hesabın var mı? giriş yap

  • çok uzun süreler hizmet vererek de tasarım olarak başarısını kanıtlamıştır. her mühendisin kıskanacağı kadar basit ve sağlam yapılıdır. kolay kolay hasar görmez. görürse de kolay tamir edilebilir. eğik tasarımlı zırhıyla tanksavar mermilerini sektirerek etkisiz hale getirir.

    ilk olarak 1941 yılı yaz aylarında ortaya çıktı. alfred jodl'un da günlüğüne yazdıklarına göre; alman askerlerini psikolojik bir şoka sokmuştur. yalnız bu dönemlerde alman askerlerini ateşiyle vurulandan çok bozulan tanklar vardır. habire bozuldukları için sağlam bir modifiye gerekmiştir. o dönemlerde almanların kullandığı anti tank silahları 37 mm pak 36 ve 50 mm pak 37 idi. bu silahlar, t-34 tanklarına hiç bir zarar verememiştir. sovyet ordusunun eğitimsiz askerleri o sıralarda bu tanka daha çok hasar veriyorlardı. kış şartlarında yine kendini kanıtladı. dizel motoru kışın daha iyi çalışıyordu. benzinin donduğu ısılarda mazot donmuyordu. almanlar sırf bu yüzden antifrizi icat ettiler. ayrıca t-34, alman tanklarının geçemediği yerlerden de başarıyla geçiyordu. ama almanlar durumu kavramakta gecikmedi. hitler yeni modeller için en yetenekli subaylarını * yeni tankların yapımı için görevlendirdi.

    üretildiği yıl, dünyanın en iyi tankı olmuştur. friedrich von mellenthin "bununla karşılaştırabileceğimiz bir şeyimiz yok" demiştir. sonradan almanlar yeniden azmettiler. alman panther tanklarıyla t-34 arasında bir karşılaştırma yapmak zor. alman tankları çok çok daha ilerideydi. sovyet tasarımcılar durumu görüyorlar, ama üretim hattını durduramadıklarından pek çok şeye müdahale edemiyorlardı. askerler cephede bu eksikliği almanlara karşı taktikler geliştirerek dengeleyebildi. tiger ile t-34 herhangi bir konuda kıyas kabul etmiyordu.

    dünyanın en çok üretilmiş ikinci tankıdır. alman ağır tanklarıyla karşılaştırılamaz. bir alman askerin söylediği rivayet edilen bir söz vardır hatta: "siz her zaman bir alman tankını yoketmek için en az altı tanka ihtiyaç duyarsınız. ama zaten sizin hep bu kadar tankınız vardı..."

    optikleri pek de iyi olmamakla birlikte 1 km mesafeye nokta atışı yapabilmekteydi. almanların 3 km gibi bir mesafeden ateş edebildiklerini düşündüğümüzde çok kısa kalıyor bu mesafe. ama sovyetler durumu avantaja çevirmek için yeni bir teknik buldu: tankla tanka çarpmak. iki tank da bozuluyor ya da devriliyordu ama almanların fazla tankı yoktu. kursk savaşını sisli bir havada başlatan komutanların bu hatalarını tankçılar ödemiştir. kalın zırhlı alman tankları ancak yakın mesafeden ateş edebilen sovyet tanklarınca imha edilebiliyordu. hava sisli olduğu için 3 km mesafeye nokta atışı avantajını da zaten yitirmişlerdi.

    peki bu tankın vurulduğunu, yeni tankları yoketmek için çok sayıda aracı ve insanı kaybetmeyi sovyetler düşünmemiş miydi de tankı geliştirmediler, karmaşık donanımlı, karmaşık yapılı alman tanklarıyla yarış edebilecek tanklar üretmediler diye düşünebilirsiniz. aslında bu bir strateji oyununun bir parçasıydı. almanlar giderek daha karışık ve daha ağır tanklar yaparken üretim hızları düşmekteydi. sovyetler burada doğru ata oynamıştır. daha az sayıda süper tankın karşısına vurabileceğinden çok daha fazla tank çıkartmıştır. stratejik olarak sovyetlerin hamlesi doğruydu. ölen onca insan her zaman olduğu gibi hiç hesaba katılmamıştır.

    ot-34 modellerinde alev silahı bulunur. tankın şasisi pek çok uçaksavar ve köprü tankı için temel alınmış ve kullanılmıştır. almanlar şasiyi genelde kundağı motorlu top yapmak için kullanmışlardır.

