hesabın var mı? giriş yap

  • en kolayı aynı cümlenin olumsuz halini söylemek.

    must'ta "mamalı" anlamı olur, have to'da "zorunda değil" anlamı olur.

    örnek:
    you must fill this form: bu formu doldurmalısın.
    you have to fill this form: bu formu doldurmalı/doldurmak zorundasın.

    olumsuz:

    you mustn't fill this form: bu formu doldurmamalısın.
    you don't have to fill this form: bu formu doldurmak zorunda değilsin.

    görüldüğü üzere olumluda anlamlar birbirine çok yakınken olumsuzda anlam farkı ciddi boyutlara geliyor. ayrımı bence en güzel bu şekilde yapılabilir.

    20 senedir ingilizceyle haşır neşirim ve şunu söyleyrbilirim ki must ile have to arasındaki en bariz süzgeç bu.

  • ortak arkadaşların olduğu durumlarda, "bu dosyaları silmeniz bazı programların çalışmamasına sebep olabilir" şeklinde bir uyarıyla karşılaşılabilir.

  • kaliteli türk yazılımcılar yurtdışına göçünce türkiye'de yazılımcı kalmayacak zannediliyor. 80 milyonluk memlekette mutlaka yazılımcı bulursunuz ama verilen işi kaliteli yapamazlar, kısa sürede yapamazlar, yapsalar bile maintain edilemez bir iş çıkarırlar.

    "7-8 kişiyi çağırdım, istediğim kodu yazamadılar. o kadar gaza gelmeyin yazılımcılar" diye entry girilmiş. bu başlığın ana mesajı da bu zaten... daha sen konuyu anlamamışsın ki güzel kardeşim

    ben şu an yurtdışında yaşayan, daha önce türk savunma sanayisinde çalışmış deneyimli bir yazılımcıyım. gelin size bir yazılımevi nasıl çalışır anlatayım. türkiyedeki yazılım ekiplerinde genelde 1-2 tane 10 senelik deneyimli yazılımcı, 2-3 tane 4 senelik uzman yazılımcı, 4-5 tane de yeni mezun yazılımcı bulunur. yeni mezun yazılımcılara, genelde en basit işler verilir. yeni mezun yazılımcılar, deneyimli ve uzman yazılımcılar tarafından düzenli olarak gözden geçirilir, yaptıkları hatalar kendilerine anlatılır ve nasıl yapmaları gerektiği kendilerine gösterilir. iş öyle bir raddeye varır ki, gözden geçirme bittiğinde kod baştan yazılmış gibi olur. uzman arkadaşlar genelde kendi kendilerine iş yapacak noktaya gelmişlerdir ama deneyimli yazılımcılardan gene destek alırlar. deneyimli yazılımcılar ise projenin asıl sorumlularıdır. işler kötüye giderse deneyimli yazılımcılara hesap sorulur. yıllar içinde deneyimli yazılımcıların tecrübesi uzmanlara, uzmanların tecrübesi yeni mezunlara geçer ve türk yazılım sektöründeki insan kalitesi giderek artar.

    şimdi bu zincirden deneyimli yazılımcıların büyük çoğunluğunu ve uzman yazılımcıların en kalitelilerini çıkarırsanız ne olur? afedersiniz b.k olur. yılların deneyimi gittiği için yeni mezun yazılımcılara ve uzman yazılımcılara yol gösterecek kişi kalmaz. profesyonel projeler, üniversite dönem ödevi gibi yazılmaya başlanır. deneyimli yazılımcıların yol göstermesinden faydalanamayan yeni mezunlar, 10 yıl iş tecrübesi kazanınca eski deneyimli yazılımcılar kadar kaliteli iş çıkaramaz.

    şimdi bu cümleyi bir çok kişi anlamayacak. "10 yıl çalışınca ikisi de aynı miktarda tecrübe kazanır" diye düşüneceklerdir. bu nedenle bu konuyu biraz daha irdeleyeceğim. yazılımevlerinin çalışma biçimleri vardır. buna kimi yerlerde süreç, kimi yerlerde process denir, kimi yerlerde way of working denir. bu çalışma biçimi insanların mabatlarından uydurdukları şeyler değildir. yıllar önce bir projede büyük ve muhtemelen şirkete maliyeti yüksek bir hata yapılmıştır ve şirket bu hatanın kök sebebini araştırıp, tekrarlanmaması için bir çalışma yöntemi geliştirmiştir. bu nedenle deneyimli yazılımcıların yol göstericiliği altında 10 yıl çalışan bir yazılımcı aslında 10 yıl kendi tecrübesi ve kendinden önceki 30-40 sene boyunca çalışan onlarca deneyimli yazılımcının tecrübelerine sahip olur. bu nedenle çok sayıda deneyimli ve uzman yazılımcı zincirden çıkınca, yeni mezun yazılımcı bir nevi amerikayı yeni baştan keşfetmek zorunda kalır ve daha önce yapılmış hataları tekrar eder durur.

