hesabın var mı? giriş yap

  • "bir kezbanı özetlersek:
    + bana özledim deme,kapıdayım geldim de!
    - kapıdayım geldim.
    + cnm smdi ckamam yha bbm izin vrmiyo .s.s"

  • doğrudur.

    zira değişen hava şartlarında ya da yağmur yağacağı zaman, romatizma hastalarının duyduğu ağrının psikolojik olmadığı bilinmektedir. ve fakat doktorlar da bu konuda bir görüş birliğine varmış değiller ne yazık ki. bunun baş müsebbibi de, hastaların şikayetçi oldukları hava şartlarının çok çeşitli olması ve birbirleriyle çelişmesidir. yine de, en çok şikayetçi olunan durum, hava basıncı düşerken nem oranının da beraber değişmesi yani yağmur gelmeden önce olan değişikliktir. hava şartları ile kemikler, eklem yerleri, buralardaki elemanlar ve sıvılar arasında bilimsel bir ilişki halen kurulamamıştır ama bunca hastanın şikayetini de göz ardı etmek mümkün değildir.

    sırları daha yeni çözülen ve çok geniş bir alanı kapsayan romatizma hastalığından muzdarip ve hava şartlarının ağrılarını arttırdığından şikayetçi olan hastalara, doktorların şimdilik önerdikleri tek bir tedavi yöntemi vardır; o da havası daha kuru ve bol güneşli bir yere yerleşmek.

    son bir kaç saattir, bu bacaklarla ne yapacağını bilemeyen mavikedi, battaniyenin altından bildirdi. sağlıkla kalın!...ve pencereleri falan kapatın. yağmur yağacak.

  • özet: 2550 tl’ye aldığım laptop’un menteşesinin durup dururken sıkışıp kilitlenmesiyle, ekranı tutan plastiği kırması sonucu lenovo yetkili servisinin 4350 tl onarım ücreti istemesi.

    edit: cihaz lenovo ideapad u530. teknik servis bdh bilişim destek.
    cihazın tam fatura tutarı: 2.548,36 tl (09.09.2014)
    lenovo bdh onarım teklifi tam tutarı: 4.350,10 tl (26.08.2016)

    edit 2: lenovo müşteri hizmetleri, yetkili servisin istemiş olduğu bu ücretin normal olduğunu savunmakta. ''ödemiyorsun madem, cihazı paketlettirip gönderiyorum geri'' diyen de kendileri.

    2014 eylül ayında 2550 tl’ye satın almış olduğum, halen garantisi devam eden (3 yıl garantili) lenovo ideapad u530 model laptop’ın tamiri için yetkili teknik servisin 4350 tl onarım ücreti istemesi olayıdır.

    eylül 2014’te cihazı aldık, kullanmaya başladık. ilk olarak ekranın dokunmatiği bozuldu. alet bildiğin durduk yerde sanki biri dokunuyormuşçasına çıldırıyor kullanıma izin vermiyordu. ben de bu özelliği pek kullanmadığım için ekran dokunmatiğini kapatıp günlük kullanıma devam ettim.

    kullandığım süre içinde laptop’ın kapağını 200 kere açmamışımdır herhalde. alet tertemiz çiziksiz duruyor evden dışarı çok nadir çıkıyordu. ancak gelin görün ki tek görevi laptop kapağının hareketini sağlamak olan menteşelerin kendi kendine kilitlenmesi sonucu kasayı ekrana bağlayan plastik parça kırıldı. zorlama falan da yok, bildiğin parmak ucuyla ekranı kapatırken kırıldı. malum müneccim dalgası yemediğimden, laptop içine gömülü menteşelerin kendi kendine sıkıştığını tespit edemiyor insan. neyse bildiğin kırıldı yani.

    e tabi hemen servisi aradık, laptop’ı kargo ile gönderdik. kötü kullanım olmaması sebebiyle bir umut garantiden yaparlar belki diye düşünüyorum derken, gelen onarım teklifi 4350 tl. evet dörtbinüçyüzelli tl.

