandırmak istemesine rağmen, “bak sonra pişman olma” demesine rağmen kazım yine evden kovuyor. ziya para bulmak için yengesi saadet’e gidiyor. tonton saadet çok yufka yürekli bir insan. ziya’nın zor durumda olduğunu anladığı için çıkarıp ziya’ya istediği parayı veriyor.

    ziya elde ettiği sermaye ile tıraş bıçağı işine giriyor. kahvede tıraş bıçağı tanıtımı yapıyor. satış artırmak için ünlü kişiler “ingiltere kralı, rahmetli başkan kennedy, taçsız kral pele, beckenbauer, kaleci mayer, nadia komanaçi, brigitte bardot, fenerbahçeli cemil” in de aynı tıraş bıçağı kullandığından bahsediyor. ziya daha sonraları farklı iş girişimlerinde de bulunsa da hep başarısız oluyor. hatta en son nikah şekeri işine girdi. o iş projesi de başarısız oldu(farklı kıyafetler ve yüzler ile nikah şekeri toplamak bana göre çok akılcı bir projeydi.)

    sonuç olarak ziya’nın hayatta başarısız olma sebeplerinden birisi abisi kazım’dır. sürekli ziya’ya köstek olmuştur. kendisi turşucu dükkanı ile paraya para demezken kardeşine gel beraber yapalım dememiştir hiçbir zaman. hiçbir şekilde destekleyici olmamıştır.

    ziya herkes tarafından “ziyaaa” veya “atma ziyaaaa” sloganı ile meşhur olmasına rağmen bu slogan da haksız bir slogandır. espriden ve halden anlamayan düz adam kazım’ın ziya için kullandığı saçma bir laftır.

    debe editi 1: filme ismi veren kişi ziya arkadaşlar. neşeli günler ismi bence ziya'dan dolayı. ziya'dan başka neşeli insan yok filmde.

    debe editi 2: ekşi şeyler'e teşekkürler. mavi damla'm yoktu.

    10 kasım özel edit: bir türk kadını olarak sahip olduğum tüm hak ve özgürlüklerimi borçlu olduğum, bu coğrafyada yaşayan tüm toplulukların başına gelen -belki de yegane iyi şey- atamızı saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. “büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.”

  • videonun kurgu olduğunu düşünenler ya tipik türk ailesinde yetişmemiş ya da zamanında fazladan izlediği teletabi programları beyinlerini yakmıştır. ortalama bir türk ailesinde yetişen herkesin buna benzer anıları vardır. zamanında kameramız yoktu ki çekelim.

    not :aramızda kim bilir kaç kişi pamuk içindeki çimlendirdiği mercimek, fasulye için bir gün annenin "attım o pis şeyi" lafına kaldı...

  • balon şişirmek, çamaşır suyuyla ev temizlemek, üst üste bir kutu kadar kibrit yakıp ilk çıkan kokuyu içe çekmek, kollarını iki yana açıp birkaç dakika boyunca dönmek, pencereden sarkmak, sabah gözü açar açmaz yataktan fırlamak, altı saat ve üzeri süre boyunca yerinden hiç kalkmadan ders çalışmak, uyumamak (ikinci günden sonra yaşanan kafa muazzam, dört günden sonrakini anlatmaya dilim varmaz), yastığa suratı gömüp nefes yettiğince çığlık atmak, yarım metre yükseklikten atlamak (min. x5 tekrar), salıncakta kafayı geri atarak sallanmak, kaydıraktan ters kaymak, yine parktaki o ellerle tutularak ilerlenen demir çubuklu şeyde dizlerini sıkıştırarak baş üstü durmak, uhu koklamak, çıkan yürüyen merdivende iniyormuş gibi durmak, hareket halindeki arabadan kafayı çıkarıp gözleri kapatmak, aşık olmak, iş makinası izlemek, taraftar kavgası olan ortamda bulunmak, otobüste çılgınlar gibi ağlayan üç yaşlarındaki çocuğun yanında oturmak, yeni doğan bir buzağının ve annesinin hareketlerini izlemek, üst üste iki demlik çayı tek başına içmek, aldatılmak, uzun zamandır görmediğin ve çok özlediğin birisine koşup hızla sarılmak, yanından geçen seçim otobüsünün şarkısına maruz kalmak... hepsinin sonunu garanti ediyorum. benden bu kadar. narkotik peşimde.

  • bunları esnaf diye oraya yerleştirenler şerefsiz bir kere. milletin anasına bacısına sarkanlar bunlar, gasp edenler bunlar, gördüğünüz gibi en ufak bir olayda, ellerine geçirdikleri her şeyle insanlara saldıran yine bu köpekler. adamı iyi öldürmemişler, ben en çok buna sevindim.

  • tekstil dünyası ve markalar konulu gündelik yaşam sohbetlerinin ayrılmaz bir parçası olan haykırış. "gucci, versace, roberto cavalli bunlar hep bursa'dan alıyorlar ipliği" gibi sohbetlere ek olarak "misal tommy hilfiger... burda pahalı ama abd'de zencilerin üstündeymiş. çöp toplayan adam bile giyiyormuş abi" şeklindeki uyarıları duymadım diyen insan ebedi mutluluğu ve huzuru şu yalan dünyada bulmuş demektir. inşallah bir gün bizim de moda sektörümüz gelişir de lc waikiki'yi bir barak obama ve karısının üstünde, terlikilerini de çocuklarının ayaklarında görürüz. oscar töreni öncesinde brad pitt'le ancelina coli'ye "çok şıksınız. tasarımcınız kim?" dendiğinde nur yerlitaş cevabını duyarız. grammy ödül töreninde "çok şıksın keti" diyen muhabire keti peri'nin "şıkım çünkü bir türk markası olan seçil'den giyiyorum, ayakkabıları da kızılay'daki kimlik mağazasından aldım" dediğini işitiriz. inşallah göreceğiz bu günleri de. inanmak istiyorum.

  • buyuk bir sirketin ust duzey yoneticilerinden biri bir gun new york
    uzerinde balonla dolasmaya cikar. aksilik bu ya, pusulasini asagiya
    dusurur ve kaybolur. inmek icin uygun bir yer ararken bir gokdelenin
    tepesinde sigara icen bir adam gorur ve alcalir. "pardon. ben
    neredeyim acaba?" diye sorar. "yerden 500 feet yukseklikte bir balonun
    icindesin"der adam.
    yonetici sinirlenir: "sen muhendissin degil mi?" diye sorar.
    "evet." der adam. "nereden bildin?" "cunku basim belada ve sana bir
    soru soruyorum. verdigin cevap 100% dogru fakat hic bir isime yaramiyor."
    "sen de yoneticisin degil mi?" "evet sen nereden bildin?" "cunku
    yerden 500 feet yukseklikte bir balonun icinde kaybolmussun. pusulan yok,
    berbat durumdasin. fakat bu simdi benim sucum oldu."

  • urunler, eylemler ve sistemler butunudur bunlar.

    aklima gelen ilk sey: denge bilekligi. bunu takip dengede kalacağını sanan mallar vardi galiba bi aralar. vay abi be.

    5 kilo bali 100 liraya satmak, titan saadet zinciri ve ciftlik bank da aklima gelen digerleri. cok varlar cok...

  • geçti o mmf devirleri. artık biz mmf'ye borç veriyoruz. tabii bay kemal bunları bilmez.