hesabın var mı? giriş yap

  • bir yerde okumuştum "annesinden önce uyuyanların derdine inanmıyorum" diyordu.
    geçen akşam erken uyudum. sonra kalktım yüzümü yıkadım. her zaman olduğu gibi yüzümdeki tuz eksilmedi.
    çay içermisin oğlum diye seslendi annem, ses yankıyı yerinden oynatıyordu ama görüntü yoktu.
    sesin hangi odadan taştığını öğrenmeye çalışırken bir demlik çayla oturmuş annemi gördüm bir başına.
    öyle yalnız, öyle kimsesiz, öyle karanlık.
    bütün dertleri bir araya getirsen, böyle bir dert oluşmazdı.
    kaç sene oldu hatırlamıyorum, bu kadar çok ağlandığını.

  • ulan o halde bile hala kuyruk sallıyor. utanmaz arlanmaz ya. komple danaya dönüşse yine akıllanmaz bu kadın.

    neyse biz kuranı yırtan kızdan devam.

  • 67-68'inin hastasıyım. ilginç olansa bu mustang arabanın ismi neden bir at ismi? yani o zaten ayrı bir hava katıyor benim gözümde, daha ayrı bir yere konumlandırıyo eyvallah da neden ismi mustang, logosu da at olmuş abi?

    baya eskilere gidiyoruz o zaman cevabı bulmak için:

    ford yeni bir spor araba tasarlamaya başlar (üretim yılı 1964'lere tekabül ediyor). bu arabanın gücünü göstermek adına birkaç isim arasında gidip geliniyor. merak edenler içinse kararsız kaldıkları isim seçenekleri şöyle: mustang, cougar, torino ve venice. neyse bunlar hangisi olsun diye karar vermeye çalışırken aracın yönetici tasarımcısı olan john najjar mustang ismini ford'a öneriyor. sebebi ise 2. dünya savaşı p-51 mustang savaş uçağına beslediği hayranlıkmış. bu denli önemli bu uçaklar için "gökyüzünün vahşi atları" deniyormuş. bu uçağın 2. dünya savaşındaki başarısı nedeniyle uçağın ismini-mustang- bu arabaya yakıştırmış. böylece bu efsane arabanın ismi mustang(yabani at), logosu da bu sebepten at olmuş.

    merak edenler için daha detaylı bilgilerle ----> kaynak

  • filmin baş tarafındaki yanık bölümün geçilmesi amacıyla ilk bir kaç pozun çok da gerekli olmayan çekimlere harcandığı, film makarasının sonunda ise "hadi yaaaa!.. bitti!.." diye hüzünlere gark oldunduğu zamanlardı. geziye gidildiğinde yanına bir kaç makara fazladan boş film almaktı. başkalarının pozlarını çektiğinde kendine de kalsın diye fotoğrafçıya "kafa + 1 sayıda basılacak usta!.." diye tembihlendiği, manzara pozlarında ise bazı şaşkın fotoğrafçıların "ulen kafa yok ama iyisi mi iki tane basayım bundan..." diyerek hesabı şişirdiği günlerdi. okul gezilerinden sonra fotoğraflar dağıtılırken para toplama ya da para verme telaşıydı. önce birer tane örnek baskı alınıp daha sonra çoğalttırılırken, "ulen bu da falancanın filanca kuzeniymiş, nerden görecem herifi bir daha?!?" deyip sayıya dahil edilmediği, sonra da o falancanın "aaaa, kuzenim için yok mu?!?" diye arıza çıkarttığı bir dönemdi.

    hey gidi hey.