    yerli yabancı siteler bu modelle ilgili şikayetten geçilmiyormuş meğer. hep aynı sorun, menteşenin kendi kendine sıkışması ve ekran plastiğini çatlatması. lenovo ise bu parçanın sorunlu olmadığını diretmekte ısrarcı. kronik sorunun arkasında durmuyor firma.

    saçmalığın detayları:

    alüminyum kasaya sahip bir aletin en güçlü olması gereken menteşe bağlantılarının dandik bir plastik aksama bağlı olması. saçmalık.

    teknik servis onarım bedelinin dolara bağlı olduğu için bu kadar yüksek çıktığını söylüyor. hesapladım, yani bugünkü dolar kuru laptop’ı aldığım gün ile aynı olsaydı 2550’ye aldığım laptop için 3 bin küsür lira fiyat teklifi gelecekmiş. saçmalık.

    lenovo’nun güncel ideapad serisini incelediğimde gördüm ki en yüksek fiyatlı ürün bile 4 bin tl’den az. yine saçmalık.

    ekran dokunmatiğinin bozulmasının menteşe olayından önce gerçekleştiğini bildirdim servise. bu kapsamda dokunmatik ekranın onarımını garantiden yapın dedim. böyle bir tespitin pek de mümkün olmayacağını, parça hasarlı olduğu için, normalde dokunmatik hatası yüzünden garantiden değişecek ekranı artık değiştirmek istemediklerini söylediler. çok güzel.

    dokunmatik ekran komple değişecek o yüzden pahalı tutuyor normaldir diyenler olur şimdi. normal falan değildir. sen aletin yedek parçasını ürünün satış fiyatının altında sunamıyorsan kullanıcılarına, gerçekten amacın kalite falan değil. hem de aletin en pahalı donanımının kırılması, senin kronik hatalı dandik menteşe montajın yüzünden oluyorsa, ve sen bu hatayı sahiplenmiyorsan nolur kapat git. milletin canını sıkma.
    şikayetim ile tarafıma yapılan dönüşte ise özetle ‘kronik hatanın arkasında zaten durmuyoruz, cihaza sen hasar vermişsin, 4350 tl ödemeyi kabul etmediğin için cihazı paketledik sana geri yolluyoruz’ dediler. aklı başında hiç kimse 2500 liralık cihaz için 4350 lira ödemez. servisin bu ücreti talep edebilecek gamsızlıkta olması da skandal gibi. tertemiz, çiziksiz bilgisayarım bir anda çöp olmuş oldu.

    amacım markaya saldırmak değil, marka hakkında karalama kampanyası başlatmak değil. herkesin her markayla ilgili benzer şikayetleri var.

    burada amaç, onların da dediği gibi ‘kullanıcı deneyimimi’ paylaşmak. kullanıcı deneyimime göre de bir daha lenovo’ya para vermem.

  • oo sözlükte yok. bezuarcığımızı yazmak bize kısmetmiş.

    bezuar, anadolu dağ (yaban) keçisinin adıdır. bezuar keçisi olarak da geçer. anadolu, akdeniz ve orta doğu'da yayılım gösterir. dağ keçisi, evcil keçi de olmak üzere keçi türlerini içine alan genel keçi cinsidir. yani evveliyatta keçi, dağ keçisidir, sonradan evcilleşip ovaya inmiştir. avrupa'da alpler, pireneler; asya'da kafkaslar, sibirya vb. yörelerde farklı türleri bulunan dağ keçisinin yavrusu oğlak, erkeği tekedir.

    konumuz anatolyan olandır: akdeniz havzasının biricik hayvanı bezuar. bezuarlar, çok yakışıklı hayvanlardır. görkemli boynuzları vardır. en dik yamaçlarda rahatça gezer. o koca boynuzlarıyla düz duvarda yürüyor izlenimi uyandırıp insanı hayretten hayrete sürükler. dişisi için boynuzlarını ölümüne tokuşturması, tek başına dağlarda gezerken müthiş boynuzlarını kafasında taşımasından daha hayretengiz değildir. alametifarika sakalı, yüzünde daim gülümsemesiyle* dikkate şayan, cins bir hayvandır.