    almanların geliştirdiği manyetik tank mayını diye bir silah, savaşın sonlarına doğru tankçıların kokulu rüyası oldu. yalnız bu silahı kullanmak için cesur adamlar gerekiyordu. t-34 tankının arka kısmı kısmen düzdür ve zırhı bu noktada kalın değildir. mıknatıslı bir bomba bu alana tutturuluyor ve kurularak kaçılıyordu. yakın mesafeden çok şiddetli bir darbe alan tank kullanılmaz duruma geliyordu. almanlar bu silahı geliştirdikleri zaman sovyetlerin de benzer bir silah kullanabileceğini düşünüp zimmerit diye bir manyetik alan önleyici kaplama geliştirdiler. son çıkan tanklarına da bunu sürdüler. tiger tankının üzerindeki çıkıntılar işte bu kaplamadır. sovyetler hiçbir zaman mıknatıslı bir bomba yapmadı. ama korunmanın yolunu çabuk buldular: tankın arka kısmına ince bir kısım beton sürüyorlar ve kurumaya bırakıyorlardı. beton üzerine yapışmayan manyetik bombalardan böylece kurtulmuş oluyorlardı.

    o kadar çok üretilmişler ki; fabrikasının bulunduğu çelyabinsk kenti "tankograd", yani tank şehri olarak anılmıştır.

    bir mühendisin her zaman örnek alması gereken bir tasarımdır.
    birincisi, düşük üretim maliyetidir. basit parçalardan, kolay, yüksek ustalık gerektirmeyen üretim yöntemleri kullanılarak üretilebilir. *
    ikincisi, ucuz olmasıdır. hem üretim maliyeti, hem kalifiye işçi maliyeti düşüktür. malzeme bol kullanılmış olabilir. ama işçilik ve zamandan yapılan tasarruf yeterlidir. almanya'nın ürettiği her 800 tanka karşı 1500+ sayılarında üretilebilmiştir. *
    üçüncüsü, her türlü kolay üretim ve ucuz montaja rağmen güçlü olmasıdır. dizel motoru soğukta çalışması için süperdir. almanların benzinle çalışan tanklarından daha düşük bir işletme maliyeti vardır. zırhı atılan mermileri sektirecek biçimde tasarlanmıştır. *
    dördüncüsü, hareket kabiliyeti yüksektir. döneminde en hızlı orta büyüklükte * tanktır. paletleri alman tanklarının paletlerinden geniştir. daha iyi kavrar. daha batmadan ilerler. *

    bu tankı pek beğenen almanlar, ele geçirdiklerinde kullanmaya başlamışlardır. alman saflarında savaşan modellerine "panzerkampfwagen t-34(r)" adı verilmiştir.

    bir de yanlış anlaşılan bir konuyu düzeltelim. hiç sevmediğim stalin'i savunmak gibi oluyor ama; onca insanın ölümüne neden olan kişi stalin değil, mareşal jukov olmuştur.

  • adam on numara konuşmuş. hiç üstelememiş. baya da centilmen davranmış. ama anasını sattığım kezbanı ünlü olmak için mesajları ifşalamış. helal lan czn gözüme girdin.

  • yav sineği sıkıp yağ çıkarma derdindeler. neymiş masraf oluyormuş.

    ülkenin ammına koymak isteyen cengize şlap diye 50 milyon 50 milyon para yağdır. suriye 360 milyar tl yağdır. oraya yağdır buraya yağdır.

    tabelaya gelince: yav masraf oluyordu.

    ne kadar da israfla mücadele eden bir hükümet.

  • alıcı yorumu : tavsiye etmiyorum fazla özensiz ürün defoluydu ve sanki konfeksiyondan yeni çıkmış gibi heryerinde iplikler vardı
    satıcı cevabı : tedavi ol arkadasım istersen halisinasyon goruyosun.

    alıcı yorumu : large large die mesaj atmama sizinde evet large var demenize ragmen neden medium?gerisi perfect ama bunun kargosuyla mı ugrascam?
    satıcı cevabı : arkadasım urun sana tam oldu sende bılıyosun.kalıbı genıs urun ondan m yolladım.eger large versem içinde kaybolurdunuz

  • aslında ''investigation discovery'deki inanılmaz gerçekçi seslendirme'' olacaktı fakat karakter sınırına takıldım.

    über inandırıcı, müthiş inandırıcı, gerek tonlama gerekse diksiyonu ile yılın ilişikli ödüllerini toplaması işten bile olmayan seslendirmedir.
    bizzat mahrum kalmayın diye ellerimle çekip yükledim.
    izlediğinizde ''gerçek'' seslendirme nedir öğrenecek ve bana teşekkür edeceksiniz.

    buyurun:
    https://www.youtube.com/…niuwpuzyk&feature=youtu.be

    sagdhafdgasfjdsadkja...
    yaa biri şunun caps'ini alıp bana yollasın nolur...
    adam şiir okur gibi hakaret etmiş lan.

    edit:
    üşendiğim için devamını yüklememiştim ama şu kadar insanın gülümsemesine vesile olmak beni çok mutlu ettiğinden buyurun efendim skandalın 2. perdesi...

    ilkini aratmıyor.
    https://www.youtube.com/…ex63kw5pw&feature=youtu.be

  • tefsirini de yapayım tam olsun:

    her şeyden önce bu bir kefenini sırtında taşıma hikayesidir.