  • başlık: en komik fıkralar

    36. sihirli bir kurbağa ormanda yalnız yaşıyomus. bir gün etrafı gezmeye cıkmış ve önüne ilk çıkan bir ayı ve tavşana kıyak yapmak istemiş. "3 şey dileyin benden ne dilerseniz" demis.
    ayı;"bu ormandaki tüm ayılar dişi olsun ve hepsi bana hasta olsun."
    kurbağa hemen yerine getirmiş isteği.
    tavşan; "bana bir kask ver" demiş
    o da hemen olmuş ama ayı
    içinden "manyak mı bu tavşan çuvalla para istesin istediği
    kadar kask alsın. deli bu ya" demiş.
    ikinci istek olarak ayı yine;
    "yan ormandaki tüm ayılar dişi olsun ve hepsi beni arzulasin" demiş.
    abraka dabra !
    o da tamam tavşan;
    "bana bi motosiklet verin" demiş ve yerine gelmis ama ayi iyicene şaşirmis. bu tavşan deli olmalı diye düşünmüş.
    sıra gelmiş son isteklere

    ayi; "bu gezegendeki tüm ayılar dişi olsun ve hepsi benim yanımda olsun" demiş.
    kurbaga bu isteği de hemen yerine getirmiş.
    tavşan önce kaskı takmış, motora binmiş ve marşa basıp motosikleti çalıştırmış.
    son isteğini söyleyip gaza basmış:

    " bu ayı ibne olsun!"

  • elektrikli süpürge için yaptığım araştırmayı atomu parçalamak için yapsaydım, kerataları kafa kafaya tokuşturup parçalar, üstüne boyutlar arası geçit açardım. hangi süpürge evdeki ihtiyacı bana tatava yapmadan çözer diye ararken kafaları yedim, kafama huni takıp delirdim. satıştaki ürünlerin altına yazılan yüzlerce yorumu gözümü belerte belerte okurken hangi yorum parayla satın alınmış, hangisi troll, hangisi gerçek deneyimini adam gibi anlatmış çözmeye çalıştım. çözemedim! battıkça battım! süpürge belası memlekete çiçeği burnunda bir deli kazandırdı bari eli süpürgeli deliler kulübüne yenileri eklenmesin diye naçizane deneyimimi yazıyorum.

    delirmeden önceki güzel zamanlarda, aklı başında mantık yürütebildiğim tek konu ihtiyacımı belirlemekti. halının üzerine sakız gibi yapışan kıl topaklarına gözünün yaşına bakmadan dalan bir makineye ihtiyacım vardı. niye? çünkü ablamla ben eve taşınırken annemin etmeyin uyarılarını göz ardı edip, odalarımızı boydan boya halı yaptırarak gerizekalılıkta yeni bir çığır açmıştık. diyorsunuz ki “yuh! en son 80’lerde duvardan duvara halı vardı!” a ha biz de 90 başlarında bu modayı yaşarız yaşatırız dedik! halt ettik! annem zeka seviyemizden umudu kesip kendi odasını mis gibi parke yaptırdı. biz de üstüne ağır mobilyalar yerleştirilince söküp atma olasılığı ortadan kalkan halıyla baş başa kaldık. aradan yirmi küsur yıl geçti. bu mendebur halılar kendince üreyip gelişen kolonilere dönüştü. üstlerinde neyşınıl ceografik’e 10 yıllık belgesel yapacak çeşitte yaşam biçimi türedi.

    ben dedim ki “yetmez!”. “neden evde kedi beslemeye başlamıyorum? kedi kılları da eksik kalmasın halıdan!” kediler de kedi değil dana çıktı! mırıl mırıl oturacaklarına, halının üzerinde güreş müsabakalarına tutuşmaya başladılar. birbirlerinin ağzını gödünü gebertirken (buradan serkan altuniğne’ye selam olsun), tüy topaklarını halının üzerine sıvadılar da sıvadılar! halı eskiden maviydi. bu danaların tüyleri üstünü kaplayınca rengi sarıya döndü. işte o zaman dedim ki “halıya müdahale zamanı geldi. sorunumu ancak yeni nesil bir süpürge çözer.”