    bezuarın bir özelliği de, yılan soktuğu zaman derhal yine bir akdeniz bitkisi olan sütleğen bulup yemesidir. normal öğününde zehirli olduğu için rağbet etmediği sütleğeni yılan soktuğunda yemesi, sütleğende zehirle bir arada bulunan panzehir özelliğini bilmesindendir. derdin derman olması dedikleri de işte böyle olsa gerektir*... sütleğen, çok klas bir bitkidir. akdeniz'de birçok türü vardır. özellikle baharda toroslarda, antalya'nın, kaş'ın, fethiye'nin yükseklerinde sarı, yeşil, kırmızı çiçekler açan sütleğenler, yaz mevsiminde yüksek sıcaklıkla oluşan fazla nemi de emer. bu yüzden akdeniz için mühim bir canlıdır. aşağıları bitirdiniz, bari yükseklere, dostumuz sütleğenlere dokunmayınız, istirham ederiz.

    bezuarların avlanması, türün devamlılığı için yasaklanmıştır. devlet, bir istisna olarak yaşlı bezuarların avı için, işin uzmanı yabancı avcılara belli bir para karşılığında izin vermektedir.

    bezuar, akdeniz'in kutsal hayvanıdır. keçi yetiştiriciliği, çobanlığı yaygın bir geçim kaynağı, bir yaşam biçimidir; kadın-erkek ailece yapılır. adalarda (yunan adaları), kutsal günlerde oğlak kesilir. özellikle bahar ve yaz yortularında, hayvansal ürün yemedikleri oruçlarından sonra ortodokslar, oğlak keserek bayram ederler. bahar sonunda doğan oğlak, mesela yazın ağustos'ta, panaghia gününde kurban edilir. datça'da, böyle geç doğan ve yazın kesilen oğlağa "yaz oğlağı" denir. normal döngüde oğlak mart dolayı doğar, yani mayıs-haziran yemelik oğlak zamanıdır. tandırda yapılan oğlak eti, kanımca dört ayaklı etlerin en lezzetlisidir.

    ne yapalım, o kadar çok seviyoruz ki afiyetle yiyoruz. sevmek böyledir, seven sevdiğini etiyle kemiğiyle yemeden huzur bulmaz. aşk kelimesinin sarmaşıkla aynı kökten gelmesi gibi... o mu seni yiyor, sen mi onu bilemediğin zaman, yatır kurbanı, kes başı, sonrası bayram evelallah.

    *** kaynak: büyüklerimiz, dostlarımız, hayatımız.

  • verdiğiniz an ağzını beş karış açık bırakması gereken hediyedir. örnek vermek gerekirse;

    radyo programlarını kayıt edecek bir düzenek kurun. kız arkadaşınız ile beraber dinlediğiniz veya onun çok sevdiği şarkıları listeleyin. burası için kolay kısmı.

    oturun radyo başına geceden. istek çalan radyoları bulun. yerel radyolardan başlayın, ulaşması daha kolay olur. mehmet'ten zeynep'e diye isteyin ve kaydedin. farklı programcılar sizin hediyenizi anons etsin her şarkı başında. doldurun böyle bir cd.

    gerçi bunu en güzel kaset ile yapardınız. onla daha kolay oluyor. olmadı evde kayıt yapan teyp varsa kaset ile yapın kaseti cd'ye çevirtmek 5 lira.

    bonus: buda yapılabilecek bir süpriz. kız arkadaşınız eve film izlemeye gelecek olsun. önce filmi indirin. sonra divxplanetten altyazısını indirin. altyazı dosyasını notepat ile açın. karşınızda konuşmaları göreceksiniz. filmin en uygun olan diyalog sahnesine hayal gücünüzüde kullanarak ona olan sevginizi yazın. al pacino karşısındaki oyuncuya mehmet'in zeynep'i ne kadar sevdiğini falan söylesin.

    muhtemelen o film yarıda kalır.

