ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
kars ve ardahan'ın rusya'ya verilmesini istiyoruz
-
recep reis'e 10-15 milyar dolar fişeklesinler, verir bence.
tanım editi: "ben de moskovayı talep ediyorum. yani?" tadında bir haber
ek: milyonlarca mülteciyi "resmi olarak kabul ettiği bir şekilde" para karşılığı ülkesine yığan adam için söylenen sözü hakaret sayanları da gördük şükür.
messi'nin bir yılda 86 gol atması için ne dediler
-
"niye 87 değil?"
babam.
ceylan ertem
-
kendisini beğenmeyenler emin olun ki demet akalın'ı değil, ceylan'ın cover'ladığı şarkıların gerçek sahiplerini dinlemeyi tercih ediyorlar. abartılı tarz ve vokallerini "cool" bulabiliyorsanız da geçmiş olsun, yüzünüzü bir yıkayın.
ösym'nin nisan tus 2016 sınav ücreti rezaleti
-
bugün açıklanan 2016 nisan tus klavuzuyla haberdar olduğumuz rezalet. çok değil daha 6 ay önce yapılan bir önceki sınav 100 lira iken pek sevgili kurumumuz 220 lira yapmışlar sınavı. neyin bedeli allahınızı severseniz bu aradaki 120 lira fark? her sınavda en az 5 tanesi hatalı çıkan sorularınızın mı? 2 ayda sonuç açıklayamamanızın mı? yanlış soruların iptali için açılan davaların paraları mı bunlar? neyin parasını bizlerden çıkarıyorsunuz? nerede görülmüş %120 zam yahu! sınav değil düpedüz soygun!
edit: hiç sevmem bu edit olayını ancak doktor olup 220 lirayı fazla bulan insanların varlığını gösteren vs. vs. demiş bazı yazar arkadaşlar. şimdi ortada bir rezalet var ve bu rezalet maaştan tamamen bağımsız. konumuz doktor maaşı değil ama madem konu buraya gelmiş benim de söyleyeceklerim var o vakit. yeni mezun oldum ben. 1 yıldır intörn doktordum. pek bilmezsin intörn doktorluğu anlatayım. ayda en az 6-7 gecemi hastanede geçirdim; birçok kez 36 saat boyunca hastanede kaldığım oldu; acilde, serviste, yoğun bakımda, ameliyathanede, poliklinikte her yerdeydim. çocuğun hastalandığında ben bakıyordum, reçetesini yazan bendim, kafanı yardığında dikişini atan da bendim, öykün alınırken sekreterlik yaparak bilgisayara geçiren de bendim. herhangi bir sektörde çalışan herhangi bir insandan daha az çalışmıyordum. hastanede etrafımda benden yaşça küçük hemşireler, personeller, teknikerler vardı. her biri maaşlarını alırken ben 340 lira harçlığımı alıyordum. 2 aydır mezun, işsiz, gelirsiz, sadece tus çalışan bir doktorum. benim gibi yüzlercesi binlercesi var inan bana. 25 yaşındayım babamdan para istemeye utanıyorum. ve sen gelmiş burada bana neden 220 lirayı, %120 zammı çok bulduğumu soruyorsun öyle mi?
edit 2: doktor olduğunu her yerde belirtme ihtiyacı! demiş bir yazar arkadaş. "tus"la ilgili bir konudan bahsederken benim ve başlıktaki diğer birçok yazar arkadaşın doktor olduğunu anlamasına sebebiyet verdiğimiz için ben şahsım adına bu naif, kırılgan arkadaştan özür diliyorum.
tinder
-
tüm erkek kullanıcıların birleşip, ortak hareket ederek
profiline kendi fotoğrafını koymayan,
bio’suna;
insta: xcaagladagdelennn,
buraya bakamıyorum ıg: bbuseeliacikk_35,
420,
4.20,
adam gibi adam lazım,
1.78,
sıradan değil farklı,
foto sornayın, kafalar uyuşursa ilerde bakarız,
only good vibes,
biyni bışkı bi tırıfındı ılınlır yızmısın,
sıçmı sıpın mıhıbbit idiciklir sılı kıydırsın,
merhaba, selam, naber yazacaklar solaa,
tarzı şeyler yazanları, ne kadar güzel olurlarsa olsunlar kesinlikle sağa kaydırmazlarsa, yaklaşık 1 sene içinde toparlanıp kullanılabilir hâle gelebilecek uygulama.
bağdat caddesi'nde yaşanan tecavüz dehşeti
-
bu olay yaşandığından beri düşünüp duruyorum, bir yandan da kandil gibi için için yanıyorum, kendimi bildim bileli devamlı surette tacize uğrayan bir kadın olarak, onun yaşadıklarının binde sadece birini hissetmiş olduğumdan, onun hissetmiş olduklarını tahayyül edince, dehşete kapılıyorum.
bu hikayenin aynısın tıpkısı benim başımdan geçti. ama tecavüze uğramadığım için, şanslı taraftayım bu seferlik.