    bakın mesela işe alımlarda bile çalışanın daha önce nerelerde çalıştığına çok dikkat edilir. yozgatta ne olduğu belli olmayan bir şirkette çalışan birisini mi işe almak istersiniz, amazon'da çalışan birisini mi işe almak istersiniz? amazon'da çalışmış olan yazılımcı yanında amazon'un know-how'ını da getiriyor. bu çok değerli...

    neyse bu konular zaten (bkz: aselsan sagem ve tai'den mühendis göçü) başlığında 2018 civarında tartışıldı, hatta chp'li milletvekilleri bu konuyu meclise taşıyıp "yazılımcılar neden gidiyor, türkiyede kalmalarını nasıl sağlarız, gelin bir konuşalım" demişti ve akp+mhp oyları ile reddedilmişti. sonra akp bir milyon yazılımcı yetiştireceğiz diye yola çıkıp k.çının üstüne oturdu. yani 2022 yazılımcı krizi 2013'lü yıllarda başladı aslında.

    bu problemi bu zihin yapısı ile çözmemiz imkansız. eğer sloganınız 1 milyon yazılımcı ise yol planına bakmadan başarısız olacağınızı çok rahat bir şekilde söyleyebilirim. abd'de bile 3.8 milyon yazılımcı çalışıyor. türkiyenin eni ne, boyu ne ki 1 milyon yazılımcı çalışsın? işte bunlar hep avrupanın en büyük adalet sarayını yapalım, en uzun gökdelenini dikelim, en uzağa işeyelim zihniyetinden geliyor. tam bir arap mentalitesi. altın varaklı makam odalarında bu sloganı geliştirdikleri o kadar belli ki...

    bakın türkiye bu mentaliteyle bir arpa boyu yol katedemez. bu vasatlıktan çıkışın tek bir yolu var. ekrem imamoğlu gibi yüzü avrupaya dönük, medeni bir siyasetçinin cb seçilmesi ve eğitimsiz kesimin ülke yönetiminden uzak tutulması. 1900'lerde yaşadığını zanneden, komplo teorisi bağımlısı, köylü kurnazı, vasat insanlar ülkeyi yönettiği müddetçe türkiye en iyi yetiştirdiği evlatlarını yurtdışına kaptırmaya devam edecek ve krizlerden hiç bir zaman kurtulamayacak.

  • yine full aksesuar bi erkek başrolle karşı karşıyayız. müzisyen, klasik araba kullanıyor, hoca olacak kadar zeki ve de aynı zamanda zengin ama idealist de olan kalın dudaklı bir adet şükrü. yaaa yapmayın allah aşkına sonra kızlarımız bunları gerçek zannedip fanpage açmaktan şaşı oluyor.

  • sanatın görünmeyen, biyolojinin ise yadsınamaz bir gerçeği.

    öyle ya da böyle, da vinci bu eseri yaratırken illa ki sıçmaya gitti. elinde fırçası ile hafif sallanarak, belki de çok kritik bir hamleyi düşünürken "dur lan, bi' sıçıp geliyim." diye düşündü ve sıçtı. görüldüğü üzere sanat bile yeterince fularlı değildir.

  • ekonomi uzmanı değilim,hatta sözelciyim. bir sözelci gibi anladığım ve öyle anlatacağım durumdur. azıcık uzun olabilir ancak yormayacak diye düşünüyorum.

    öncelikle dolar veya euro artmıyor. tl değerini ve itibarını yitiriyor. bunu bilelim.

    bilmemiz gereken ikinci şeyse doları birilerinin artırmadığı. yani bazıları sanıyor ki trump'ın önünde düğmeler var. adam kafasına göre dolar yükseltiyor. "ver papazı.", "vermem." al sana 4,80... "veriyor musun?", "vermiyorum!", "al ulan 5.40 yaptım!"

    böyle bir dünya yok.