  • gençliğinde ankaralı bir devrimci olarak istanbul da kurumun genel merkezinde aktif rol almak için gittim
    istanbul daki devrimci çeşitliliği ilk başta beni şoka uğrattı aslında
    herkes devrimciliği kendi dünyasına göre yorumluyor ve ona göre davranıyordu
    evrensel literatürmüş
    devrimciliğin etik anlayışı ve hoşgörüsüymüş
    nerdeeeee
    ev tutmamız gerekiyodu
    bende beşiktaşta bi teras katı buldum
    şahane bi manzara
    binanın sahibi ve sülaleside o binada oturduğu için biraz sorun yaşıyacağımızı düşünerek işe giriştim
    ne devrimciliğimizden nede solculuğumuzdan bahsettim
    eğer devrimciyiz veya solcuyuz deseydim o manzara, o teras yalan olucaktı
    3 kuzeniz hikayesiyle girdim, kurumdan bir arkadaşın anneside geldi kefil oldu
    devrimciyiz deseydik evi vermiceklerdi , çünkü hacı amca devrimcileri sevmezdi diye değil
    devrimcilerin kira borcu takmadığı tek bir yer yok
    hesap ödediği nadir yerler var
    devrimcilik bu değildir çok konuştum kurumda ama anlatamadık açgözlü pinti materyalistlere

    daha da rezaletini yaşadım,
    bi sabah evden çıktık
    beni güç bela uyandırdılar ve yarı uykulu yola düştük kuruma gitmek için
    yolumuzun üstünde bir süpermarket var ve ordan kahvaltılık bişeyler alıncak
    girdik içeri bi ton gezdik aldık falan kasaya geldik ben cebimdeki 20 liği arkadaşa uzattım
    gerek yok ya aslı ödüyo dediler neyse ben hala uyuklama modundayım
    kuruma geldik ve kızlar kahvaltı hazırlarlarken, süpermarketin sahibinin bizim kuruma ne kadar çok yardım yaptığını falan da öğrenmiş oldum
    eski devrimcilerdenmiş o da, zamanın hızlılarından...
    kızlar kahvaltıya çağırdığında gözlerime inanamadım
    masada ne arasan var, yuuuhhh naptınız dedim
    pis pis gülüşleriyle aslında sadece ekmek ve peynir parası verdiklerini öğrendim
    vay amk dedim ya
    adam o kadar yardım etsin siz gidin onun marketini soyun
    şakamısınız lan
    bendenizde yüksek tansiyon olması nedeniyle sinirlendiğimden başıma giren ağrıyla balgamlı bi tükrük salladım masaya
    bi kaç gün sonrada 18 saatle doğu ekspresle geldiğim ankaradan
    uçakla 50 dakikada döndüm

    devrimcilik hikayesine de o günlerden beridir girmiyorum

    çünkü bu ülkede gerçekten sosyalizmin ne olduğunu bilmeyen devrimciler
    hayatında nutuk adlı eseri okumamış kemalistler
    kuran açmamış müslümanlar var

  • bunun en önemli sebebi bir tema cümlenizin olmamasıdır. özakman'ın oyun ve senaryo yazma tekniği kitabında önemle üzerinde durduğu tema, sizin önermenizi aktardığınız cümledir. bu önerme bir yargı içermek ve insan onuruna aykırı olmamak zorundadır. en basitinden "ak akçe kara gün içindir" cümlesi içerdiği yargı yüzünden tema cümlesi olabilir.

    yazdığımız metnin içinde bir kez bile geçmeyebilir bu cümle, ancak yüzlerce sayfalık metnin, okunduktan sonra geriye bırakacağı anlam, bu tema cümlesinin anlamıdır. peki bu tema ne işe yarar; tema, bir kılavuz iptir ve sizin gerek olay örgünüzün gerek diyaloglarınızın gerekse karakterlerinizin tutarlılık içinde kalmasını sağlar. bu da haliyle sizin gereksiz detaylara girmenizi, gerekli detayları da atlamanızı engeller.

