hesabın var mı? giriş yap

  • son yirmi yıldır akp seçmeni olan vatandaştır.

    bir kilogram demir mi daha ağır bir kilogram pamuk mu daha ağır desen demir der.

    çok üzgünüm.

  • geçen yıl 70 liramı yedikten sonra, bakın ben öğrenciyim almayın benden para diyerek başvurduğum banka. kendileri tamam öğrenci hesabınız tanımlanmıştır artık kart parası almayacağız sizden diyerek sevindirmişlerdir. ama 10 temmuz günü bankamda kalan 15 liranın 10 lirasını çerekek sefalet içerisinde bırakmıştır beni.

    allah belanı versin garanti bankası, yaz okulunda aç bıraktın beni. 10 lira deyip geçme hacı.

    (bkz: fakir sözlük yazarları)

  • (bkz: forrest gump)
    jenny: - çok korktun mu?

    forrest: - bilmiyorum.ama bazen yağmur diner gökyüzü açılırdı.gökyüzü milyonlarca yıldızla dolardı.ya da dağdaki gölde gökyüzü iki katmış gibi görünürdü.çölde güneş doğarken yeryüzünün nerde başlayıp nerde bittiğini anlayamazdım

    jenny: - keşke ben de orada olsaydım

    forrest: - oradaydın ...

    depe edit: (bkz: geri dönülesi yaşam kesiti) yeniden yaşama şansınız olsa nerden başlardınız?

  • kendi halinde olmak isteyen adamın instagram'da işi ne? hahah "kendi halime bırakın beni bakın bunlar jilet yaralarım, (kına da var bak) müslüm, ferdi falan varoşları bilirim ben falan hadi şimdi kendi halime bırakın"

    millet de bunları bi şey sanıyor işte.

    tanım: ergenlerin sevgilisi, ergenlerin okuduğu, kalemi zayıf edebiyatçı.

  • kardeşim için sıksık kullanıyoruz bu deyimi biz..

    az önce annemi arayıp, "renkli tabaklarla beyazları aynı anda makinaya atsam bişey olur mu?" diye sormuş..
    annem de ilk otobüse bilet almış, dönüyo bu akşama.. :/

  • arkadaşın biri erasmus programıyla modena'ya gidip, ilk dönemi orada geçirip ikinci dönem tekrar aramıza dönmüştür. hep beraber politics dersine girmişizdir. hoca derse başlamadan önce kıza hoşgeldin der ve "evet x'cim, şimdi seni şöyle ortaya alalım. bize modena maceralarını anlat." der. kız da hiç itiraz etmeden çıkar orta meydana başlar heyecanlı heyecanlı anlatmaya..

    -ay işte hocam ilk önce roma'da indim uçaktan. ellerim kollarım her tarafım bavul dolu. benim kilo 45, bavullar en azından 150.
    -hahahahaha
    -neyse, alanda bi taksi bulabildim güç bela. atladım içine; amacım metroya gitmek..
    -eeee
    -zar zor bindim taksiye. allahın italyan'ı, bi yardım bile etmedi bavulları arabaya taşımama.
    -cık cık cıkk
    -yerleştim taksiye. git git yol bitmiyor! saat de zaten epey geç olmuş, her yer zifiri karanlık. birkaç saat sonra metronun önüne gelebildik nihayet. ben tam uzandım çantama, para çıkarmak için. bir de ne göreyim; yanıma hiç nakit almamışım!
    -eeee?
    -taksiciye sordum. ya işte nakit yok bende, kredi kartı geçer mi diye. italyancam da çat pat işte.. ne dese beğenirsiniz hocam??
    -valla bilmem?
    -"sorun değil. yatakta da ödeşebiliriz dedi banaaa!!!
    -oo çok güzel!! verdiniz mi?

    akabinde ders iptal olmuştu zaten...

  • gidenin dübürünü volkan krateri gibi tüttürüp şehir dışına doğru 'yandım allah' diye koşturdukları için olabilir mi acaba?