    şimdi gerçeklikle kucaklaşalım. tl değerini, itibarını yitiriyor dedik. liranın değeri ülkenin değerine bağlıdır. ülke itibarsızlaşır, güvenilmez olursa lira da onu temsilen düşüşe geçer.

    bir mahalle örneğinden yola çıkarak anlatalım:

    diyelim ki ilimizde bir banka açılışa özel çok düşük faizli krediler verdi. mahallemizde herkes bu kredileri alıp bankanın verdiği dolarları cebine doldurdu. komşumuz ali amca bu paralarla evine iki kat daha çıktı. aysel teyze tarlasını genişletip ektiği ürünleri çeşitlendirdi. haydar abi küçük bakkalını markete çevirdi. biz de itibardan tasarruf olmaz diyerek gösterişi sevdiğimizden evimize kocaman avizeler aldık. ortalık pırıl pırıl. efendim kalktık en lüks mutfak tezgahını, dolapları, çekyatları aldık. ne bileyim ailemiz 4 kişiydi ama 12 kişilik masa aldık. hatta çok güzel garaj yapıp içine güzel bir araba koyduk vs.

    mahallede herkes evimizi parmakla gösteriyordu. "vaaay şunlara bak, eski evden eser yok. maşallah iyiler ha!" diye bize imreniyorlardı.

    aradan zaman geçti. banka dedi ki eh hadi bakalım şimdi taksitleri almaya başlayalım.

    ali amca evine iki kat çıkmıştı. karısı "ne yapacağız, evimiz var..." diye dırdır etmişti ama ali amca bunları kiraya verdi. krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor. ali amca kafası çalışan adammış. ali amca güvenilir. ali amca adamın dibi.

    aysel teyze tarlayı ve ürünlerini genişletmişti. aysel teyzenin ürettiği sebze, meyve arttı. daha çok kazanır oldu. aysel teyze krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor. aysel teyze güvenilir. aysel teyze kral.

    haydar abi market sahibi olmuştu. satışı birken on oldu. hatta ikinci marketi açmayı düşünüyor. haydar abi krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor.haydar abi güvenilir adam. kafası çalışan adam.

    banka bizden parasını istiyor. bizim ailenin reisi avizeler aldı, lüks eşyalar aldı. ancak gelirimiz hiç artmadı. hanım ve küçük çocuk böyle cillop gibi eşyalarla yaşarken çok mutlulardı. ancak büyük çocuk hep nasıl ödeneceğini düşünüyordu. ileride zorluk çekeceklerini söylüyordu ancak anne ve baba "buna iyilik yaramaz." diyordu. "eskiden beton zeminde oturuyordun odanda, şimdi parkede gidiyorsun hala beğenmiyorsun." diyorlardı.

    eskiden herkes bizim evi beğenirken aslında hazır yiyici olduğumuz ortaya çıktı. mahallede bir itibarımız kalmadı. kimse bize güvenmiyor. bizim aile reisi "param var." dese de mahallede artık ne parasının ne sözünün kıymeti var. aile reisi evdekiler mırın kırın edince "en güzel eşyalarda oturuyorsunuz halen nankörlük ediyorsunuz!" diye kızıyor. çocuk "baba neden bizim hiç paramız yok?" dediğinde aile reisi en güzel evin onlarda olduğunu ve bu yüzden komşuların onları çekemediğini söylüyor.

  • ilave vergi türkiye ekonomisini düzeltmez, düzeltemez. bugünkü ekonomik sistemin temellerini atan kemal derviş, o zamanlarda bile tüketimden alınan vergi artışlarıyla yoluna sokulan kamu bütçesine ait bu çözümlerin geçici olduğunu ve ihracata yönelinmesi gerektiğini söylemişti.

    ithal mallara ek vergi getirerek çözülebilecek olan tek şey, iç tüketimdir. harcamalar durur ve sonunda devletin düşen vergi gelirleriyle bir de bütçe açığı oluşur. ithal mallara ek vergi uygulaması üretim araçlarına sahip olan ülkelerde işe yarayabilir, türkiye gibi bütün devlet bütçesinin tüketim üzerinden alınan vergiler üzerine inşa edildiği bir ülkede yaramaz, nedenlerine gelince:

    a) yüksek ara malı ithalatına bağımlı olan ihracat nedeniyle ihracatçının kar marjı oldukça düşük kalıyor. bu düşük kar marjıyla çalışmaya çalışan ihracatçıya getireceğiniz ek vergi adamın kar marjından yemekten başka bir işe yaramaz. devlet ihracatçının girdi maliyetlerini artırdığı gibi, ihracatçı satış fiyatını artıramaz. bu durumda, ithalatçı firma gider malı başka yerden alır, ihracatçı batar.

