hesabın var mı? giriş yap

  • üstad ilber ortaylı'nın ifadesi. link

    türkiye'de herkesin üniversiteye gitmeye merak salması çok yanlış.

    işte ilber hoca'nın bu konuda söyledikleri:

    * türklerin yanlış bir anlayışı var: herkes üniversiteye gider. hayır. herkes üniversiteye gitmesin. herkese tabii ki kara cehaletten kurtaracak bir eğitim verirsin, herkese iş yapacak bir eğitim verirsin, zanaatçı olur, başka bir şey olur. ama herkesi üniversitede okutamazsın.

    * aynı ananın babanın üç çocuğu birbirine benzemiyor. bu bir vergi... siz yetenekli bir çocuğun bulunduğu bir yeri, öbürüyle dolduramazsınız.

    * herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. çok hazin şeyler bekliyor türkiye'yi.

    * her çocuk bürokrat olmak istiyor, genel müdür olmak istiyor, savcı olmak istiyor. oysa iyi bir marangoz, iyi bir tesisat tamircisi, iyi bir elektrikçi çok daha önemlidir. herkesin hekim ve göz hekimi olması şart değil. optik alanında çalışan ustalar çok daha önemlidir. herkesin üniversiteye gitmesi demek şu demek: genç yaşta öğrenilecek bir dolu meslek varken oyalanmak demek.

    * bu kadar işletmeciyle ne yapacağız, çok merak ediyorum. bu kadar çok sosyologla ne olur çok merak ediyorum. liseden sonra herkesi tarih fakültesine yollamanın manası nedir?

    bizdeki üniversite, üniversite değil

    her ile üniversite açılması konusunda da ilber ortaylı çok dolu.

    bunun yanlış olduğunu söylüyor.

    * dünyanın neresinde 70 ilde 70 üniversite diye bir şart var. böyle şart olur mu? ille de taşrada üniversite yapacağım diye bir şey olmaz. taşrada üniversite olabilecekse olur, olmayacaksa olmaz.

    * bir üniversitenin üniversite olabilmesi için her şeyden evvel laboratuvar ve kütüphane lazım. var mı bunlar? en merkezdeki üniversitelerde bile yok.

    * iyi bir üniversite için iyi öğretim kadroları gerekir... iyi bir üniversite için medeni eğitim ve yaşamı sağlayan kampus gerekir. bunlar olmadan üniversite olmaz.

  • sanırım bu yıllar 90'ların sonları ile 2000'lerin ortaları arasında yaklaşık 10 yıl devam eden bir dönemdi. sonra herkes kendi evine bilgisayar almaya başlayınca o güzel dönem de artık mazide kalmış oldu.

    o zamanlar şimdiki gibi kafeler sinek avlamazdı. misal biz oturacak masa bulabilmek için öğlen 12'den önce kafeye ulaşmaya çalışırdık. öğleden sonraları ise kafeler o kadar kalabalık olurdu ki kafe sahibinin tuttuğu sıra kağıdına ismimizi yazdırırdık. sırada bekleme süresi bazen 2 saati bile bulurdu. kafelerin bazıları atariler, normal oyun bilgisayarları ve sadece internet kullanımlık bilgisayarlar olarak bölümlere ayrılırdı.

    yine bu dönemin başlarında kulaklık diye bir icat pek yaygın olmadığı için internet kafelerin içinde son ses açık bilgisayar ortamı mevcuttu. fareler, klavyeler desen kirden kabuk bağlardı tabiri caizse. hele o toplu mekanik fareler... az sinir etmemişti bizi.