neden "bu seferlik" derseniz; evet maalesef alkol kullanıyorum, eğlenmeyi seviyorum, dışarı çıkıyorum ve eve geç dönebiliyorum ve utanmadan kadınım. tüm bunlar için özür dilemem gereken bir cinsiyete sahip olduğumu ve bu boktan ülkenizde yaşamak zorunda olduğumu biliyorum.
ben 19 değil ama sanırım 21 yaşındaydım. kadıköyde eğlenmiş, zil zurna sarhoş, sarı minibüslere binmiştim. sahilden giden, kadıköy-bostancı minibüslerine. aynı olaydaki gibi.
saat de, aynı olaydaki gibi, gece 3 civarıydı. kalamış'ta inmem gerekirken, arkada sızdığımdan, bostancıya çok az kala uyanmış ve can havli ile inmiştim.
feneryolu'nda oturuyordum, yürümek için çok uzun bir mesafe idi. cebimde sadece 5tl param kalmıştı. bağdat caddesine yürümüş ve tam karakolun olduğu köşede taksi beklemeye başlamıştım. inanır mısınız, taksi beklediğim o 3-5 dakika içinde, araçlarının içindeki polislerden işittiğim pis lafların haddi hesabı yok, bir yandan da gözümü kör ettiler selektör yaparak. polis'e, güvenmek şöyle dursun, onlardan kaçmanın yollarını aramam gerektiğini bildiğim bir yaştaydım.
neyse ki bir taksi durdu. yaşlıca bir amcaydı, sürücüsü. her nasılsa "ne işin var bu saatte sokakta" demedi, gideceğim yeri sordu, "feneryolu" dedim "ama sadece 5tl param var" dedim. "sorun değil" dedi, beni eve bıraktı ve güvenli bir şekilde yatağıma girdim. ve evde de annem vardı. annemi uyandırıp para isteyebileceğimi söyledim, ama amca kabul etmedi, "uyandırma" dedi.
o günden bugüne kadar, bu az buçuk normal akıl sağlığı ile yaşadığım hayatı meğer o taksici amcaya borçluymuşum.
o gece, beni zerre merak etmeden, horul horul uyuyan annem de, bugün bu haberi duyduğunda, "ne işi varmış o saatte sokakta" dedi!!!
son sözlerimi, mide bulantıları içinde yazıyorum. inanın, böyle düşündüğünüz için, hepinizden nefret ediyorum. başınıza bin türlü bela geldiğini görmek isterim.
19 yaşında bir genç kadın bağdat caddesinde gece saat üçte nereden döner sorusu, yerini; 33 yaşında evli çocuklu bir adam bu saatte bağdat caddesinde neden tecavüz eder sorusuna bırakmadıkça kadına karşı tecavüz de taciz de bitmeyecek.
eril beyninizi siksinler.
baarle hertog
-
belcika'da bulunan inanilmaz geyik yerlesim birimi.
hollanda ile siniri karmakarisik. bir sokak hollanda'da, bir sokak belcika'da, bazen belcikadayken hop 3-5 apartmani icine alan bir hollanda oluyor. puzzle parcalari dusmus gibi.
sinirlar evlerin ortasindan geciyor, cafe'de belcika'da otururken hollanda'da oturan biri ile sohbet etmek mumkun.
belcika'nin bagimsizligindan ve dunya savaslarindan sonra, sinirin son haline gelmesi 1995 yilina kadar surmus (1995!!!)
deniyor ki, eskiden hollanda'da restoranlarin erken kapandigi zamanlarda, buradaki restoranlarin masalari belcika tarafina tasimasi yetiyormus.*
http://web.archive.org/…derlandtv.com/photos_2.html
http://maps.google.com/…&spn=0.002761,0.008326&z=17
su resimde ornegin en kucuk hollanda parcasi goruluyor:
http://www.grenspalen.nl/…-enclave-h22-outlined.jpg
pelin çift'in canlı yayında yaptığı saygısızlık
-
yıllardır yaptığı programlarda akit gazetesi çalışanlarını onur konuğu olarak ağırlayan bir kiralık maşadan beklenen davranıştır.hata bardakçı'da, ne işin var orada ?
dolu gibi gözüken bomboş sözler
-
dans ederek gitmediğiniz işi bırakın.
denizli
-
madem öyle size denizli horozunun mitolojide nasıl anlatıldığını anlatayım.
sizin de bildiğiniz gibi güzeller güzeli afrodit hephaistosla evli olmasına rağmen ares ile büyük aşk yaşamaktadır. bir gün iki aşık ares'in denizli'deki sarayında buluşur. yiyilir, içilir ve gece olur. odalarına çekildiklerinde ares iki askerini geceyi geçirecekleri odanın başına koyar ve onlara "apollon altından tahtı ile gelmeden hemen önce bizi uyandıracaksınız" diye emir verir.
