hesabın var mı? giriş yap

  • şlsdşlasşdlşasdlsd

    oğlum böyle fanteziler aslında var, videolarda filan denk geliyoruz. ama şöyle bir cümle türkiye'de kurulur "ben size kendi kafanıza göre hareket etmeyeceksiniz demedim mi?" en son askerde bölük komutanı revirciyi böyle dövmüştü.

    o kız değil kıdemli üsteğmen hacı.

  • sanırım biraz arada kaynayıp giden hlynur palmason'un son uzun metrajı. halbuki bilhassa sinematografisi olmak üzere dikkat çekici yanları var.

    19. yüzyılda geçen filmde, bir rahip, kilise inşa etmek üzere danimarka'dan izlanda'ya doğru sonu bilinmez, zorlukları öngörülemez bir yolculuğa çıkıyor. yanında bir takım eşyaları ve sırtında da fotoğraf makinası var, ki daha sonra fotoğraf makinası filmin ana izleğinin önemli bir parçası hâline geliyor. seyirci de bu yolculuk boyunca yalnızlığın karanlığına, sarsıntılı inanç sorgulamalarına, ölümün ve yaşamın koyu ve parlak kıyılarına davet ediliyor. tüm bunlar bazen görkemli, bazen ürkütücü, kimi zaman da hayranlık uyandırıcı ıssız sahipsiz manzaralarla destekleniyor.

    ***

    zaten filmin henüz başında ''izlanda'da bir tahta kutu ve danimarkalı bir rahip tarafından çekilmiş 7 fotoğraf bulundu. bunlar güneydoğu sahilinin ilk fotoğraflarıdır, film de bu fotoğraflardan esinlenmiştir'' uyarısı ile karşılaşıyoruz. ancak yönetmen palmason'un belirttiğine göre bu aslında kurmaca bir uyarı. yine de başlangıçta böyle bir uyarı ile filmi izlemek ister istemez farklı tahayyül noktalarını çalıştırıyor, empati kurmaya dair arzuyu tembelliğin esaretinden kurtarıyor. ayrıca rahibin kullandığı makinanın çerçeve oranı 4:3 olduğu için filmin de aynı çerçeve oranı ile seyirciye sunulmuş olması, belirli bir düşünce ve amaçla yapılmış olmasından dolayı fena fikir olmamış.

    rahibin rehberle kurduğu bağ ile yerel halk ile kurduğu iletişim filmin ilk kısmını oluşturuyor. iletişime hevesli ve amacından emin görünen rahip, rehberin kaybıyla birlikte ikisini birden kaybediyor. iletişimi derhal, amacını ise yalnızlıktan doğan hevessizliği sayesinde ağır ağır, yavaş yavaş, her anını hissederek ve seyirciye de hissettirerek kaybediyor.

    girdiği derin yalnızlıkta sığındığı iki şey var: biri elbette doğal olarak inancı, ikincisi ise fotoğrafları. ancak yaşadığı her yeni zorlukta gücü ve inancı biraz daha tükeniyor; yalnız başına kaldığı anlarda sürekli olarak bir işaret, bir kolaylık, yeni bir yol açılması için dua ediyor ama bunlar cevapsız kalıyor. bir başınalık hâli sürekli ve artan biçimde devam ediyor.

    bu noktada makina, rahibin elindeki tek somut varlık, iletişim kurabildiği tek dil, yalnızlığını gideren tek arkadaş hâline geliyor. bir kadınla yakınlaşabilmesi bile bu makina sayesinde gerçekleşiyor. ve yerel halkın geri kalanıyla da. bir noktadan sonra sanki bir rahip değil de bir fotoğrafçıymış gibi davranmaya başlıyor. kilisenin tamamlanmaya yaklaşması veya tamamlanması kendisinde en ufak bir heyecan, herhangi bir duygu uyandırmazken, fotoğraf çekmek sevinç, öfke gibi keskin duygularını harekete geçirebiliyor. artık sevdiği ve belki de inandığı şey fotoğraflar ve makina olmaya başlıyor.