    insanların roman yazamama nedeni, çoğunlukla nasıl yazılacağını bilmemelerindendir. "hayatımı anlatsam roman olur" diyen insanlar o "anlatma" işini yapamazlar çünkü romanın ne olduğunu bilmiyorlardır. okudukları kitapları örnek gösterip iyi ama ben roman nedir biliyorum deme ihtimalleri her zaman vardır ama roman okuyanın roman sanatını bileceğini düşünmek, uçağa binen kişinin uçmayı bildiğini düşünmekle aynı sığlıkta bir bakış olur.

    roman yazmak isteyen kişilerin okuyabileceği yazarlık kitapları vardır bunlardan en bilineni ronald tobias'ın roman yazma sanatı'dır.

    temelde tüm yazarlık, çatışma unsuru üzerine kurulur. hayatlarında filanca başarıyı elde etmiş kişiler yokluktan geldim ama bugün milyon dolarlık şirket sahibiyim işte bunu anlatsam roman olur derken anlatmaları gereken yerleri kendi yaşamlarının durak noktalarını roman kuramına uygun biçimde yerleştiremeyeceklerinden, o heyecanı yalnızca onlar duyacak, anlattıklarında hikaye sönük, sığ ve yorucu olacaktır.

    roman yazamama nedenlerinin en büyüğü ve listenin başında gelen şık kesinlikle yazmaya yeltenen kişinin okumamasıdır. roman okunmadan roman yazılabilir mi? bu cümleyi duyan kişilerin savunmalarını sıklıkla duyarım ve bunlardan en gülüncü "etkilenmemek için okumuyorum" cümlesidir. etkilenmeden roman yazılabilir mi? 2400 sene öncesinden beri kendini gösteren bir anlatı geleneğinin parçası olan roman, elbette kurmacada kendisi dışındaki seçenekleri görecek, onlar üzerine bir şeyler koyacak, onları "kendi üslubuyla ve temasıyla damıtarak" ürüne dönüşecektir. bunlardan intihal yapmak gerektiği sonucunu çıkaranlaraysa şu andan sonrasını okumamalarını öneriyorum.

    en iyi yazarlık öğretmeni, en iyi yazarlık kitabı elbette romanın kendisidir. onu berrak bir zihinle okumayı becerebilen insanlar ülkemizde ve dışarıda falanca üniversitenin eğitiminden falanca kursun tezgahından geçmiş birinden çok daha fazla hakim olurlar olaya.

    roman yazmak isteyen kişilerin roman yazamayanlardan bir farkı da "bilgiyi sistemli işlemeleridir" yani insanlar düzenli yaşarlar. çoğu insan yazarlara bakınca kırlaşmış saçlarıyla bir pencerenin önünden karşıdaki dağları, denizleri seyreden, havalı bir kadın yahut erkek düşünür. o insan geceleri alemden aleme akıyor, içkinin sigaranın uyuşturucunun denizinde yüzüyordur, oysa böyle bir yazar yok. yazarlığın en temel kuralı "kıçını her gün aynı saatte sandalyeye koymaktır" işte bu insanlara zor geldiğinde o insanlar yazamazlar. yanında bir defter kalem taşımayı düşünmemek, uykuya dalmadan ulaşabileceği yere kağıt kalem koymamak, yazmayı ötelemek, zihnin devamlı işleyen çarkını susturmak, yazamama nedenidir.

    biliyorum hayat çok zor olabiliyor ama bütün bu olanlara rağmen yazabilenler yazar olabiliyor.
    yazarların hayatları ilham verici olabilir, yazarların defterleri kalemleri saçları sakalları, küpeleri vs. bunlar yazmak konusunda yazar adayını yüreklendirebilir. motivasyon çok önemlidir.

    yazmak mı istiyorsunuz? her sabah kalktığınızda yazmaktan başka bir şey düşünmüyorsanız yazar olmuşsunuzdur. (bir filmde duymuştum bunu) yazar olunur ama nitelikli bir yazar olmanın koşulu gene nitelikli bir okur olmaktan geçiyor.

    düzelti:yazım hatası

    ek: bir de bu var roman yazmak