    b) her sıkıştığında zaten ötv kalemleri üzerinden nihai tüketim harcamalarına muhtaç bir devlet bütçesi var, her sene ufak ufak artırıyorlar. yani yarın sabah kalktığımızda bütün ötv kalemlerinde %100 artış yapamaz devlet çünkü aniden gelen yüksek artışlar tüketimi durdurur, başta alacağı gelirden de olurlar. devletin alternatif gelir kalemleri yaratabileceği bir ekonomik altyapımız maalesef yok.

    c) ötv'ye bu kadar yüklenilebilmesinin temel nedeni aslında talepteki inelastiklikten başka bir şey değil. ötv alınan tek kalem lüks otomobiller değil. başta akaryakıt olmak üzere, alkol ve sigara en çok ötv geliri elde edilen kalemlerdir. sade sodadan tıraş köpüğüne kadar birçok maldan ötv alınıyor ama en çok gelir elde edilen dört kalem, alkol, sigara, akaryakıt ve otomobildir.

    vergi artışına karşı talep fonksiyonu iki sonuç verebilir. talep inelastik olarak kalır, bütçe açığı düşer. akaryakıtta olan şey budur. dolar kurundaki artış birçok ekonomi yazarının geliştirdiklerini iddia ettikleri modele göre enflasyona onda biri kadar etki eder, en azından yazarlar bunu iddia ediyor ki bence daha bile fazla olabilir.

    tarlada sürülmesi için traktöre gereken mazottan, istanbul'daki hale gelmesine ve oradan marketlere dağılmasına kadar geçen sürede gıda ürünleri hep bir yerden bir yere taşınırlar. bu yüzden akaryakıt sürekli bu denklemin içine girer. günün sonunda, gıda harcamasını yine yapmak zorunda kalan vatandaş ise artan dolar yüzünden, artan doların üzerine binen vergi yükü yüzünden gıda fiyatlarındaki enflasyonla karşı karşıya kalır. bu durumda enflasyon artacaktır. zira gıdanın ağırlığı enflasyon sepetinde bir hayli yüksektir.

    talebin yeteri kadar inelastik kalamadığını ve piyasadaki tüketimin azaldığı örneklere gelecek olursak da, en belirgini otomobilden alınan ötv'dir. kur şokları ve vergi artışlarıyla satışlarda düşüş olur. satışlarda düşüş olması direkt olarak vergi kaybı anlamına gelmez fakat aşırı yüklü vergi artışı getirilirse vergi kaybı yaşanması mümkündür.

    alkol ve sigara otomobilden biraz daha farklıdır. bunlar otomobil gibi dayanıklı tüketim malı olmadıklarından dolayı, piyasada kaçak tüketimde yakalanmaları biraz daha zordur. bu da ciddi bir kaçakçılığa yol açar. son zamanlarda sürekli artan kendi evinde bira/rakı yapan insanlar, kaçak sigara içenler, kendisi tütün alıp saranlar bunlara örnek verilebilir. devlet bunlara da savaş açsa da, bu savaşı kazanabilmesi kolay değildir. zira suç bile olsa, ekonomik getirisi ötv arttıkça artacak ve daha çok insan bu işe girmek isteyecektir. kaçakçıklıkla mücadelenin en temel çözümü tam aksine, yerel üretimin de mümkün olabildiği alkol sigarada vergi yükünü azaltmaktır.

    akaryakıt kadar inelastik bir talep olmasa da, alkol ve sigara üzerindeki ötv yükü geliri azaltabiliyor.

    ayrıca, üretim ile alakalı bir süreç sonucu gelişmeyip tüketim üzerinden alınan ötv sonucunda, akaryakıt örneğindeki gibi talep inelastikken bu vergi artışı gerçekleşirse paranın dönüş hızı da artar. devlet bütçesinin her sene az da olsa açık verdiğini düşünürseniz, benzin alırken devlete ödediğiniz para aslında ortaya bir katma değer koymaz. bu durumda, devlete giden para gene devlet tarafından harcanarak tekrar piyasaya sürülür, sürüldükçe para tekrar akaryakıt üzerindeki bir vergi olarak devletin kasasına geri döner.

    ortada katma değerli bir üretim olmayınca, bu kadar sık piyasa/devlet arası el değiştiren para makro ölçekte yeni bir enflasyonist baskı yaratır. amerika'nın para bastığı qe2 dönemde bile 2012 yılı hariç türkiye'de enflasyonun bir türlü %7-8 altına düşmemesinin nedeni bütçe açığını kapatmak için ötv oranlarını yükselten hükümettir.