    ancak finalde ''artık bunu taşıyamam, bu ekipmandan bıktım'' diyerek onu da yere atıyor. rahip böylece onu tüketen, değiştiren, sorgulatan ve yalnızlaştıran yolculuğundaki tüm her şeyden kurtulmuş oluyor. yolculuğun en başında sahip olduğu her şey (inancı, rehber, makina, heves, tutku, amaç) tam anlamıyla bitmiş, rahip de tükenmiş oluyor ve yolcuğu artık orada son buluyor. zaten sonunda da yabancısı olduğu, ilk önce gelmek, sonra kaçmak istediği onu tüketen topraklarda doğaya karışıp gidiyor. yani ölümünde bile değişim son bulmuyor.

    ***

    senaryo pek orijinal sayılmaz, işlediği konuyu ilk kez işlemiyor, sinemayı da yeniden keşfetmiyor. ama yine de her şeyin çılgın gibi hızlandığı, hızlı kurguların birbirleriyle yarıştığı, seyircinin dikkatini dağıtmamak için sürekli olarak bir aksiyon-hareket çizgisinde filmlerin yapıldığı günümüzde kendinden emin şekilde dakikalarca uzun çekimler yapan, seyirciye tefekkür aralığı bırakan, görkemli manzaraları da uzun uzun sunmaktan çekinmeyen, yavaş temposuyla bir yandan masalsı bir his veren bir film.

  • demin vedat milor'un ziyaretine denk geldim..

    nusret abimiz dedi ki "cumhuriyet tarihinin en iyi dönerini yapıyoruz..".

    size bu özgüveni aşılayan, her hafta bi araba parası döken o tayfanın amk. yaşın daha 40 yok her boku siz en iyi yapıyonuz demi. he..

  • 9 altın kuralı olan spor dalı.

    1- daima gözünüz rakipte ve topta olsun
    eğer gözünüz daima topta olmazsa her zaman acemi bir oyuncu gibi oynarsınız. rakibiniz topa vururken ve özellikle eğer rakibiniz arkanızdaysa, o, topa vuruncaya kadar hareketlerinden ve kol açış şeklinden yapacağı vuruşu anlamaya çalışınız. yoksa topu gördüğünüz anda harekete geçmek için çok geç kalmış olursunuz.

    2- daima "t" noktasına hakim olun
    vuruşunuzu daima kortun köşe noktalarına hedef almalısınız ki, rakibinizi "t" noktasından uzaklaştırın ve o, vuruşunu yapmak üzere köşelere gittiğinde, siz bir dahaki vuruş için "t" noktasına hakim olarak bekleyişe geçin.

    3- rakibinizi köşelere sürün
    rakibinizi vuruşlarla köşelere sürebildiğiniz takdirde, siz daima "t" noktasını alırsınız. böylece rallilerde siz hep hücumda, rakibiniz hep savunmada kalır. arka köşelere ulaşan uzun vuruşlar, ya ön duvarın ortasına çok sert vurularak elde edilir ya da ön duvarın yüksek noktasına yumuşak "lob" vuruşlarla sağlanır.

    4- servislerinizi çeşitlendirin
    en yararlı servis stili, rakibinizin omuz hizasında, yan duvarı yalayan yarım "lob" vuruşlardır. squash’ta sert servis, iyi rakipler karşısında hiç bir işe yaramaz. en iyi servis yukarıda tarif edilendir. ancak, zaman zaman servis şeklinizi değiştirip kortun ortasına düşen servisler kullanırsanız, rakibi şaşırtarak avantaj sağlayabilirsiniz.

