hesabın var mı? giriş yap

  • bir çocuğun, ilerde kimle evleneceğine dair ebeveynleri tarafından başka birilerine söz verilmesinden bahsettiği argümanıyla savunulan insan. evet baya normalmiş adamın söylediği ya, biz kafadan bacaklılar bu kadar modern ve akla yatkın söyleme nasıl tepki göstermişiz allasen

  • bir şey icat etmesi an meselesi olan bir bilim insanı ya da müthiş bir sanatçıyım. twitter'dan bi' arkadaşıma ''naber lan yarrağım. yok mu akşama 3 banko'' yazsam 4 bin rt alıyor ve bunu aforizma zannedenler de her platformda altına ismimi yazıp paylaşmaktan imtina etmiyorlar. kişi başına 1.3 metre fular düşen ortamların vazgeçilmez tartışma konusuyum. arada sırada saçma sapan konuşuyorum ve ekşi sözlükte de ''x(298)'' şeklinde sol frame'den düşmüyorum. benim bir hıyar olduğumu düşünler de çok, müthiş bir herif olduğumu düşünenler de. yalnız otisabi beni çok seviyor. başlığıma gelip, ben dahil hiç kimsenin anlayamayacağı türden, 9 paragraflık bir yazı yazıp beni övüyor. bir yandan tezle falan da uğraşıyorum. konferanslara katılıyorum, söyleşilere katılıyorum, uzaklara bakmalı filmlerde 5 dakikalık yan rollerde oynuyorum, twitter'da zeki demirkubuz falan takip ediyor beni. acayip bir yaşam.

    sonra bir gün, annem arıyor:

    - oğlum hiç uğramıyorsun unuttun bizi.
    - anne vakit bulamıyorum. boynuma fular geçirdim geçireli ebem sikildi. o söyleşi senin, bu söyleşi benim, memlekette adam kalmamış gibi kolumdam tutan çekiyor.
    - yarın akşam gel bi görelim.
    - programa göre gelirim anne, programıma bakmam lazım.
    - gelirsin gelirsin..

    sonra gidiyorum eve. yemekte bulgur pilavı var.

    sanatmış, bilimmiş, aykırılık, farklılık, bienal, tez, kadife ceket, kirli sakal, aralara aklar serpiştirilmiş saçlar. hiçbirinin bir önemi kalmıyor o bulguru kaşıklarken. bariz olarak soğanla bulgur pilavi yiyorsun. 3 saat sonra habertürk'te murat bardakçı ve ilber ortaylı'nın karşısında bir sürü acayip şeyler anlatacak olmamın hiçbir değeri yok.

    bilmiyorum, kafam çok karışık. bulgur pilavı çok acayip bi yemek. insanın tüm sanat hayatını sikip atabilir gibime geliyor.

    bak oğlum, şimdi bienalde falan böyle ilginç insanlara denk geliyorsunuzdur. kadına bakıyorsun, melankolik, suskun ve hüzünlü. siyah giyinmiş, zarif bir yürüyüşü var. sanattan anlıyor. bu kadının bulgur pilavı yediğine kim inanır ya. hayal edemiyorum lan ben.

    hayallerimin sınırını bulgur pilavi çiziyor. inanılmaz bir olay.

  • aslında türkiye’deki sanatçıların anlatılacak çok hikayesi var. ancak atıyorum bir amerika’yla falan karşılaştırdığınızda bu alandaki çabanın çok çok kısıtlı olduğunu görüyoruz. mesela yurt dışında ünlü gruplar için minimum iki belgesel, üç dört tane biyografi oluyor. böylece istediğiniz kişiyi daha yakından tanıyabiliyorsunuz. türkiye’de ise bu tür anıları öğrenmek için sanatçıyla bir şekilde denk gelmiş insanların bunları anlatmasını beklemek durumundasınız. spesifik örnek vermek gerekirse zeki müren ya da neşet ertaş hakkında çok güzel anılar var. ama bunlar bazı röportajların bazı yerlerinde yer alıyor sadece, ya da o ana denk gelen insan başkasına anlatıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor bu hikayeler.

    yazılan hiç mi bir şey yok derseniz var. ama bunlar da anlatılan kişiyi çok idealize ediyor. çünkü bizde biraz romantiklik var. eğer sanatçının şarkıları ya da filmleri sevildiyse sadece iyi yönlerinden bahsediliyor. bu durumda merak ettiğiniz insanı tanıma şansınız kalmıyor pek.

    bu nedenle teoman’ın yazdığı faso fiso kitabını çok ilgi çekici buldum. aslında teoman dünyayı çok sallayan bir insan olmadığı için bu boşluğu doldurmak gibi bir amacı olduğunu düşünmüyorum. benim kitabı okuma motivasyonum da bu değildi zaten. yaşım nedeniyle türk rock’ının yükselmeye başladığı döneme denk gelemedim ve bu atmosfer hakkında bir şeyler görmek istiyordum sadece. ancak teoman’ın kendisini ifade ederken kullandığı açık dil sayesinde çok başarılı bir anı / biyografi / itiraf kitabı okumuş oldum.