    aslında bu o kadar anlamsız bir şeydir ki para basmaktan sadece bir tık daha az enflasyon yaratır. devlet akaryakıt üzerindeki vergiyi artırır, başta bütçe açığı azalmış gibi kalır. ama devlet uzun vadede buradan gelen ek kaynağı da gerisin geri yeni memur alımından tut, savunma sanayi projelerine oradan otoyol ve köprü garantilerine kadar yeniden piyasaya sürer. akaryakıt ya da genel anlamda tüketimi oldukça yüksek olan herhangi bir inelastik talepli meta üzerinden alınan ötv artışı enflasyonu anında tetikler.

    enflasyondan devlet de etkilenir, aynı yatırımı yapmak için daha çok para harcamak zorunda kalır, memur maaşlarına zam yapmak zorunda kalır sonra bütçe açığı artar, bütçe açığı artan devlet tekrar ötv zammı yapar gene başa dönülür.

    d) şu öne sürülebilir. devlet zam yapar ama tüketim o kadar sert düşer ki devlet de buradan artık bütçe açığını kapatamaz hale gelir. evet bu da bir sonuçtur ama sonunda eğer kaçak tüketim piyasası oluşmamışsa tüketim tamamen durur. devlet kendi bütçesini denkleştiremediği gibi, mikroekonomide bir piyasayı da ortadan kaldırmış olur. ötv şoklarıyla otomobil piyasasında bu geçmişte birçok kez olmuştur. eğer gelecekte bir gün bu sorun akaryakıtta yaşanmaya başlanırsa, apokaliptik bir ortama gireriz. artan gıda fiyatları yüzünden yemek yiyemeyen milyonlarca insan bir anda birbirine saldırmaya ya da süpermarketleri yağmalamaya başlayabilir. bir dönem arjantin'de olan budur.

    e) şu sorulabilir. madem ithal üründe vergi bir işe yaramıyor o zaman trump neden vergi getirmeye çalışıyor?

    bu sorunun cevabı amerika ile türkiye arasındaki farkta gizlidir. c ve d şıklarına alternatif olarak bir opsiyon daha var. dışarıda üretilen malın türkiye'de üretilerek piyasada satılmaya başlaması. bu durum bunu talep ederek savunduğunuz bir iddiadır ama mümkün değildir.

    türkiye'nin ithal girdilerine baktığınızda katma değeri yüksek ürünlerin ve enerjinin baş sırayı aldığını görürsünüz. bu topraklarda bir anda arabistan gibi petrol çıkacak bir durum yok, zaten olsa satmak bir tarafa önce iç tüketimi karşılayıp ithalattan kurtulurduk. diğer durumsa, katma değeri yüksek bu ara malları kendi ülkemizde üretmeye başlamak olabilir bu da mümkün değildir zira katma değerli üretim büyük ölçekli yatırımlar ve nitelikli bir işgücü gerektirir. türkiye'de az sayıda bulunan bu işgücü de savunma sanayi sektörü, ki toplam cirosu içinde devletin payı çok yüksektir, ve birkaç yarı özerk devlet kurumları spk, epdk, merkez bankası vs. tarafından kullanılır.

    yani çok basit bir soru sorayım bmw üzerideki ötv'yi %500 yapınca kendimiz bmw kalitesinde, bmw fiyatına otomobiller üretmeye başlayamayız, çünkü yapacak olan mühendislerin %99'u ya savunma sanayinde çalışıyor, ya da çoktan yurtdışına gitti.

    amerika'nın bunu neden yaptığına gelecek olursak, amerika ile çin arasındaki ticaret dengesi çok farklı. amerika her yıl çin'e karşı 300 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. bunu vermesinin nedeni ise çin'in para birimi yuan'ı zorla düşük tutma yönündeki politikasından başka bir şey değil. ayrıca çin'de devlet kontrollü bir finans piyasası olduğundan dolayı, yani piyasanın derinliği olmadığından dolayı da amerika'dan elde edilen bu ticaret fazlası merkez bankasının kasasında yatıyor, çin'in dolar rezervi en son 3 trilyon doları geçmişti, yani türkiye ekonomisinin yaklaşık dört katı. evet çin merkez bankası isterse türkiye'yi dört yıllığına kiralayabilir. gsmh gelirdir, servet ise başka bir şeydir.

