hesabın var mı? giriş yap

  • her başlığa mal bulmuş mağribi gibi dadananlar sayesinde az ve öz entry girmenin kötü bir şey olduğunu da öğrendik. oldu paşam 1983238 tane entry sahibi olayım ama hepsi oo alırım bir dal bakınızları olsun, daha evla anlaşılan.

  • bir dönemdir (yaklaşık 3 sene olacak) kendimi sadece işe vermiştim. bu pandemi süreci başladığından bu yana da resmen işte yatıp kalktım. ama gelin görün ki covid pozitif olduğumu öğrendim beş gün önce.

    bir şeyim yok hafif atlattım, bel ve baş ağrısı oldu sadece, o da birkaç gün.

    10 gün evdeyim, bu yüzden ve sosyal medyayı takip ediyorum, ama izlediğim bir video gerçek anlamda ciğerimi dağladı. kalbim acıdı, çok acıdı arkadaşlar.

    video

    teyze 65 yaş üzeri olduğu için otobüsten indirmek istiyorlar, ve teyze konuşmaya başlıyor.

    - maske takılı, hasta da değilim. 3 tane merdiven sildim geldim ben. 3 tane merdiven sildim, hasta adam siler mi? benim işim var, ben çalışmasam açım!

    daha ne olsun, bu dünya hala nasıl ayakta duruyor, hala nasıl yıkılmıyor aklım almıyor.

  • önce lümpenlik ardından sınıf bilincinin dini aidiyete tahvili

    batıda da sanayi devriminin başlamasının ardından kırsaldan kentlere akın başlar. seri üretimle beraber, zanaatkarlar işçiye dönüşmüş ve gelirleri düşmüştür. şehirlerde, barınma problemi olan, fakir yığınlar birikmeye başlamıştır. artık şehirlerde yeni bir sınıf vardır: işçi sınıfı.

    ingiltere'de işçi mahallesi

    ingiltere'deki işçiler çok önemli bir talep ile gelirler: çalışma saatlerinin sekiz saat ile sınırlanması.

    sekiz saat çalış. sekiz saat dinlen. sekiz saat eğlen

    bu, 1. sosyalist enternasyonalin de en önemli talebi olur. firavunun kölelerinden beri en önemli işçi hakkı, boş zamandır. nitekim musa, insanlara şabat gününü müjdelemiştir.

    19. yy kapanıp, 20. yy başlar iken, işçiler, çalışma sürelerinin sekiz saat ile sınırlanması için eylemler yapıyordu.

    8 saat yürüyüşü

    20. yüzyılın başında işçilerin boş zamanı, ideolojilerin kendilerini tanımladığı bir alan haline geldi.

    misal nazi almanyası'nda, kraft durch freude (neşeden gelen güç) isimli bir devlet kurumu kurulur. bu kurum, işçiler için tenis kursları düzenlemekte, işyerlerinde işcilere dans ve tiyatro dersleri vermektedir. tahmin edersiniz ki bunların hepsi aslında birer küçük burjuva alışkanlığıdır. ve aslında fakir ve eğitimsiz yığınları, kültürel olarak orta sınıflaştırma çabasıdır.

    dans dersi

    sscb'nin en ünlü, bas bariton vokali leonid kharitonov, aslında kaynak ustasıdır. işçi korolarından yükselmiş, işçi korosu yetersiz kaldığında ise moskova konservatuarına yönlendirilmiştir.

    leonid kharionov

    amerika'da ise hollywood iş başındadır. benim ilk aklıma gelen film, piknik. bu filmin yarım saatinde kadrajda bir piknik sepeti vardır ve izleyicilere piknik sepetinin nasıl hazırlanacağı öğretilir. yine ikinci dünya savaşı sonrasındaki amerikan mecmualarına bakarsanız, "tekne almanın püf noktaları" gibi konular görürsünüz. bilal'e anlatılır gibi, sandal alırken nelere bakmalı, sandalla denize açılırken nelere dikkat etmeli, denize açılmadan önce ne gibi hazırlıklar yapılmalı gibi bilgiler yer alır.

    piknik

    ortadoğu'da ise aslında daha ilginç bir deneyim vardır. israil ve kollektif tarım köyleri olan kibbutzlar.

    kibbutz

    bu politik aygıtların tümü, aslında o fakir yığınları kültürel olarak orta sınıflaştırma görevini yerine getirmiştir. nitekim, türkiye'de de nazilli dokuma fabrikasının sinema salonu gibi devlet işletmelerinin sosyal tesislerini veya köy enstitülerini bu çerçevede görmek lazım.

    ancak türkiye'nin "ırgata mandolin ne gerek" diyerek geri adım atması var.

