hesabın var mı? giriş yap

  • 3 yaşındaki çocuğa bu durumu nasıl izah edebilmişler dedirten olay.
    ben 3 yaşındaki kızıma "senin baban değilim" desem "hayır babamsın" diyip ağlar, ben de onunla ağlarım.

  • olaylar sadece harry'nin etrafında ve büyücülerin iç çekişmeleriyle döndüğü için lotr gibi bazı başka fantastik eserlerin aksine büyücülerin dışındaki halkları ve sihirli yaratıkları pek fazla tanıma imkanı bulamasak da seri aslında epey zengin ve kalabalık bir evrene sahip. cincüceler, ev cinleri, deniz halkı ve at-adamların her birinin kendi hikayeleri, kendi tarihleri de var. ev cinlerininki bunların içinde muhtemelen en sıkıcı olanıyken, cincücelerin bir hayli kanlı, deniz halkının gizemli, at-adamların ise saygı uyandıran bir öyküsü var. bu topluluklar içinde favorim de bu sebepten at-adamlar. hikayeye dahil oldukları kısıtlı anlarda at-adamları okumak hep çok keyifli oldu benim için. hatta kendilerine büyücülerden daha fazla saygı duyduğumu söyleyebilirim.

    seride öğrendiğimiz kadarıyla kendi halinde yaşamayı seven ve rahat bırakılmayı isteyen at-adamlar, oldukça kibirliler ve büyücüleri en kötü ihtimalle denkleri olarak görüyorlar. çoğu zaman ise büyücülerden bile üstün oldukları inancındalar. çocuklardan insan yavrusu ya da tay olarak bahsetmelerinden bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. insanların işlerine karışmayı, "pis işlerine bulaşmayı" sevmiyorlar. çok zekiler ve çoğu insandan daha bilgeler. firenze'in hogwarts'ta kehanet dersi verdiği sırada, trelawney'nin ve derslerinin gerçekten ne kadar kepaze olduğunu öğrenciler kadar siz de anlıyorsunuz. astrolojiyi "insan saçmalığı" olarak niteleyen firenze, meslektaşından "türünün sınırlamalarıyla gözleri kapanmış ve eli ayağı bağlanmış" olarak bahsediyor ve göklerde gördükleri işaretleri yorumlamanın hiç kolay olmadığını, bunun yüzyıllar alabildiğini söylüyor. bu arada firenze elbette ki sürüden atılıyor çünkü insanlara öğretmenlik yapması, türüne bir ihanet, alçaltıcı bir hareket olarak yorumlanıyor. tıpkı harry'yi voldemort'tan kurtarmak için sırtına bindirmesi gibi.

    burada bir parantez açarsak, büyücülere karşı cincücelerde de benzer bir tutum var fakat cincüceler daha çok maddi konular yüzünden büyücülerle ters düşmüşler. iki topluluk arasındaki en büyük sorun, cincücelerin aidiyet ve hırsızlık anlayışlarının insanlarınkinden tamamen farklı oluşu. cincüce inancına göre bir büyücü bir cincücenin zanaatinden para karşılığı yararlanıp bir meta yaptırırsa bunu kiralamış sayılıyor ve eşyanın varislere miras bırakılması hırsızlık olarak kabul edildiğinden, kiracı öldüğünde söz konusu metanın onu işleyen cincüceye döndürülmesi gerekiyor. sırf bu yüzden godric gryffindor'la bile papaz olup isyanlara kalkışmışlar. mesele yüzyıllardır çözülmediği ve aşırı kindar oldukları için de büyücülere hâlâ tavırlılar. gringotts yüzünden de büyücülerle defalarca anlaşmazlığa düşülmüş. sihir bakanlığı dönem dönem gringotts'ın yönetimine el koymuş fakat sonunda anlaşmaya varılıp tüm yetki yeniden cincücelere devredilmiş. o günden beri cincüceler, gringotts'ı büyücüler için işletiyor, büyücülerin yanlarında çalışmalarına müsaade ediyor fakat perde arkasından büyücülerin tüm mal varlığını yönetiyorlar. rahatlıkla büyü yapabilmelerine rağmen asa taşımalarının yasaklanmış olmasına da ezelden beri gıcıklar. işte bu gibi husumetler sebebiyle quidditch dünya kupası sırasında ludo bagman tarafından dolandırıldıklarında işi kan davasına dönüştürüyorlar ve yine bu sebeple son büyücüler savaşında hiçbiri kılını bile kıpırdatmıyor.