    bu problemi biraz daha açalım, diyelim ki çin'de de dalgalı kur sistemi uygulanıyor. ilk sene içinde çin anormal bir dış ticaret fazlası veriyor. bu para çin'in bankacılık sistemine dahil oluyor. tüketim ve harcamalarda herhangi bir kısıtlama yoksa, bankalar bu paradan para kazanmak için birçok tüketici kredisi vermeye çalışarak kredi faizinden para kazanmaya çalışırlar. haliyle de çin halkının harcama potansiyeli artışa geçer.

    bu artıştan çin'in ithalatı da nasibini alır ve ilk sene verdiği 300 milyar dolar fazla yerine ikinci sene daha az, sonraki sene daha da az fazla vermeye başlar. bir yandan da yuan değerlenir çünkü her sene az da olsa dolar rezervi artmaktadır.

    peki çin ne yapıyor? bu ticaretten gelen fazla dolarları iç piyasada tüketime asla yöneltmiyor. çoğunu merkez bankası rezervlerine atıyor, bir kısmını da devlet destekli işlerinde harcamak üzere kullanıyor. derin bir finansal sistem olsaydı, benim bankaya attığım 1 milyon doları alan banka bunu zorunlu karşılık gösterip başka birine ticari yada bireysel kredi olarak kullandırtır ve iç piyasayı canlandırırdı. ortada böyle bir durum da yok. yuan zorla düşük tutuluyor derken denmek istenen de tam olarak bu. ticaretten gelen dolar fazlası, iç piyasaya uğramadan merkez bankasına gidiyor.

    çin'de tamamen liberal bir serbest piyasa ekonomisi işlemiyor. bu nedenle de amerika, kendi kuruluş ruhuna tamamen aykırı olsa da, ek vergi ile ticaret duvarı uyguladı. bunu da bildiğim kadarıyla katma değerin görece düşük olduğu demir/çelik sektörüne uyguladı. nedenine gelince, zorla düşük tutulan yuan ve iç piyasada halkın refahını artırmayıp merkez bankasına atılan dolarlar çin'de işgücünü çok ucuz bir halde tutuyor.

    abd ve avrupa gibi servetleri büyük sermayeleri güçlü ülkelerde ise asgari ücretle dahi belirli standartların yakalanmasını sağlayan bir sistem var. aslında söz konusu çin olunca, bu standart türkiye'de bile var. türkiye'de asgari ücretin 400 dolar olduğunu çinli bir işçiye söyleseniz orada ağlamaya başlar. görece katma değerin düşük olduğu bir sektöre vergi duvarı koyduğunuzda ise, atıl duran niteliği düşük işgücü anında çıktı üretmeye başlar. dolayısıyla amerikan iç piyasasında, bu 50 milyar dolarlık iç piyasa düzeni çok çabucak kurulur. ayrıca katma değeri yüksek bir sektör dahi olsa, amerika gibi parası rezerv olan ve yıllarca sanayiye öncülük etmiş olan bir ülkede yerli piyasasının canlanması çok zaman almaz, zira türkiye'de olmayan nitelikli işgücü ve sermaye sıkıntısı çekilen bir ülke değildir amerika birleşik devletleri.

    özet: ithal mallara ek vergi getirerek piyasayı düzeltmeye kalkmak amerika'da işe yarasa da türkiye'de pek işe yaramaz. oransal olarak ciddi bir ek vergi ya inelastik talebi zorlayarak enflasyon yaratır ki bu iyi senaryodur, ya da talebi bitirerek hem o sektörü bitirir, hem de o sektörden gelecek vergi gelirlerini ortadan kaldıracağından dolayı bütçe açığını büsbütün artırır. ilave verginin işe yaraması için aynı piyasanın üretim ihtiyacının içeriden karşılanması gerekir ki mevcut beşeri ve maddi sermayesiyle türkiye bunu yapacak durumda değildir. çünkü bunun olması için ya ülkeden petrol fışkırması gerekir, ya da bir anda nitelikli işgücünde bir zıplama ve buna eşlik edecek sermaye gruplarının oluşması gerekir. ayrıca ithal girdiye olan ihtiyacı nedeniyle ithal mal üzerine eklenecek verginin ihracatı baltalayarak, dış ticaret açığı daha beter artırması riski de vardır.

  • + ssg hanginiz lan?
    - benim!
    - bende ssg'yim.
    - bende!
    - bende!
    - ben de!
    + sen gel bakayim benle.
    - ben mi?
    + evet sen, de'yi ayri yazan. bak mi'y' de ayirdin. saklanabilecegini mi sandin?