    20. yüzylılın ikinci yarısından sonra, köyden kente başlayan göç, lümpen yığınların oluşmasına neden olmuştur. atölyemde çalışan tornacı. delikanlı erzurum'un köyünden gelmiş. sanayi de zaten kadın çalışmıyor. zaten delikanlının mesai saatleri çok uzun. bağlama kursu gibi bir kültürel ihtiyacı da yok. hobiyi geçtim çok daha temel bir soru var: bu delikanlı karşı cins ile nerede tanışacak? becerebildiği tek şey pazar günü kartal sahiline gidip, sahilde yürüyen kızlara " senin amını bızırını yerim" diye laf atmak.

    bunlar önemli farklardır. bir tarafta nazilli dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçi var. bugün izmir'deki fönlü saçlı cehapeli teyzeler, işte o dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçilerin kızları.

    diğer tarafta ise kocaeli sakarya düzce şeytan üçgeni var. burası da sanayi bölgesi ama çıkardığı profil, sedat peker ve yeğenleri.

    ***
    sınıf bilinci geliştirmeyen adamlar, müslüman oldukları için ezildiklerini savunur olmuşlardı. geldiğimiz noktada ise alamadığınız her sulu boya, her kamp malzemesi, minik berra'nın göz kamaştırıcı mevlidi şerifine gitmektedir.

    ama ırgatlık o kadar içimize işlemiş ki, yüzyılın başına baktığımızda, gördüğümüz plaj fotoğraflarındakileri istanbul'un kalburüstü takımı olduğunu düşünüyoruz. gerçekten diğer insanların denize girmesini engelleyen şey, maddi olanaksızlıklar mı yoksa kültürel fark mı? ben bundan o kadar çok emin değilim.

    plaj

    --- ırgatın mandolin çalması ---

    bir işçinin, yaptığı işe kendinden bir şey katabilmesi için aynı zamanda kendisini de yeniden üretebiliyor olması lazım.

    alman sanayisi dendiği zaman aklınıza sadece otomotiv geliyorsa yanılıyorsunuz. bunun içinde üretimi gerçekleştirebilmek için kullanılan alet ve edevatlar da yer almakta. würth veya pferd gibi firmaların katologlarını açtığınızda ıncığın cıncığını yapan parça görüyorsunuz. bunlar masaüstünde tasarlanmıyorlar. bu alet ve edevatlar, üretimi yapan, bizzat bu aletleri kullanan ustaların geri bildirimleri ile şekilleniyor.

    dolap beygirine çevirdiğiniz adamdan, ne işe kendisinden bir şey katmasını ne de size geri bildirimde bulunmasını bekleyemezsiniz.

    edit: badim frombillericay türkiye'deki halk evlerini atladığımı hatırlattı. haklı.

  • 1 kişinin fakir 2 kişinin zengin olduğunu öğrendiğimiz ifade.

    fakirler ölür, zenginler hayatını kaybeder. daha öğrenemediniz mi?

  • millet ittifakı ankara büyükşehir belediye başkan adayı mansur yavaş, yarın sabah 09.00’da siz ekşi sözlük yazarlarının sorularını cevaplayacak. gözünüz sol frame'de olsun.

  • (bkz: gargamel)

    üstü başı yama içinde, üflesen yıkılacak bir şatosu var ve büyücü meslektaşlarının tümü tarafından dışlanıyor. azman gibi bir kediyi bile sahiplenmiş adam ki içindeki iyi burdan belli. mutluluk kumkuması şirinler yüzünden de iyice kafayı yemiş. iyiye dair hiçbir şey yok hayatında, kötü olmayı bile adamakıllı beceremiyor garibim. miskin de olmasa çok yalnız.

  • 2021 yılı hatta arttırıyorum

    clio'nun lüks sayıldığı yıllar
    kuruyemiş'in lüks sayıldığı yıllar
    meyve'nin lüks sayıldığı yıllar
    et'in lüks sayıldığı yıllar
    bira'nın lüks sayıldığı yıllar
    rakı'nın lüks sayıldığı yıllar
    bilgisayarın lüks sayıldığı yıllar(teknoloji çağında!)
    şahin doğan arabanın 40bin tl olduğu yıllar diyeee uzar gider bu entry

    aklınıza gelen satın alınabilecek herşey artık lüks maalesef.

  • tayyip icin en buyuk basarisi 80'den beri apolitik turk gencligini politize etti deniliyor ama simdi yabanci bi arkadasin durum guncellemesini gordum adam 68'den beri apolotik avrupa gencligini bile degistirmis. slovak bir kizin yazdiklari;

    "go to hell tayip!!! that's the right place for you! even here in bodrum,where people don't give a shit about you,we have to look at your ugly face at every second billboard in the town.. and every first is some "happy face" who claims to vote for you. ı'm seriously getting sick.. milli'in adami. bullshit!!!"

    millinin adami kismini tam anlamadim ama degisik olmus tabi.

    edit: milletin adami demek istemis.