hesabın var mı? giriş yap

  • harika fikir. böylelikle çok estetik ve klas goller izleyebiliriz. kendi yarı sahandan atılan gol de 3'lük sayılsın misal. kalecinin beşliğinden atılırsa beşlik olsun. sokak style. önce ligimizde denemeliyiz. zaten boktan bir lig, kaybedecek bir şeyimiz olmaz.

    edit: 2014 yılında bunları yazdığımızda alttaki dalga geçen entryleri görüyorsunuz. al bak koskoca kulübün başkanı da aynı şeyi söylemiş.

    önümüzdeki elli yıl içinde gerçekleşecek öneridir.

  • bir gün korku filmi izleyip salonda uyuyakaldım. sabaha karşı beyaz bir şey üstüme atlayıp beni uyandırdı. resmen altıma sıçtım. bir baktım bembeyaz bir kedi. acıktı herhalde benimki dedim kalktım. ayılınca hatırladım benim kedim yok ki! sokak kedisi olamayacak kadar temizdi. ben de kapıcıyı arayıp evimde kedi var dedim. o da sabahın beşi aq banane dedi. doğru dedim. sonra yan komşunun kapısındaki paspasda kedi resmi olduğunu hatırladım. bir iki saat sonra gittim kedilerini geri verdim. balkondan benim eve zıplamış manyak.

    bir kaç gün sonra duştan çıktım, bir baktım kedi gene benim evde. kapı çaldı verdim direkt.

    1 günlüğüne şehir dışına çıktım. geldiğimde kedi gene bendeydi. kapı çaldı, kediyi verirken kadın sizin evi çok seviyor, sürekli size geldi dün biz de balkondan geçip aldık dedi. ben de ehüehü diye gülüp kapattım kapıyı. sonra bir dakika lan dedim bunlar benim eve girmişler! bunu bana söyledi ben de mal gibi gülüp uğurladım kadını.

    aynı gün kapıcıya anlattım durumu abi dedim ailecek bana musallat oldular, önce kedi alıştı sonra komple yan daire bana geliyorlar dedim. o da çok yanlış, özel hayat diye bir şey var belki ben birini öldürdüm kuvvette saklıyorum demesin mi!

    o günden beri balkon kapısını kitlerim. kedi neyse hadi yan komşu da neyse ama kapıcı girerse büyük sıkıntı.

  • diyalektik materyalist felsefede insanin dogayla iliskisini kuran, insani insan yapan surectir.

    insanoglu yeryuzune ayakbastigi anda dogayla belirli ve kacinilmaz bir iliskiye girer. hayatta kalmak icin ya toplayacak, ya avlanacak ya da dogayi daha buyuk capta donusturerek hayvan evcillestirip tarimsal aktivitede bulunacaktir. bu ekonomik aktivitelere girmeden hayatta kalmasi mumkun degildir. bu anlamda insan emek uzerinden hayatta kalma bicimlerini uretir. sadece bununla da sinirli kalmaz. emek zorunlu olarak hammadesini dogadan alir onu donusturur ve kullanim degeri olusturur. bu surec icerisinde hem kullanim degerini, hem kendisini, hem de dogayi uretir. bu su demektir ki insanin nasil bir insan olacagini emek sureci belirler.

    avci-toplayici toplumlarin genelde esitlikci yapida olmalarinin sebebi dogayla girdikleri belirli bir iliski yuzundendir. onu buyuk capta donusturmez, sadece ondan besin toplarlar. bu anlamda emekle arti deger uretmezler, dolayisiyla zenginlik birikimi ya yoktur, ya da cok sinirlidir. bu belirli emek surecinin sonunda genelde, kollektif olarak toplayan veya avlanan insan gruplari, bu surecin meyvelerini de kollektif olarak tuketirler.

    gelgelelim arti deger uretiminin mumkun oldugu tarim toplumuna 12000 sene evvel gecmemizle beraber bu defa dogayla farkli bir iliskiye girilir. insan bu kez dogayi daha genis capta donusturmeye baslar. besin kaynagini kendisinin uretmesiyle beraber, arti-deger uretimi mumkun olmus, bu arti degerin kullanilis bicimi de degisik toplumsal yapilara yol vermistir. bahse konu olan donusum de tamamen emek uzerinden gerceklesir. ornegin insan ozel mulkiyeti sivri zakasinda aniden beliren bir ampulle degil, tarimsal uretim biciminin icinde belirli bir zorunluluk sonucu akil etmistir. toprak islenecekse, belirli bir surecte ona "bakmayi" da gerektirir, dolayisiyla insan surekli dolanmak yerine kicini koymayi daha uygun bulmustur.