    5- servisi, paralel ve ön alt köşeye inecek şekilde karşılayın
    normalde rakibiniz servis attıktan sonra kolayca "t" noktasına hakim olacaktır. squash’ta servis atmanın tek avantajı "t" noktasına hakim olmaktır. ancak siz servisi karşılarken topu paralel ve yan duvara çok yakın olarak ön alt veya arka dip köşeye indirebilirseniz, rakibinizi "t" noktasından sürüp bu avantajını kaybettirebilirsiniz.

    6- çapraz vuruşlar geniş açılı olmalıdır
    rakibinizin "t" noktasında olduğunu ve sizin onun arkasından çapraz vuruş yaptığınızı farz edelim (ki bu squash’ta en çok kullanılan vuruştur). bu çapraz vuruşu tam doğru açıyla arka köşeye ulaşacak şekilde yapamazsanız. ya rakibin "t" noktasında vole ile topu almasına imkan verirsiniz ya da topunuz ön duvardan sonra, arka köşeye gitmek yerine, yan duvardan bant alarak kortun ortasında kalırsa, "t"deki rakibinizin kolayca topu öldürmesine fırsat verirsiniz. arka köşeyi bulacak doğru açılı vuruşları yapabilmek için, ön duvarda hedef aldığınız bant noktasını çok dikkatli seçmelisiniz.

    7- oyununuzu daima çeşitlendirin
    devamlı aynı tarz oynayarak rakibinizin tarzınızı ezberlemesine fırsat vermeyiniz. bu şekilde rakibe erken hareket etme fırsatı verirsiniz. zaman zaman sert, zaman zaman lob veya kesik vuruşlarla rakibi şaşırtın. böylece oyunun insiyatifi daima sizde olur.

    8- gereksiz hatalar yapmayın
    özellikle rakibiniz servis atarken, riskli vuruşlar yaparak puan vermeyin. gösterişli vuruş ve hareketleri sadece açık farkla önde olduğunuz anlarda deneyin. alt çizgiye yakın oynamak gereksiz yere tenekeye vurma riskini getirir. bundan özellikle kaçının. kritik anlarda maceraya girmeyin.

    9- rakibinizi koşturun
    rakibinizi hareket ettirin ve yorun.

    bu da benden
    ona küçük süprizler yapın.

  • insanların makyajlı-makyajsız hallerine şaşıran insanların ekseriyetle kız arkadaşı olmamış erkekler ve ne kadar makyaj yapsa da güzelleşemeyen kadınlar olduğunu sanıyorum.

    ünlü veya değil insanlar böyledir. bir insanı ilk görüşmelerinizde makyajlı gördüyseniz ilk makyajsız gördüğünüzde size çirkin gelir. eğer ilk görüşmelerinizde makyajsız gördüyseniz, ilk makyaj yapışında "vay be güzel kızmış" etkisi yaratır. makyajın gücü*

  • (bkz: balkon)

    arkadaş sen nasıl rahat düşkünü,açık hava sevdalısı bir adamdın ki balkonu buldun? hiç mi korkmadın bunun altına da destek falan koymadık ama yıkılır mı acaba diye? pencere neyine yetmedi aq?

  • yol tutuştan daha çok muazzam bir şöför barındıran video.

    o arabayı oradan kurtarmak gerçekten büyük iş.

  • istanbul erkek lisesi'nde bir almanca sınavı: kağıdın bir yüzünde bir hikaye, diğer yüzünde "hikayenin içeriğini özetleyiniz" şeklimde bir soru (inhaltsangabe). kağıdın hikaye olan yüzüne bakmak zahmetine katlanmayan bir arkadaşım, kafasından hayali bir hikayenin özetini yazıp, sonra da bize "yaa siz nasıl bir hikaye uydurup yazdınız" diye sormuştur. sonuç: içerik notu:1, gramer notu:2 (10 üzerinden)

    (edit: entry kötülenmiş. serdar? sözlükte misin lan, sen mi kötüledin oğlum, ne kızıyorsun lan komikti işte yazmayalım mı?)