  • yalan olma ihtimali hiç düşünülemeyen yalanlar.
    -dönüşte alalım o oyuncağı...
    -ağlayan pirinç taneleri...
    -kalan pirinç taneleri kadar çocuğun olacağı hayali...bazen 1 bazen 3 bazen 10 pirinç...
    -sinema salonu tamirattaymış...
    -senin istediğin bebek bitmiş...
    -kardeş için evimiz çok kalabalık...
    -evlenip giden kedilerim...
    -seyahate çıkan kırmızı balıklarım...
    -sık sık elektrikleri kesen ve erken yatmak zorunda bırakan belediye başkanları...
    -ben doğdum diye her yıl 29 ekimde tüm ülkede havai fişeklerin patlatılması...
    -başının arkasında gözü olan anne...
    -odada kulağını unutup her şeyi duyan büyükanne...

    yazdıkça utandım ''ıq'' yerlerde.
    hiç yoktan okur yazarlığımız var, iyi kötü okul bitirebilmişiz nasıl ''o inek benim'' olduysam?
    ...

  • patrilokasyon, kadınların evlilik yoluyla kendi akraba topluluklarını terk edip kocalarının akrabalarına katılması sürecine verilen ad.

    akrabalık ilişkilerini incelemek için antropolog claude levi-strauss tarafından ortaya atılan bağlaşma kuramı çerçevesinde "kadının değiştokuş" sürecini tanımlayan patrilokasyon uygulamasında kadın, kendi aile ve bölgesinden ayrılarak erkeğin ailesi ve bölgesine geçer. lévi-strauss, brüksel yerine malkara'da doğmuş olsa patrilokasyonu ele aldığı 1949 tarihli akrabalığın temel yapıları adlı kitabının epigrafına kesinlikle şu dizeleri yazardı:
    yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
    aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
    annesinin bir tanesini hor görmesinler

    patrilokasyonun günümüzdeki en bariz örneği kızın, damadın babası tarafından kızın babasından "istenmesi" ve bunun ardından baba evinden ayrılıp koca evine gitmesi. burada söz konusu olanın bir matrilokasyon değil patrilokasyon, yani kadının erkekler arasında değiştokuşu olduğunu gösteren bir diğer örnek, kiliselerdeki düğünlerde, kızın babasının kolunda damada teslimi olsa gerek. dahası patrilokasyon sürecinde kadının erkeğin soyadını alması, değişenin sadece lokasyon değil soy olduğunu da ima ediyor.

    patrilokasyona maruz kalıp erkekler arasında değiştokuş edilen kadının kendi bildiği, tanıdığı ve güvendiği bir çevreden kopup/koparılıp aşina olmadığı bir çevreye dahil olmaya çalışma süreci hayli tramvatik bir süreç. nitekim pek çok edebî tür bu tramvayı ele alır. örneğin kına, nişan, düğün gibi ayrılığa artık adım adım ilerlendiği sırada gelin ağıdı olarak yakılanlar aslında bir nevi patrilokasyon türküleri ve ağıtlarıdır. anadolu'da ağıdın yalnızca iki vesilede, ölüm ve evlenme halinde yakıldığını düşünürsek patrilokasyonun bu topraklarda yarattığı tramva daha net anlaşılır. hatta ceteris paribus deyip diğer bütün değişkenleri bir tarafa bırakırsak, akraba evliliklerinin bir amacının da kadının ait olduğu mezradan, köyden, şehirden uzaklaşmasını engelleyerek parilokasyonun sonuçlarını hafifletmek olduğunu ileri sürebiliriz. çünkü hatırlayın, o türküde sadece annesini, babasını değil köyünü de özlüyordu kızcağız:

    uçan da kuşlara malum olsun
    ben annemi özledim
    hem annemi hem babamı
    ben köyümü özledim

    en trajik olan ise türkünün son dizeleri, kızcağızın artık kendi ailesinin ve çevresinin desteğinden mahrum olduğunu ve yaban ellere terkedildiğinin bilincinde olduğunu gösteriyor:

    babamın bir atı olsa binse de gelse
    annemin yelkeni olsa açsa da gelse
    kardeşlerim yollarımı bilse de gelse

    baba evinden koca evine giden kadının, olası bir ayrılık ve boşanma sonucunda tekrar "baba evine" dönmesi şeklindeki ters patrilokasyon, kadının yaşam döngüsüsünün bir patriyarkadan bir diğerine geçen bir kısırdöngü olduğunu ve "kendi evinin" bulunmadığını göstermekle birlikte "bir kadının kendine ait bir odası olmalıdır" diyen virginia wolf'u ve diğer bütün feminist literatürü, patrilokasyonun çarkına sokulan bir çomak olarak da okumak mümkün.