iki aşık o gece birbirlerini o kadar çok severler ki yorgunluktan bitap düşerler; nöbetçilere güvenerek kendilerini uykunun tasasız kollarına bırakırlar. fakat o sıralarda nöbetçilerin gözlerine de bir ağırlık çöker ve onlar da uyuyakalırlar. ve apollon altından tahtıyla gelerek gece karanlığınının bilinmezlerini ortadan kaldırır. artık güneş doğmuştur ve bilgi herkes içindir.
apollon'un günü getirmesiyle, uyuyakalan afrodit ve ares uyanırlar; herkes onların geceyi beraber geçirdiklerini anlar. rezil-i rüsva olmak bir yana bayağı dalga konusu olurlar.
ares derhal nöbetçileri çağırtır, gözleri alev saçmaktadır. nöbetçiler tanrının huzuruna çıkar ve titreyerek uyuyakaldıklarını itiraf ederler. ares elini havaya kaldırır, tam onları yok edecekken "bir dakika" der; "ölüm bu yaptığınızın yanında cezadan çok ödül olur. bundan böyle hayatınız boyunca apollon'un altın çizgilerini gördüğünüz ilk an avazınız çıktığı kadar bağıracaksınız" der ve parmaklarını şıklatmasıyla iki nöbetçi çok güzel iki kuşa dönüşür ve o günden bu güne sabahın ilk ışıkları oluşur oluşmaz bağırmaya başlarlar. işte o iki kuş denizli horozunun atalarıdır.
edit: yazım
arap nüfusu %5 olan bir yere ayn el-arab demek
-
suriye sınırları içinde olup adı ayn-el arab olan şehre ayn-el arab demektir. bir ülkedeki yönetim boşluğundan faydalanıp, o şehri ele geçirip, adını değiştiriyoruz demekten çok daha insalcıl ve makuldur.
klavyede f ve g harflerinin yerleri değiştirilsin
-
ülkemizde değerli önder reis-i cumhur ve "yol arkadaşları" tarafından verilen emirlerle itinayla sürdürülen fetö operasyonları kapsamında fg harfli araç plakalarının toplatılması kararı alınmıştı. ben olayı biraz daha genişletiyorum ve ülkemizde çoğunluklu kullanımda olan qwerty klavyede yan yana bulunan f ve g harflerinin yerlerinin değiştirilmesini talep ediyorum. yan yana bulunan bu harfler açıkça fetullah gülen'i sembolize ediyor ve genç beyinlerin algılarına bu iğrenç zatın baş harflerini kazıyor.
şimdi geliyoruz en bomba olaya.
işin başka boyutu da var. f ve g harfleri bu klavyeye rastgele yerleştirilmemiş. şimdi klavyeyi kimin icat ettiğine bakalım. bu klavyenin mucidi christopher latham sholes amerika doğumlu. ancak bilin bakalım amerika'nın neresi?
doğru tahmin ettiniz, pensilvanya. kaynak
görüyorsunuz değil mi oynanan oyunları. yıllar önceden planlanmış bu oyunu bozmak için türkiye cumhuriyeti devletini göreve davet ediyorum.
debe edit: ülkemizde maalesef bu tarz komik durumlar bile ciddi ciddi ele alınıp tartışılabiliyor, gerekirse karar verilip uygulanabiliyor. şimdi güldüğümüz şeylerin gelecekte gerçekleşmeyeceğine de kimse emin olamıyor. 2011'de fetö ile olunan içli dışlı durumu temizlemek için o dönemki gazeteler imha ediliyor, internet sitelerindeki haberler bir bir kaldırılıyor. eski ortaklar şimdi birbirine bıçak çekiyor. türkiye'yi daha iyi idrak edebilme adına debe vasıtasıyla tanpınar'ın saatleri ayarlama enstitüsü ve orwell'ın 1984 kitaplarını tavsiye ediyorum.
nomadland
-
yönetmenlik koltuğunda the rider filmiyle büyük bir başarı yakalayan chloé zhao'nun oturduğu, başrolünde frances mcdormand'ın yer aldığı 2020 yapımı film.
film dünya prömiyerini 77. venedik film festivali ve 45. uluslararası toronto film festivali'nde eş zamanlı olarak yapan filmin ülkemizdeki ilk gösterimi ise 39. istanbul film festivali kapsamında gerçekleşecek.
edit: film, 77. venedik film festivali'nde "altın aslan"ın sahibi olmuştur.
jessica bruder'ın kurmaca olmayan 2017 tarihli kitabı `nomadland surviving america in the twenty-first century`'den uyarlanan filmde frances mcdormand, ekonomik krizde her şeyini kaybettikten sonra karavanıyla birlikte amerika'nın batısına doğru yolculuğa çıkan 60'lı yaşlarındaki fern karakterini canlandırıyor.
fern'in modern bir göçebe olarak yaşamını sürdürdüğü filmin kadrosunda oyunculuk tecrübesi bulunmayan ve gerçek hayatta da amerika'da göçmen olarak yaşayan linda may ile charlene swankie yer alırken; bu isimlere good night and good luck, lincoln, the bourne ultimatum filmlerinden tanıdığımız david strathairn eşlik ediyor.