    işte süpürge batağına ilk o zaman düştüm. baktım markaların, çeşitlerin içinden çıkamayacağım, kısa yola saptım. philips’in namlı bir serisi vardı. altında yüzlerce yorum yapılmış, herkesin al diye tavsiye ettiği bir ürün. ucu böyle led ışıklı. burnunu ittirdikçe kenara köşeye saklanan cümle toz topağını fara yakalanmış tavşan gibi ortaya seriyor. bir de dyson ünlü. evdeki danalara özel süpürge çıkarmış, tüylerin gözünün yaşına bakmıyor. ama meret öyle bir pahalı ki yanına varmak mümkün değil. philips'i aldım. büyük hevesle kullanmaya başladım. halıyı süpürüyordu süpürmesine. topak topak tüy-toz da topluyordu. ama asıl mucizeyi düz zeminde gösterdi. bunun farlarını yakınca parkede, fayansta ne var ne yok ortaya serdi. ışıklar yol gösterdi ben vurdum bellerine süpürgeyi! ancak bu tatmini halıda yaşayamadım.

    gün günü kovaladı, philips'le mutlu mesut günlerimiz sürerken mucizeyi başarıp ev edindim. süpürge arayışı yine başlayınca huni de kafamdaki yerine geri döndü. seviyordum eldeki süpürgeyi, ama halıyı yeterince tokatlayıp tepeleyemiyordu. dyson fiyatta yine imkansızları oynuyordu, almak mümkün değildi. benim evin eski sahibi olan kadın geldi aklıma. zehir gibi akıllı kadındı. eşyam olmadığını duyunca adeta ruhumu sondajlayarak gözlerimin içine bakmış “miele al! miele!!!” emrini vermişti. çok pahalı marka olduğunu biliyordum, ama baktım dyson’dan ucuz. biraz takip ettim. ekonomik olan çeşidinin philips’ten ucuza satıldığını fark ettim.

    sonra bir sabah ansızın ani bir indirimin gazına gelip miele'nin beyaz modelini yutuverdim. dedim bizim duvardan duvara halı bunun sınavı olacak. o halının altından kalkarsa verdiğim paranın her kuruşunu helal edeceğim. miele bu halıya bir girişti, yirmi küsur yılın kirini pasını yola yola, kanırta kanırta çıkarmaya başladı. aynı noktanın üstünden her geçişte yeni bir katmanı gözümün önünde yerinden yurdundan etti. millet hep yorumlara “bilmem neyle süpürünce halının rengi canlandı, çıkan pisliği görünce gözlerimiz belerdi” yazardı, ben de “hadi len! ikstirin ordan!” diye çemkirirdim. halı hakkaten maviye döndü. ama inadım inat, o cümleyi kurmayacağım.

    çook uzun lafın kısası, aynı evde hem philips hem miele kullandım. sonuç şu: halı manyağıysanız, inadına evi tepeleme halıyla dolduracaksanız miele alın, ama unutmayın. halıya mahalle kavgasına tutuşmuş kadınların birbirinin saçına daldığı gibi yapışıp bırakmıyor. havalara kalkan halıyla cebelleşecek ama sağlam temizlik yapacaksınız.

    benim gibi halıdan nefret etmiş, evinde bir kilim bile görmeye katlanamayacak gruptansanız led ışıklı philips alın. o başlık sadece düz zeminleri süpürmek için tasarlanmış. ama kirin pasın yerini olduğu gibi gösteriyor. toz topaklarını lüp lüp içine çekişini görmenin zevki hiçbir şeyde yok.

    ve bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrı gösterenlere armağan olarak en son, ama en can alıcı tavsiyem: göz diktiğiniz süpürgeyi internetten alacaksanız sabahın olabilecek en ama en erken saatinde verilen fiyatları takibe alın. saat 7’den önce 3100 lira olan süpürgenin yediden sonra 3999 liraya yükseldiğini göreceksiniz. bu da altın tavsiyelerin altın vuruşu olsun.

  • balığın kuyruğu ve kafasını neden hep kendi tabağına koyduğu büyümeden anlaşılmayan kutsal varlık.