  • son zamanlarda üzerine ciddi ciddi kafa yormaya başladığım bir şey bu. çünkü özellikle orta sınıf ailelerin görece idealist çocuklarının hayat boyu bunaltısının sebeplerinden biri de buymuş gibi geliyor. çok uzun bir entry olacak, baştan uyarayım.

    aslında bir başlangıcı yok bu durumun, sadece "destekleyici" bile görünebilen ailenin çocukların iyi bir kariyer edinmesinde "engelleyici" olabileceğini iddia ediyorum. geçtiğimiz haftasonu odtü'deki sinirbilim gününde turgut hocanın konferansını dinlerken ve kendisinden çok etkilenmiş bir vaziyette arkadaşlarla birlikte hocanın biyografisini incelerken, 5 yaşında babası tarafından kendisine evde laboratuar kurulduğundan bahsettiği bir röportajla karşılaştık. küçükken babası sırf okuma alışkanlığı kazansın diye kütüphanede çalıştırmaya başlamış kendisini, öyle ki kazandığı parayı aslında babası kendi veriyormuş. çocuk çalıştım sanarken onun tek amacı çocuğun kitaplarla iç içe olmasını sağlamakmış. harvard üniversitesi bu adam için limitleri gökyüzünde olan türk gibi bir şeyler söylüyor artık. vesaire vesaire. bu sadece bir örnek. burada okuyanlara bir soru sormak istiyorum, o da şu: siz 5 yaşındayken aileniz ne yapıyordu? siz 10 yaşındayken aileniz iyi bir kariyeriniz olması için ne yapıyordu? size ne gibi yatırımlar yapıldı?

    kendi adıma söyleyeyim, okumayı 3.5 yaşımda sökmüş, evde ne var ne yok okuyor haldeydim ve bir süre sonra ailem tarafından "çok okumak depresyon yapıyor, kafasını gömüyor kaldırmıyor bunlardan" denilerek okumam yasaklanmıştı. bizim ailelerimizde "çok okumak", "gariplik"tir, farklı olandır. bu sadece bir örnek. devamı var.

    mezun aşamasında olduğum için ben de dahil olmak üzere etrafımda tez yazan arkadaşlarımı görüyorum. herkes sabah okula gidiyor, gündüzleri akşam okuldan/işten eve geldiği zaman tezin yazımına devam etmeyi düşünüyor filan. ama akşamları eve gelince çöken yorgunluk ve ardından gelen "erteleme" hissiyatına hepiniz de aşinasınızdır.

    burada bir ara verelim. hangimizin anne/babası işten geldiği zaman ufak tefek işlerini hallettikten sonra televizyon başına geçmek yerine dinlenmek için kitap ya da gazete okuyordu? çok azımızın. bu şekilde olanların çoğunlukta olduğunu varsayıyorum biraz da türk kültürüne bakarak. peki anne/babadan bu şekilde "öğrenmiş" bir çocuğun akşam eve geldiği zaman dinlenmek için bir şeyler okuyabilmesini bekleyebilir misiniz? yoksa dinlenmek, survivor seyretmek anlamına gelmeye mi başlar?

    sosyal öğrenme kuramı, insan "öğrendiği"dir, insan "aynaladığı"dır derken tam olarak bunu kastediyor. o yüzden eleştirdiğimiz anne-babalar gibi oluyoruz. çünkü öğrendiğimiz şey bu, bunun aksi sadece bir "çaba"dır ve çaba, yorucudur. çaba, beynin en sevmediği şeylerden biridir; beyin şemaları ve kestirme yolları sever, öğrenilmişliğe kaçar.