    bunu sağlayan ilk nokta teoman’ın çocukluğuna duyduğu özlemdi. bunu yurt dışındaki örneklerde daha sık görüyoruz aslında. derli toplu bir anlatı kurmak isteyen yazarlar anlattıkları kişilerin çocukluğunda sadece ileride olacakları insanın özelliklerini arıyorlar. mesela steve jobs’un biyografisinde bu dönemini öyle bir anlatmışlar ki adam 7 yaşında ceo gibi görünüyor. teoman’ın ise kimseyi kendisine hayran bırakmak gibi bir derdi yok. çocukluğunu da olduğu gibi görmeye çalışıyor. bu nedenle yalnız ve çekingen bir çocuğun kendi halinde yaşamını okuyoruz bu kısımlarda.

    metnin başarılı olmasındaki ikinci etken de teoman’ın alaycı dili. zaten biliyorsunuz kendisi geçtiğimiz yıllarda aradığını bulamadığı için müziği bırakmıştı. bu nedenle müziğe başladığı zamanlarda yaptığı acemilikler ile dalgasını sık sık geçiyor. ancak burada kişi olarak kendisini küçümsediğini düşünmemek lazım. çünkü kitap boyunca sürekli tekrar ettiği üzere aslında teoman geçmişini özlüyor. buradaki acemilikleri ve yaptığı hataları da muzip bir şekilde bize aktarıyor.

    çoğu biyografide kişinin kötü yönleri de neden-sonuç ilişkisine bağlanarak haklı gösterilmeye çalışılır. mesela bir insan çalışanlarına kök söktürüyorsa işine olan saygısından böyledir gibi bir açıklama yapılır sürekli. teoman’ın ise kendisini haklı çıkarmak ya da insanların gözüne hoş görünmek gibi bir derdi yok. hem şarkılarından, hem röportajlarından hem de bu kitaptan bildiğimiz üzere kendisiyle çok barışık bir adam değil. bu nedenle çalışanlarına bağırıp çağırdığı kısımları olduğu gibi anlatmış. daha sonra yaşadığı pişmanlıklara da yer vermiş. hatta üzerine pişman olmama ve daha olgun bir insan gibi davranmaya çalışmama rağmen bunu başaramadım diyerek adeta bize içini dökmüş.

    bir de türkiye’de içinde bulunduğumuz kültürden dolayı tabu olarak görülen maddiyat meselesi var. eğer başarılı bir insandan bahsediyorsanız uzun uzun nasıl yokluk çektiğinden bahsetmeniz, burada işi ajitasyona kadar vardırmanız gerekiyor. ancak hayatı anlatılan kişi başarıyı yakalayıp zengin olduğunda bunun boyutundan bahsedemezsiniz. örnek vermek gerekirse konser sonunda cebimde 20 lirayla eve döndüm gibi bir cümle kabul görür. ancak albümden bir milyon lira kazandı diyemezsiniz. teoman ise yaşadığı zorluklardan bahsediyor doğru ama bunu kendisine sempati toplamak için yapmıyor. ayrıca kazandığı paranın boyutunu da açık açık söylüyor. hatta “balans ve manevra için bir milyona yakın para harcadım ve çoğunlukla zarar ettim. canım sağ olsun.” diyor. bu pratiklerin çok dışında bir cümle ancak teoman’ın kendisi de sıra dışı bir insan zaten. ayrıca bu şekilde teoman’ın maddiyata bakış açısını daha açık bir şekilde görüyoruz. bu da onu daha iyi tanımamızı sağlıyor.

    sonuç olarak bu kitap zaten sınırlı bir alanda yazılmış çok iyi bir metin. karşımızdaki kişiyi işin tüm teknik kısımlarından sıyırarak olduğu gibi gösteriyor. ayrıca tutarlılık peşine düşmemesine rağmen oldukça akıcı. başına oturduğunuzda yaklaşık dört-beş saatte falan bitiyor sanırım. bu nedenle rock müziğe ilgi duymuyorsanız bile sırf bu farklılıkları nedeniyle fasa fiso'ya göz atmanızı tavsiye ederim.

  • bakanımız canımız bıtanemız mehmet şimşek'in son vecizesi...

    pekiii,

    ötvde kacıncıyız?
    asgari ücrette?
    emekli maaşlarında?
    öğretmen maaşlarında?
    doktor maaşlarında?
    avukat maaşlarında?
    benzin fiyatlarında?
    okullardaki öğrenci sayısı oranında?
    öğretmen başına dusen ogrencı sayısında?
    hasta başına dusen doktor sayısında?
    dava sürelerinde?

  • türkçeye çevirenin iq'sunun tek haneli olduğu kesin olan test.

    "yarasa ile top" derken ne alaka diye düşündüm sonra bat'in hem yarasa hem topa vurulan sopa olduğu aklıma geldi

    trajikomik

    edit : haha ntv sakinleri ekşiyi takip ediyorlar herhalde. ilk soru başlık açıldığında "bir yarasa ile topun toplam fiyatı" şeklindeydi. şimdi baktım bir sopa ve top olarak düzeltmişler