    "32 kişilik dust kuruldu, isteyen girsinnn", "pusmak yok", "ekran yapma aq", "rest çek", "impulse'yi aç" gibi efsane counter-strike replikleri inletirdi salonları. 4-5 kişi ile yapılan age of empires ii the conquerors multiplayer'ların ise tadından yenmezdi. tat demişken; o klavyenin yanına serilen gazete parçasının üzerinde yenilen simit ise internet kafe atmosferinin en hoş ayrıntılarından biriydi.

    the settlers'lar, heroes might and magic iii'ler, delta force'lar, red alert'lar midtown madness'lar, cm serileri, fifa 99-2000'ler, vs. en kral oyunlarıydı buraların.

    son olarak leş gibi sidik kokan tuvaletleri de unutmayalım.

    demem odur ki ben bile en az 3-4 yıldır bu yerlere hiç uğramadım. çocukluğumuzun eğlence merkezi olan buraları bu şekilde görmek biraz üzüyor beni. çoğu kafe de zaten playstation salonlarına çeviriyor kafeleri.

    neyse başkan bağırıyor: "17 bittiiii." kalkmam lazım...

  • adamın biri bir gün psikolağa gitmiş. başlamış derdini anlatmaya: "geceleri uyuyamiyorum efendim, sürekli yatağın altında biri varmış gibi geliyor. yatağın altına iniyorum bu seferde sanki yatağın üzerinde birileri varmış gibi geliyor."

    doktor "altı aylik bir çalisma sonucu bu sorunu hallederiz." demiş.

    adam: peki vizite ücreti ne kadar ?

    doktor: seans başı 50 dolar haftada üç seans.

    tabi adamin gidis o gidiş. doktor bir kaç ay sonra sokakta hastaya rastlamis gicik bir şekilde gülerek ;
    - ne oldu hastalıktan kurtulabildin mi?

    adam da gülerek;
    - evet hemde bir şişe şaraba hallettim.

    doktor çok sasirmis ;
    - nasıl yani ?
    adam: sizden çıktıktan sonra birahaneye ugradim, birami içerken yanımdaki berduşla dertleştik, ona bir şişe şarap ısmarladım o da bana karyolanın bacaklarını kesmemi tavsiye etti!

  • pala gibi senelerce dağlarda yaşayan bir adamın, polat tarafından -evet tarafından- akvaryumdan japon balığı yakalar gibi yakalanması.

    ölmeden birkaç saniye önce bile "göğsümden sık da vuruşmuş olalım" diyebilecek bir adamı, acaba çok sevildi diye mi öldürdüler, yoksa polat'ı izleyiciye daha güçlü göstermek mi istediler, yoksa gerçekten planlanan süresi bu kadar mıydı pala'nın bilemiyorum.

    pala ile çakır'ın en azından cerrahpaşalıların karşılaştığı, restleştiği, kapıştığı sahneler güzel olmaz mıydı?

    abuzer, pala, cerrahpaşalı halit'i bir odaya kapatsınlar, saatlerce konuşsunlar,

    doğu bey ve aslan amcayı bir odaya kapatsınlar saatlerce derin devlet konuşsunlar,

    karahanlı ve konseyi saatlerce ortadoğu, amerika, türkiye ile ilgili konuşsunlar,

    elif, ömer baba ve nazife anneyi de bir odaya kapatsınlar, bir daha da açmasınlar ne halleri varsa görsünler.

  • öncelikle çin gibi ülkeler okuma yazma öğretme konusunda sıkıntı çekiyorlar. illa kendi en eski alfaben olursa güzel olacak diye bir şey yok. japonya'nın alfabesi de zaman içinde değişmiştir. latin alfabesini değiştirip kendi alfabemizi yapmışız, yazıldığı gibi okunuyor mis gibi. önemsiz bir olay gibi geliyor ama altı ayda okuma yazma öğreniyorsun. okumada tutarsızlıklar yok denecek kadar az. ingilizce veya çince okuma öğrenen çocuklar bu seviyeyi 3 senede görüyor. o yüzden şu an kullandığımız alfabe dilimiz için mükemmel. kaldı ki dünyanın bilim ve iletişim dili olan ingilizceyi ikinci dil olarak öğrenirken de kolaylık sağlıyor. özetle alfabe bizim, yedirmeyin.