    emegin diyalektik materyalist felsefede anahtar oneme sahip olmasinin temeli de budur. emek sosyal bir kavramdir ve bir surece tekabul eder. bu surecte insan nasil bir insan olacagini, ve nasil bir dogada yasayacagini belirler.

    antropolojik bir ornek vermek gerekirse, insan emegiyle hayvani avlar, besinini ureterek hayatta kalir, yine emegiyle postundan giysi ureterek kendisini soguktan korur. bu uzun surecin sonuna bakildiginda insanin vucut tuylerinin buyuk kismini ardinda biraktigi gorulur. insan artik ayni insan degildir, kendisini emegi uzerinden farkli bir bicimde uretmistir. dolayisiyla biyolojiye ve "insan dogasi"na atfedilen bir cok ozellik de emek surecinde sosyal olarak uretilmistir.

    peki insan emegiyle hayatta kalma bicimlerini, kendisini ve toplumsal yapisini uretirken doga el degmemis bicimde hayatina devam mi eder? iste burda doganin uretilmesi tezi devreye girer. emek sureci sadece insani toplumsal yapiyi ve hayatta kalma bicimlerini uretmekle kalmaz, dogayi da uretir. bu da kisaca su demektir ki, farkli uretim bicimleri ve iliskileri surec icerisinde dogayi da degisik bicimlerde uretirler. her ekonomik uretimin hammadesi dogadan gelmek zorunda oldugu icin her uretim dogayi icerir. ister agactan elma toplansin, ister genis capli tarim yapilsin, ister nukleer santral kurulsun, bu uretim bicimlerinin belirledigi emek surecinin sonunda doga artik ayni doga degildir, yeniden uretilmistir.

    (bkz: production of nature)

    marx'in derdinin imaninin emek olmasinin sebebi de budur.

    emek en basit anlamiyla dogayla kurulan insan iliskisinin mumkunluk kosulu ve zeminidir.

  • burak yılmaz'ı izlemek; sevmediğin bir partiye oy kullanmak gibi, miden bulanmasına rağmen içkinden son yudumu içmek gibi, düğünde oynamak için aile büyüklerinin ısrarı gibi, otobüste güneş vuran yerde oturmak gibi... örnekler çoğaltılabilir.

  • bazen cevabı içinde olan sorularla başlayan ve bitiveren diyaloglar. misal: 6 yaşındaki yeğen tez konumu soracak olur. kendimce basitleştirerek cevap veririm: "ingilizler 1920'lerde ırak'ı nasıl yönetmiş, onu yazıyorum." hemen ardından ikinci ve bence esasa dair soru gelir: "e ingilizler bilmiyorlar mı zaten nasıl yönettiklerini? niye bir daha bir daha anlatıyorsun ki?"

    (sahne kararır).

  • ne yazık ki göründüğü gibi cennetten bir parça olmayan küçük ada ülkesi.

    2000 yıldır bu cidden küçük adada yaşam var; 2010 itibariyle 9000 kişiden oluşan minyatür bir yaşam olsa da. ada 2006 yılında dramatik bir nüfus azalması da yaşadı; kiribati ve tuvalu yerlisi göçmen işçiler geri çağrılınca 1500 kişilik bir kitle adayı terk etti.

    ada fosfat için talan edilmiş durumda, ve bu fosfat da bitmek üzere. şu resimde de görüleceği üzere ada içten dışarı doğru yavaşça ilerleyen maden aramaları sonucunda kendi kendini yok etmeye başlayacak gibi. nauru yerlileri bu fosfatın biteceğini görünce melbourne ve texas'tan araziler aldılar; 9000 kişiye her yatırım yeterli olabilir sonuçta. bir ülkenin temel gelirinin ülke dışındaki arazilerden gelmesi garip ama, yazık lan 9000 kişiler.

    son olarak liechtenstein vatandaşlığına geçsem milli takımda oynar mıyım diyenlere; nauru'nun amatör bir futbol federasyonu var. bu federasyonu adam etmek için harcayacağınız para ile bambaşka bir sermaye sağlanabilir, kim bilir.

    neyse, gitmek istemeyeceğiniz ülke. palau, tokelau; u ile biten bir çok ülke varken niye nauru?