    at-adamlara geri dönersek, onların da insanlara karşı oldukça önyargılı ve hatta düpedüz ırkçı oldukları söylenebilir, fakat çok da haksız değiller. bunu umbridge'in at-adamlarla karşılaşmasındaki tavrından anlayabiliyoruz. umbridge, diğer büyücü dışı topluluklar ve sihirli yaratıklara karşı olduğu gibi at-adamlara da katıksız bir nefret duyuyor ve onları hor görüyor. ne yazık ki umbridge, büyücüler içinde böyle düşünen tek kişi değil. modern zamanda bile büyücülerin diğer türlere yönelik mutlak üstünlüğünü savunan kalabalıklar mevcutken, büyücülerin çağlar boyunca at-adamların güvenini sarsacak sayısız eyleme imza attıkları da kayıtlara geçmiş durumda.

    15. yüzyılda sihirli yaratıkları sınıflandırmak üzere bir araya gelen büyücüler, iki ayağı üzerinde yürümeyen her canlıyı canavar sınıfına dahil edip at-adamları her türlü haktan tümüyle dışlıyor. bu sınıflandırma o kadar çarpık ki sırf iki ayak üstünde yürüdükleri için iki kelimeyi bir araya getiremeyen ifritler bile varlık statüsüne erişiyor. insanlara en az at-adamlar kadar antipati duyan ve oldukça kurnaz olan cincüceler ise bu fırsattan istifade, muhtemelen büyücülere bir ders vermek niyetiyle, iki ayak üstünde yürüyen fakat gelişmiş bir zeka veya ahlak bilincinden yoksun ne kadar sihirli yaratık varsa hepsini toplayıp komisyona getiriyorlar. ünlü sihir tarihçisi bathilda bagshot, bu hazin fiyaskoyu sihir tarihi'nde "sırga'ların gaklaması, kahşin'lerin inleyip sızıldanması ve fuphup'ların amansız, kulak zarı delici şarkıları yüzünden pek az şey işitilebiliyordu. büyücüler ve cadılar önlerindeki kâğıtlara bakmaya çalışırken, envai çeşit cinperiyle peri kıkır kıkır gülüp vıdı vıdı ederek onların başlarının etrafında fırıl fırıl dönüyordu. on kadar ifrit ellerindeki sopalarla odayı darmadağın ederken, cadalozlar süzülerek dolaşıp yiyecek çocuk arıyordu. konsey başkanı toplantıyı açmak için ayağa kalktı, bir dombaz pisliği öbeğine basarak kayıp düştü ve lanet okuyarak salonu koşa koşa terk etti." şeklinde tarif ediyor.

    ileriki dönemlerde yeltenilen sınıflama girişimleri de bir o kadar vahim. iki ayak üstünde yürüyebilen canlılar sınıflandırması yetersiz kalınca, insan dili konuşabilen canlılara varlık statüsü ve türlü sihirsel hak ve imtiyazlar verilmesi kararlaştırılıyor ve yine bir toplantı tertip ediliyor. yaşayanların ölülerden daha fazla önemsendiğine öfkelenen hayaletler müzakereleri terk ederken, cincüceler, bu kez de basit birkaç kelime öğretmek suretiyle içeriye aldıkları ifritler sayesinde toplantıyı bir kez daha sabote ediyor. bu sefer toplantıya davet edilen at-adamlar ise, oldukça zeki, ahlaklı ve gelişmiş bir medeniyet olmalarına rağmen suyun üstündeyken insan dilini konuşamayan deniz halkının dışlanmalarını protesto ederek toplantılara katılmayı kesinlikle reddediyorlar.