  • 1 eylül 1923 tarihinde utc'ye göre saat 02:58'de honshu adası'nın güneyine yakın, 35.413 kuzey enlemi ve 139.298 batı boylamında, 15 km derinlikte, 8.1 büyüklüğünde (bkz: deprem büyüklüğü) meydana gelmiştir (şekil 1). depremin meydana geldiği lokasyon, aynı zamanda japonya'nın nasıl bir katastrofik bölgede bulunduğunun da kanıtıdır. depreme büyük kanto depremi adı verilmiştir. aynı zamanda büyük tokyo depremi olarak da bilinmektedir.

    şekil 1

    şekildeki mor çizgiler, japonya'nın yakın ilişkide bulunduğu plaka sınırlarını göstermektedir. şekil 1'de görülen plaka sınırlarına göre nispeten kuzeyde olan kuzey amerika plakası, güneyde olan filipin plakası, doğusunda ve batısındakiler ise sırası ile pasifik ve avrasya plakalarıdır (bkz: levha tektoniği/#119861457). ayrıca bu konum, neden japonya'nın daima sallandığını anlatmaktadır.

    hayatını kaybeden insan sayısı usgs'e göre 142 800 kişi, utah'ta bulunan brigham young university'e göre 105 385'dir. bu depreme kadar olan tarihi büyük depremlerde vefat sayıları oldukça belirsiz ve yaklaşık değerlerle ifade edilmekteydi. ancak, bu depremi öncekilerden farklı kılan neydi? bunun sebebi japonların, başlarına gelen felaketleri her zaman muazzam şekilde kayıt altında tutmasıdır. 1906'da meydana gelen san francisco depremi'nden sonra ölü sayılarını politik sebepler yüzünden manipüle eden abd'nin aksine japonlar, bu konuda oldukça şeffaf olmuşlardır.

    dünya'nın en yıkıcı depremlerinden birisidir. deprem ve müteakip yangınlar tokyo ve yokohoma arasında büyük yıkıma sebebiyet vermiş, kısmen ya da tamamen yıkılan yaklaşık 694 000 evin, 381 000'ni yangından ciddi şekilde zarar görmüştür. boso ve izu yarımdaları ve o-shima adası da bu depremden zarar görmüşlerdir.

    sagami körfezi'nin kuzey kıyısında yaklaşık 2 m (6 ft) kalıcı yükselme gözlemlendi ve boso yarımadası'nda 4.5 m (15 ft) kadar yatay yer değiştirmeler ölçüldü.

    sagami körfezi'nde o-shima'da 12 m (39 ft) ve izu ve boso yarımadalarında 6 m (20 ft) dalga yüksekliklerinde tsunami meydana geldi (kaynak usgs).

    bu depremden sonra dünya tarihinde başka bir depremin ardından gözlenmeyen bambaşka bir felaket daha yaşanmıştır. deprem mekanizmasının henüz doğru düzgün anlaşılmadığı bir zamanda olması ve devletler arasındaki gerginliğin deprem sonrası da yansımış olmasıdır. nasıl ki doğada bulunan sınırlarda hayvanlar kendi bölgeleri için sınırlarda kavga çıkarıyorsa, nasıl ki depremler plaka kenarlarında biriken tansiyon sebebi ile meydana geliyorsa, yüzyıllar boyunca politik sınırlarında süren gerginlik 1923'te uzakdoğu'da da yüksek seviyedeydi.

    japonlar bu deprem için, korelileri sorumlu tutmuş, deprem için onları suçlamışlardır. japonya'da bulunan silahsız, savunmasız koreliler depremden sonra japon askeri, polisi ve gönüllü katılımcıların yardımıyla ne yazık ki bir kitle katliamına (bkz: kanto katliamı) dönüşmüştür.

  • sanırım 1 kg. falan kaju alıcam. pahalı meret kafamıza göre alamıyoruz.5 liralık ver, 10 liralık ver demekten sıkıldım. giricem bi kuruyemişçiye, bana 1 kg kaju ver diyeceğim.

  • şuna fenomen menomen diyip sempatikleştirmeyin amk. ergen sürüsünün lideri olur anca. hakan hepcana gülenin hakan hepcan kadar aklı yoktur