hesabın var mı? giriş yap

  • "tzaousios" (çavusios) adıyla doğu roma imparatorluğu'nda da hem bir askeri rütbe hem de bir saray unvanı olarak kullanılmış türkçe sözcük ve askeri rütbe.

    çavuş sözcüğünün kökenine bakıldığında göktürkler'e kadar gitmek gerekiyor. orhun yazıtları'nda da geçtiği bilinen çabış unvanı muhtemelen ulak ya da vezir gibi manalara gelmekteyken sözcüğün kökeni olan "çabmak" fiili ise "haykırmak, bağırmak, sesle çağırmak, haber vermek" gibi hem birbirine yakın hem de birbirinden farklı anlamlara gelmektedir. göktürkler ve uygurlar'da kullanıldığı bilinen bu rütbenin daha sonra "dûrbaş" adıyla gazneliler ve iranî devletlere geçtiği de tarihçilerce ifade edilmektedir.

    (bkz: pers rönesansı/@ncpzbsn)

    doğu roma imparatorluğu'na dönecek olursak; kuvvetle muhtemel malazgirt sonrası anadolu'nun hızlı türkleşmesini takiben sözcüğün yunanca sesletilmiş versiyonu olan "tzaousios" ifadesi imparatorlukta günlük kullanıma girmeye başlamıştır. bu unvana sahip bilinen ilk doğu romalı asker konstantinos margarites'tir. kendisi, bugün kabaca balıkesir ve çanakkale yöresine tekabül etmekte olan neokastra theması içerisinde çok hızlı yükselen bir asker olarak üstün hizmetler vermiş ve bu başarıları da dönemin iznik imparatoru ioannes vatatzes'in kulağına gitmiştir. margarites'i iznik'e çağırtan imparator, tarih araştırmacısı mark bartusis'in belirttiğine göre bu askere "megas tzaousious" yani "büyük çavuş" unvanın bahşetmiş ve kendisini sarayına aldırmıştır. margarites'in ve daha sonraki çavuşların saray içerisinde tam olarak nasıl bir görev üstlendikleri net olmasa da kuvvetle muhtemel askeri bir görev ifa ettikleri ve kelimenin etimolojik kökeninden hareketle tahminen saray ile thema birlikleri arasındaki iletişimin verimli bir şekilde sağlanması gibi bir misyona sahip oldukları speküle edilebilir.

    iznik imparatorluğu, paleologos hanedanı önderliğinde yeniden konstantinopolis merkezli doğu roma imparatorluğu'na evrildiğinde de kullanılmaya devam eden bu unvanın bilhassa 14'üncü ve 15'inci asırlarda ise saraydan ziyade imparatorluğun uzak toprakları olan despotluklar bünyesinde kullanıldığını ve tamamen askeri bir terime dönüştüğünü görmekteyiz.

    14'üncü asırda bilhassa vilayetlerin idaresinde pay sahibi olan kephale ve kastrophylax rütbeli yöneticilere yardımcı olduklarını ve muhtemelen koruma tarzında bir görev üstlendiklerini anladığımız "tzaousios" unvanlı askerlerin 15'inci asırla birlikte ise neredeyse sadece mora'da görüldüğünü ve imparatorun oğlu ya da akrabası olan mora despotlarının en üst rütbeli askerleri olarak kayıtlara geçtiğini belirtmekte yarar var.

    (bkz: kephale/@ncpzbsn)
    (bkz: kastrophylax/@ncpzbsn)

    1453 sonrasında osmanlı'ya bakıldığında ise genellikle orduda nizamı sağlamakla yükümlü askeri görevlilere verildiği bilinen ve ellerinde madeni asa ya da sopalarla disiplini tesis ettikleri kayıtlarla sabit olan çavuş unvanına, 16'ıncı asrın başları itibariyle layık görülmüş 80 ilâ 100 civarında asker bulunduğu bilinmektedir.

  • oynarken seymen fm dinliyordum, yayına biri bağlandı, konya izmir arası mal çekiyormuş, tırcı. sıradaki şarkıyı tüm tırcılara istedi. nasıl üstüme alındıysam bir sigara yaktım, camdan dışarı çıkardım elimi, öyle sürdüm.

    bir de adam sol şeritte sıkıştıran otobüsçülerden dert yandı, ellerini öpesim geldi.

    öyle bir oyun. yemek yiyeyim de bi..

  • bir annenin sabaha karşı kumardan gelen kocasından evdeki ekmeği saklaması... saklamasa sabah okula gidecek iki çocuk aç kalacak. aynı annenin oğlu üniversitede okurken küçük oğlu ile pazar sonrası meyve sebze artıklarını toplaması. bunların yıllar sonra hal vakit düzeldikten sonra bir akşam yemeği sofrasında anlatılması ve hep beraber ağlanması.

  • 369kd balıkesir bakım okulu

    -aranızda lojistik okuyan var mi?
    -ben varım komutanım.
    -tamam. al bakayım şu çantayı taşı.

  • - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim sizi...
    - ...
    - ve ben onu çok özledim...
    - ...
    - sizin gibi renkli kocaman bakan gözleri vardı onun da... saçları sarıydı, teni beyazdı... gerçi son gördüğümde saatlerce kucağımda uyuttuğum için onu, doyamadığım için oynamaya onlarla, dağınıktı biraz saçları mesela, ama her zaman bakımlıydı...

    gülünce dişleri kocaman görünürdü, ve hiç sevmezdi bunu; çok düşkündü güzelliğine... oysa ben de tam tersine, en doğal zamanlarında, gerçekten içten güldüğü anlarda aşık olurdum ona... şimdi düşünüyorum da, hep ima etmişim, hiç söylememişim onu "çirkinken" daha çok sevdiğimi... inanmazdı muhtemelen, ama söyleseydim keşke...

    gülünce tombullaşırdı yanakları, işte tam da o anda avuçlarımın içine alırdım güzelim yüzünü; gözlerimi gözlerine dikerdim, kırpmadan bakardım ona... gözlerimiz dalarken koyu sohbete, biz susardık... sahi, ne kadar da "bir"mişiz aslında...

    gizli saklı haberleşirdik, kimselere belli etmezdik... telefonu açtığımda "naapıyosun sen bakiim" derdim çocukça, "sen yaapıyosun" derdi... havadan sudan konuşurduk, hep kaçak oynardık, ertelerdik asıl söylenmesi gerekenleri, söylemek istediklerimizi...
    bir sessizlik olurdu konuşma arasında tam yeri geldiğini belli eden... "özledim seni" derdi, "burnumda tütüyorsun" derdim... inanırdım, inanırdı...

    yanyana geldiğimizde iki yabancı gibi bakardık birbirimize... yasaktık sanki nedense... mesafeli kalırdık başka insanların yanında, heyecanla yalnız kalacağımız anı beklerdik... ilk fırsatta dokunurdu dudaklarımız... öyle ateşli öpüşmeler değil, eşsiz dokunuşlardı bizimkisi, benzeri olmayan...

    günler birktirirdim ona, anlatılması gereken hikayelerle geçen günler... hepsini anlatmaya vaktimiz olmazdı hiç, çoğunlukla onu dinlerken, onu izlerken öldürürdüm zamanı... vazgeçmek ne kolaydı, ucunda o olunca... hep anlatan ben, hep ketum oluverirdim onun yanında...
    yanıbaşında...
    ne güzeldi hep onunla olmak, yanıbaşında... nefesini kıskandıracak kadar yakınında, omuzlarımız birbirine dokunacak kadar dipdibe... parmaklarını parmaklarıma dolayabileceğim kadarlık mesafede...

    "senden de, senin sevginden de vazgeçemiyorum, ne olur sen de vazgeçme benden" demişti son defasında... vazgeçtiğimi söyleyecek cesareti toplayamamıştım ona, yapamamıştım;
    meğer ne kadar zordu sadece onun için herşeyden vazgeçmeyi göze aldığımı söyleyebilmek...
    hep yazdıklarımı, ancak yazarken anlatabildiklerimi kulağına fısıldayabilmek isterdim, yapamadım...
    "seni seviyorum" diyordu," özledim" diyordu... "eskiden olduğu gibi günün bilmemkaç saatini birlikte geçirebilmek için neler vermezdim" diyordu...
    ama sadece "geliyorum" dese yeterdi bana;
    demedi, diyemedi...

    hani siz az önce telefonla konuşurken gülümsüyordunuz, gözleriniz kısılıyordu ya, ne bileyim, ona benzettim sizi birden fena halde... ne kadar canlıymış anılarım, ne kadar tazeymiş yaralarım, ne kadar kırıkmış hayallerim meğerse...

    * * *
    - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim de sizi, dalmışım biraz... çok özür dilerim...
    - herneyse, önemli değil...
    - tekrar özür dilerim, iyi günler...

  • barış mançonun evli olduğunu, kaç çocuğunun olduğunu ve abisinin adının savaş olduğunu nakletti. bu durum karşısında şaşırdı millet.
    işin tuhafı, ben de biliyorum aynı şeyleri.
    lan, yoksa??
    (bkz: hepimiz barış mançoyuz)

  • reklamın neyi rahatsız etti onu anlamadım. düpedüz hırsızlık temalı reklam olmuş. ben beğendim.

  • aralarında iran ajanlarının olduğunu düşünüyorum amaç türkiyeyi taraf olmaya zorlamak ve zor durumda bırakmak. bu gece bu eyleme katılan her bir kişi tespit edilip güvenlik soruşturmasından geçirilmelidir.

  • muhteşem detaylar var değinilecek ama ben şuna dikkat çekmek istiyorum. hemen hemen klibin başından beri nejat işler'i korkunç bir okşamayla seven yıldız tilbe, 4.06'da başını aşağı indiriyor ve o acı çeken ifade bir anda gidip sanki sevgili klip partneri çadırı kurmuş da ona gülüyormuş gibi bir hal alıyor.

    olabilir mi ya?

  • içerde biletimizi beklerken şahit olduğumuz olaydır. elinde satırla biri cama vurdu kıramadı. bir taraftan bu konser olamaz diye bağırıp bir taraftan da satır salladı. artık ülkenin boktanlığı, vaziyetimizin sıçıklığı üzerine bir şey demeye gerek olmadığını düşünüyorum.