    genel bir eleştiri vardır mesela evlenen çiftlerle alakalı. evlenmeden önce hepsi elli farklı hobisi olan ilginç şeyler yapan insanlarken evlendikten sonra bir anda teyze-amca gibi olurlar. bunun nedeni evlilik cüzdanının lanetinden mi geliyor, hayır. biz "evde" olmayı, "evli" olmayı, ailelerimizden bu şekilde öğrendik, bu kadar basit. öğrenme faktörünü burada hiçbir şekilde yadsıyamazsınız.

    kariyer konusuna geri dönelim.

    çok sevdiğim ancak ne yazık ki kimin yaptığını unuttuğum bir araştırmada çocukların iyi bir kariyer edinebilmesi için en az 3 nesildir üniversite mezunu olmak gerektiği sonucu çıkıyordu. bu kadar katıldığım bir araştırma olmamıştır sanırım. çok zeki bir insansınız ve türkiye'nin en iyi okulu denilen bir okuluna da gittiniz diyelim. her şey harika gitti ve yurtdışına çıkıp orada devam etme kararı aldınız. toefl sınavına gireceksiniz. bu sene 580 lira diye biliyorum. toefl sınavına girmek, orta-sınıf bir türk ailesi için sıradan bir şey değil. bu o "bildikleri" sınavlardan değil çünkü. buradaki baskıyı hissedebiliyor musunuz? bu, bir "o sınava girme" baskısı değil. bu "tamam oğlum o parayı veririz" olarak sonuçlanan bir şey de olabilir ama bu sizin etrafınızda olmayan bir şey. siz ailede yeni bir şey oluşturursunuz ve etrafı ona ikna edersiniz, onun için destek istersiniz. bu sizin ailenizin "normal"i değil hiçbir şekilde.

    ama, bu tarz küçük şeylerin bile ailesinin "normal"i haline gelmiş insanlar en iyi noktalara gelirken, biz "asistanları" olur ve kendimizi onlardan zorla ayırmaya çalışırız.

    çok mu karamsarım? belki. bunların hiçbiri için ailelerimizi suçlamıyorum, burası önemli. ama ailelerle alakalı bu gerçekliği de kolektif toplumun koruyucu melekliğini yapmak uğruna inkar edemem. çünkü gençlik olarak gerçek ve ciddi bir sorun yaşadığımızı düşünüyorum.

    bu sorun nedir? yukarıda da dediğim gibi, sürekli öğrenmelere karşı bir "çaba" göstererek kafamızda kurduğumuz "ideal" yaşama ulaşmaya çalışmamız. bu ideale (çoğunlukla) ulaşamadıkça da ebeveynlerimizleşmemiz. "gençken böyle değildim, sonradan böyle oldum"larımız.

    bir topluluğun bir yerlere hayatlarının doğal akışı içerisinde gelirken (zaten onlardan bu bekleniyor), bazen (daha zeki, daha çalışkan olmamıza rağmen) onlara ulaşmak için çok daha fazla uğraşmamızın gerekmesi. bazen bunun nedeninin de hiçbir şekilde bireysel faktörlerden kaynaklanmaması, sadece onları ileri itmiş olan gücün, bizim etrafımızda yeterince olmaması.

    tekrar tekrar söylemek istediğim, sadece çabalarında inatçı olanların, gerçekten isteyenlerin idealledikleri ev ve kariyer yaşamına büyük çabalar sonucunda ulaşacakları. çünkü bir noktadan sonra toplumsal öğrenmeler yüzünden insanların ailelerine döneceği.

    uzun uzun konuşulup eleştirilebilir şeyler yazdım ama aramaya inanıp bulamadığım bir başlıktı bu.

  • kirli sakal bırakırdım. boxerla evin içinde dolanırdım. yazın şort-tişört, kışın da kot-sweatshirt giyerdim. alışveriş yapmak zorunda olmamak negzel lan.
    bir de durduk yere adamın birine ''hayırdır birader bi sorun mu var? niye baktın'' der kafa atardım.