hesabın var mı? giriş yap

  • yediği kazıklar boyunu aşmış adam.

    kronolojik olarak sıralarsak;

    -2011: boyu kısa diye eziklediler. hırs yaptı. draftta seçildi. ama 60. sıradan.
    -2012: son sıra seçimi olmasına rağmen nba'e girdi. iki kere batıda ayın çaylağı oldu, en iyi ikinci çaylak beşine seçildi.
    -2014: 3. yılında 20.3 sayı ortalamasıyla oynadı. ama savunma yapamıyor dendi, beğenilmedi. alex oriakhi diye bir adam karşılığında phoenix'e takaslandı.
    -2015: phoenix'de dragic ve bledsoe'nun arkasında kaldı. yarım sezon sonra boston'a takaslandı.
    2016: bench skoreri diye gittiği boston'da ilk beşe yerleşti. coştu. all-star seçildi.
    2017: azdı. 28.9 sayı ortalama yaptı. ikinci kez all-star seçildi. en iyi ikinci nba beşine seçildi. kız kardeşinin trafik kazasında öldüğü günün akşamı ağlayarak maça çıktı. sonra kalçasından sakatlandı.sakatlığı ciddi değil dendi ama karısıyla evlilik yıldönümlerini kutlarken cavaliers'a takas olduğu açıklandı.
    2018: kalça sakatlığı yüzünden ocak ayında dönebildi.maç eksiği olduğu için formsuz başladı. paul pierce forma emeklilik törenimde isaiah videosu izlemek istemiyorum dedi. rondo; isaiah boston için kim ki dedi. eziklendi.
    şu aralar savunma yapamıyor deniliyor. takımın başarısızlığının sebebiymiş gibi gösterildi. yine takas edilmek isteniyor. isaiah en son çıkıp: "artık takas olmak istemiyorum" dedi.

    gelen giden vurdu çocuğa bakalım sonra ne olacak.

    not: gerçekten savunma yapamıyor.

    edit: şimdi de lakers'a takas oldu.

  • 15 kasım 1957’de bir gün içinde kaydedilip, 1958 yılında prestige’den prlp 7130 koduyla yayınlanan red garland quintet albümü.

    albümün harikuladeliğini anlatmaya başlamadan önce, kaydın bir yönüyle, abd’lilerin çok sevdiği “redemption” olgusunu kısmen de olsa karşıladığından söz etmek gerek. zira piyanoda hünerlerini sergileyen grup lideri red garland’ın, tenor saksafonda john coltrane’in ve davulda art taylor’ın ortak özellikleri, aynı yıl içinde miles davis’ıin grubundan kovulmuş olmalarıydı.

    1957’nin mart’ında miles, önce uyuşturucu problemleri nedeniyle trane’i gruptan atar. 6 ay sonra art taylor, miles’in istediği gibi çalmaması nedeniyle laf sokmalarına dayanamayıp bir kulüp programının orta yerinde grubu terk eder. miles, hemen bir hafta sonra da, red garland’ın işine son verecektir.

    aynı yılın sonbaharında, trompette donald byrd ve basta george joyner ile biraraya gelen ekip, new york kulüplerinde geçirdikleri ısınma turlarından sonra soluğu bob weinstein’ın prodüktörlüğünde, 50’lerde ve 60’ların başında neredeyse bütün efsane albümlerin kaydedildiği new jersey’deki van gelder stüdyosunda alırlar.

    36 küsur dakikalık süresiyle, tarifsiz bir keyiftir “all mornin’ long”...

    red garland’ın albümle aynı adı taşıyan blues’u, bir hard-bop klasiği için ne enfes bir başlangıçtır öyle. dile kolay, parça 20 dakikanın üzerindedir. 7. dakikasında red garland beklemekten sıkılıp idareyi eline alana kadar, byrd ve trane, dinleyenlerin saksafon ve trompet sololarının nerede değiştiğini takip edemeyecekleri kadar yumuşak bir “elim sende” oynuyorlar adeta. garland dur demese, 20 dakikalık şarkıyı, kendi aralarında kotarmaları işten bile değil. ritim trio işte tam da bu dakikada şarkıyı devir, dinleyiciyi ise hipnotik bir zapturapt altına alıyor.

    garland’ın taşıdığı yerde vazifeyi, 15. dakikada basçı george joyner (müslüman olduktan sonra alacağı adıyla jamil nasser) alıyor. o, dakikalar süren enfes solosunu atarken, art taylor ve garland arkada, onun bıraktığı boşlukları öyle güzel dolduruyorlar ki, joner’ı dinlerken kendinizi bulutların üzerinde yürümenin ama yere düşmemenin şaşkınlığını yaşarken buluyorsunuz.