    17. yüzyılda da benzer girişimler sonuçsuz kalıyor ve sihirli yaratıkları sınıflandırmak ancak 19. yüzyılda mümkün oluyor. sihirle uğraşan topluluğun yasalarını anlayabilen ve bu yasaları oluşturma sorumluluğunu kabullenen yaratıklar olduklarına kanaat edilen at-adamlar nihayet varlık statüsüne layık görülüyor fakat cadalozlar ve vampirlerle aynı sınıfta yer almak istemediklerinden, "sihirli yaratık" sınıfında kalmayı talep ediyorlar. deniz halkı da at-adamlarla aynı talepte bulunuyor ve her iki tür de kendi istekleriyle sihirli yaratık statüsünde bırakılıyor. o günden bugüne de at-adamlar, sihir bakanlığında kendilerine rezerve edilen departmanlar bulunmasına karşın, insanlarla ya da bakanlıkla herhangi bir iletişime geçmekten imtina ederek münzevi bir hayat yaşıyor ve insan tarafından taciz edilmedikleri müddetçe etliye sütlüye karışmıyorlar.

  • vardır böyle bir hadise. eğer deftere yeni yeni yazılmaya başlanmışsa sağ taraf diye bahsettiğimiz yer daha çok sayfaya sahip olduğundan daha rahat yazı yazma imkanı verir. her ne kadar öksüz kalan sol tarafı defteri kıvırarak daha yazılabilir bir hale getirmek mümkün olsa da kişi rahat edemez, bir an önce bitsin de diğer tarafa geçeyim diye düşünür. hatta bir çok öğrencinin defterine baktığımızda sağ taraftaki yazıların daha özenli ve daha güzel yazılmış olduğu hemen farkedilebilir.

  • moleküler biyoloji ve genetik mezunuyum, bir de üzerine yüksek lisansım var. vakti zamanında staj yaptığım özel bir tanı laboratuvarına bir kadın gelmişti. hamile; amniyosentez yapılmıştı ve bebeği için duchenne muscular dystrophy(dmd) baktık. kadının hali hazırda dmd hastası bir çocuğu vardı. 20 yaşını görmeden ölmeye mahkum, engelli bir genç.
    taşıdığı bebek de dmd hastası olacak. o da yirmisini görmeden ölecek. fiziksel aktivitelerinin çoğundan mahrum, öleceğini bile bile 20 yıl yaşayacak.
    çünkü annesi o bebeği aldırmamak için direniyordu.
    şimdi sorarım burada yaşama hakkı diye çığlıklar atan, rampa yapalım diye saçmalayan insanlara böyle korkunç hastalıklardan muzdarip çocukları bir rampa kurtarır mı? bu çocukların ölecekleri günü bilmelerinin verdiği ancak hayal edebileceğimiz endişesini, mutsuzluğunu, acısını hafifletir mi sunacağınız çözümler?
    elbetteki yürüme, görme gibi bedensel küçük kayıplar elbirliğiyle giderilebilir yada hepimiz downlı bir çocuğa bir şekilde bakabiliriz. ama kalıtsal olan ve ciddi bedensel engellere sebep, ölümcül hastalıklar söz konusuysa milyon kez düşünmeniz lazım. ama düşünmeniz gereken şey rampa yapmak değil küçücük bedenleriyle o ağır mı ağır yükleri sırtlanan minicik çocukların ruh halleri, akıl sağlıkları.
    eğer kazanıyorsanız gidin taşıyıcılığınıza baktırın arkadaş,annesi babası bile olsanız bir insanın hayatını başlamadan karartmaya hakkınız yok...

  • (bkz: bahşiş beklentisi)

    gelin evinden birileri kapıyı tutar, birileri damadın ayakkabısı saklar, yolda tinercisinden, esnafına millet arabanın önüne atlar, davulcu ayrı gelir zurnacı ayrı.

    nikah dairesinde ortada dolaşan adam bahşiş ister, anlaştığınız ve parasını ödediğiniz fotoğrafçı at birşeyler daha der.

    düğün salonunda garsonlar ya damadı ya damadın yakınını kenara çekmeye çalışır.

    kuaför ayrı, berber ayrı para ister.

    hepiniz beleşçisiniz lan.

    ulan sayınca yine memleketten soğudum.