hesabın var mı? giriş yap

  • altmış - atmış
    telaffuz - telafuz
    yanlış - yannış, yalnış
    yalnız - yanlız, yannız
    harf - half
    jelatin - celatin
    soğan - sovan
    sarımsak - sarmısak
    tükürük - tükrük
    teşebbüs - teşebüs
    teneffüs - tenefüs
    müteahhit - mütahit (üstelik yanlış telaffuz edilmekle kalınmaz, bu kişilerin bir de mimar, mühendis falan oldukları da sanılır)
    müracaat - müracat
    ıstakoz - istakoz
    herkes - herkez
    bedesten - bedestan

  • hala islam ülkesi olduğunu düşünen garip ve boş bir topluluk var burda. kafanıza cidden yazık oğlum bu kadar boş yaşanır mı lan

  • elim ayağım titredi şerefsizim.

    bakmayın olmamış diyenlere böyle bir kadrodan olmamış bir şey çıkma ihtimali imkansıza yakın, çocukluk kahramanlarımın hepsi bir arada, daha ne olsun be?

  • gittim kıtaya teslim oldum. kıta dediğim de askeri hastane. verdiler nizamiyeye takılıyorum. haftada bir de nöbet tutuyorum. nöbetlerde gazete dergi ne varsa yığıyorum masaya. ammde ömer diye bir çocuk var. gündüz uyuyup gece sabaha kadar nöbet tutuyorlar. alarm verilirse gidip müdahale ediyorlar falan fıstık. ömer gazeteyi katlayıp kenara koymamı bekliyor. koyar koymaz şıp diye damlıyor. "komtanım gazeteyi alabilir miyim?"
    ulan diyorum arka sayfa güzeline bakıp attıracaklar.
    sonra fark ettim ki ömer parmağıyla takip ederek manşetleri okumaya çalışıyor. çağırdım ömer'i. anlattı hikayesini. diyarbakırda yaşıyormuş. ana baba yok. halası büyütmüş. dağda çobanlık yaparmış. köyünden ilk defa askerlik için çıkmış. bizim insan sarrafı bölük komutanı da nizamiyeden girmeden anlamış ömer'in halini. gerekli tedbirleri de alıp ali mektebine yazdırmış. ömer gündüzleri okulda geceleri nöbette. okul öyle çok yoğun değil ama çat pat okumayı öğretmiş. o günden sonra ben de ömer'i her nöbette çalıştırmaya başladım. kâh okuyoruz kah matematik çalışıyoruz. günler gelip geçiyor. bir gün yine nöbette ömer benim kupaya 3ü bir arada kahve koymuş getirdi. bıraktı önüme. "komtanım bugün er maaşımı aldım da".
    kendine neden yapmadın lan dedim. "borcum vardı onu ödedim, bi paket sigara aldım. kalan param da ancak buna yetti"demesin mi? çekmeceden bir tane çıkarttım verdim buna. sittir git kendine bi kahve yap da gel dedim. o sıcak suya gidince toparladım kendimi. aldı geldi kahvesini. sohbet ettik. kahve bitince gazeteyi aldı gitti.
    bizim komutan bunu kalorifer kazancısı yaptı sonra. en son sivilde de kapıcılık yapıyordu ömer. 3 çocuğu vardı. sonra görüşemez olduk. kardeşim benim.

  • bu ürünün videosunda da görülen tıkalı tuvalette suyun yavaş yavaş yükselmesi var ya... allahım o "ha taştı ha taşıcak" korkusu ne boktan bir korkudur. çok çaresiz bir andır. hiç bişi yapamıyorsun da öylece boklar ahanda şimdi taşıcak diye izliyorsun.

  • cok sevdigim bi erkek akadasim ve cok cok sevdigim ailesiyle ayni arabada yolculuk yapmaktayiz. köy yolunda hos olmayan bir koku arabayi dolduruyor. bendeniz de girgir amacli "oh ne guzel tezek kokuyor buralar mis" diyorum. muzipce siritmayi da unutmuyorum aslinda ama nedense bir saskinlik hakim herkese, kimse gulmuyor. yani tamam komik olmasa da tepkisizligi de haketmiyorum!

    allalla ne dedim simdi lan diye dusunurken "oh ne guzel tasak kokuyor buralar mis" dedigimi fark edip yerin dibine dibine geciyorum. yolculugun kalaninda ve evlerinde kaldigim 3-4 gun boyunca konusurken muthis tedirgin oluyorum tabi.

    akin amca ben oyle bi kiz degilim yaaaa! valla ben soylemedim dilim dolandi bi seyler oldu!

  • hayatı paylaştığı dostunu yitiren ve bu durumda bir insan nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranan erkektir.

    dün gece kafesinin zemininde kabarık bir şekilde duruyordu kuşum. bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydım ve bu sabah ölmüş olduğunu gördüm üzülerek.

    sabahtan beri kendime gelemedim. iş yerinde bile ağlamamak için zorluyorum kendimi.

    son 1 haftadır konuşmuyordu ve keyifsizdi ve ben buna hiç bir şey yapmadım. en büyük vicdan azabım budur. umarım beni affeder.

    huzur içinde uyu boncuğum

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.