    (kore savaşı’na katılıp zaman kaybetmeseydi, cazın bu altın çağında eminim çok daha iyi yerlere gelecek olan joyner, kendi döneminde, genç yaşında efsane mertebesine pek çabuk ulaşmış paul chambers’ın gölgesinde kalmıştır kaçınılmaz olarak.)

    yine, gershwinler’in zamansız klasiği “they can’t take that away from me”nin leziz kayıtlarından biri de bu albümün ikinci sırasında yer alır. ekip bu defa, 10 dakikalık şarkı boyunca joyner’a aynı özgürlüğü tanımaz. fakat joyner, parça boyunca üflemelilerin bıraktığı her nefes boşluğunda başını çıkarıp dinleyiciye gülümsemekten de geri durmaz.

    albüm, bir tadd dameron bestesi olan our delight ile hızlı fakat yumuşak bir iniş yapar.

    red garland quintet’in bu leziz albümünü, (kanımca çok da hak etmesine karşın) caz tarihinin ilk 10 ya da ilk 30 listelerinde bulamazsınız. sırf bu özelliği ile bile, insana bir keşif yapmanın, ona sıkı sıkı sarılmanın hazzını yaşatır her dinleyişte.

    1. all mornin’ long (garland) – 20:21
    2. they can’t take that away from me (gershwin) – 10:28
    3. our delight (dameron) – 06:18

    red garland – piano
    john coltrane - tenor sax
    donald byrd – trumpet
    george joyner - double bass
    art taylor - drums

    not: girişte “redemption” dedik ama, sanılmasın ki bu ekip ile miles arasında bir gönül kırgınlığı vardı. albümün kaydedildiği kasım ayında garland ve coltrane, miles’dan gelen gruba yeniden katılma teklifini kabul etmişlerdi bile. zaten hemen bir ay sonra, aralık 1957’de başlayacak o birlikteliği de, (cannonball, philly jones ve paul chambers’ın eşsiz katkılarıyla elbette) ertesi sene efsanevi “milestones” albümü ile taçlandıracaklardı.

  • "maradona zaman zaman maradona oluyordu, messi ise her gün maradona." - jorge valdano

  • bazen sonuçları düşünülenden çok farklı olabilen görüşme.
    çok rahat ve beklentisiz olunca, özgüveni fazla ve iş bitirici bir görüntün mü oluyor nedir bilmiyorum ama şu anki iş için görüşmeye geldiğimde hali hazırda başka bir yerle anlaşmak üzereydim. ve çok rahattım.
    ben değil de sanki onlar giriyordu görüşmeye. ‘’iş beni tatmin eder mi, parası iyi mi, çalışma saatleri insani mi’’ gibi kıvırmadan ve net sorular sordum. sonra pazarlık başlayınca, kusura bakmayın ben bu paraya çalışamam dedim, çıktım.
    ardından defalarca aradılar ve beni ikna ettiler. parası anlaştığım diğer yere denk getirilince ve artı olarak evime yürüme mesafesinde olunca hayır demek aptallık olacaktı.
    ve işe başladıktan sonra bana söylenen ‘’rahatlığım ve mantıklı sorular sormam’’ sebebiyle tercih edildiğimdi.
    ben de ‘’kimin kimi tercih ettiğini tartışılır’’diyerek kovulma yolundaki ilk salaklığımı yaptım. ama şaka yaptığımı sanarak güldüler. ‘’bir de espri yeteneği iyi, ehiehihi’’ diye söylenerek gittiler.
    deliler.

  • davayı kaybederse örnek teşkili bakımından dönüm noktası olabilir, cidden benzersiz bir dava oluyor. ama bi şekilde kazansa bile, kendi reputasyonunu bitirdi, yani her şey ortada videolu kanıtlı, nasıl kameraya oynadığı, nasıl yalan söylediği, nasıl kocasını aldattığı, nasıl şiddet uyguladığı, nasıl adaleti yalan delillerle kandırmaya çalıştığı.. bunlar uzar karının vukuatları bitmiyor. daha kötüsü gerçekten şiddete uğrayan kadınların ilerideki hak arama proseslerini riske soktu. korkunç bir kadın, korkunç bir iki yüzlü, korkunç bir sosyopat.

  • ya işte bu durum bana bir garip geliyor.
    mesela 20 yaşındaki adamın ağlamasına daha çok sevinirim.
    neden mi? en azından araştırıp öğrenip sevmiş ve bunun duygusuyla ağlamış olacak.
    halbuki bu çocuğun ağlaması tamamen doğmatik bir sanrı gibi yani kabullenmişlikler üzerine kurulu bir figürü seviyor. neden sevdiği konusunda bir fikri bile yok. fikri varsa bile kendi fikri değil.
    amacım atatürk'ü değersiz kılmak değil aksine kabullenmişlikler ile değil de gerçekten bir sevgi oluşmasını istiyorum.