    eskiden dervişler kefenlerini sırtında taşırlarmış ki ölüm, dünyanın geçiciliği aklından hiç çıkmasın, herkes de bu hakikati hatırlasın. kefeni sırtında taşıma hikayelerinin en ünlüsü de ortaokul tarih derslerinde öğrendiğimiz üzere 50 bin askeriyle 400 bin kişilik orduya saldırmadan önce kefenini sırtlayan alparslan'dır*. kısacası bu bir "ölüme hazırım" mesajıdır.

    bu geleneğin 20. yüzyıla uyarlanmış hali de sıcak havada bile ceketle gezen, dervişvari yaşam tarzından dolayı kul lakabı takılmış bir kişidir. insanların anlam veremediği bu ceketin hikmeti ortada kalan cesedin üstünü kapatmakta kullanılınca cümle alem tarafından anlaşılmakta, ceketin sırta gömlekle takım olsun diye değil kefen vazifesi görmek üzere giyildiğinin farkında varılmaktadır.

    ya kısmet, ya nasip meselesine gelirsek; kısmet ile nasip arasında şu fark vardır: kısmet belki olacak belki olmayacak olay için, nasip ise kesinlikle gerçekleşecek olan ama kime veya ne zaman denk düşeceği belli olmayan olaylar için kullanılır. o zamana kadar yatmadan önce "sabaha ya kısmet" demesinde 'uyuyup da bir daha uyanmamak var' hikmeti, her sabah kalktığında "ya nasip" demesinde de hem gün başlayınca rızkını çıkarmak için çalışmaya başlama besmelesi hem de 'bakalım ölüm bugün kimin kapısını çalacak' sorusu vardır.

    münzevi bir hayat süren kul ahmet'in yatmadan önce ve uyandıktan sonra ne söylediği mahalleli nereden biliyor orasını ben de çözemedim yalnız.

  • öncelikle böyle bir ciddi mevzu üzerine yazıyor olmak, bunun için çaba veriyor olmak bana mutluluk veriyor.
    burada faal olarak, dağda, bayırda, arazide yaptığım sürüşlere ek olarak daha çok motorlu taşıt ve de yayaların birleşimiyle oluşan trafikte bisiklet sürme üzerine naçizane deneyimlerimi paylaşacağım. daha önemlisi aynı şekilde ulaşımını bisikletle bir şekilde sağlayan insanları deneyimlerini paylaşmasına da ön ayak olmaya çalışacağım. bu hepimizin rehberi olmalı; herhangi başka bir araç sürücüsünün de rehberi olmalı, yaya da okumalı örneğin. bu yüzden, gördüğünüzde facebook'unuzda ya da herhangi bir yere paylaşmaya üşenmeyin. tüm başlığı paylaşın, hoşunuza giden bir entry'i paylaşın, gelin entry yazın. bir arkadaşınıza bahsedin, "çok güzel bir başlık yığınla entry var bu başlıkta" şeklinde bahsedin.

    konuyla ilgili yazmadan önce belirtmek istediğim çok önemli bir şey var;

    --- dikkat --- --- dikkat --- --- dikkat --- --- dikkat ---

    burada yazan ve yazılacaklar tamamen deneyim olup, doğruluğu kanıtlanmamış ve uygulanmasının güvenli olduğu konusunda bir garanti yoktur.

    --- dikkat --- --- dikkat --- --- dikkat --- --- dikkat ---

    en başta trafik kanununda neredeyiz bunu görmemiz lazım;

    karayolları genel müdürlüğü yönetmeliğinde bisikleti;

    en çok 3 tekerleği olan ve üzerinde bulunan insanın adale gücü ile pedal veya el ile tekerleği döndürülmek suretiyle hareket eden ve yolcu taşımalarında kullanılmayan motorsuz araçtır. (değişik:rg-21/3/2012-28240)

    şeklinde tanımlamış. fena değil. zaten çok basit bir araç. fazla tanıma gerek yok. ama burda önemli olan bir şekilde trafikte tanımlıyız.

    peki, bir bisikletli nerelerde gidebilir sorusuna yönetmeliğin cevaplarını toparlamaya çalışayım o zaman. hatta bunu da hız limitleriyle birlikte, orada bir bisiklet yolu yokmuş gibi yapayım;

    yerleşim yerleri dahilindeki yollarda hız sınırı 25 km/h olarak belirtilmiş. yani bu süper bir şey çünkü yerleşim yeri içinde bisiklet sürülebiliyor olmasını kabul edebilen insanlar varmış demek ki. bakın ancak yollardan bahsediyoruz, aracımızı kullanabileceğimiz araç yollarından bahsediliyor. kısaca trafiğe kapalı bir yaya yolunda bisikletimizi kullanmamalıyız. sokaklarda, şehir içindeki bölünmüş yollarda, bulvarlarda, caddelerde 25 km/h hız sınırımızla birlikte kullanmalıyız.

    yerleşim dışındaki tüm yollarda hız sınırımız ise 45 km/h imiş. az değil. ama zaten bu sınırı da daha çok bayır aşağı gidenleri düşünerek yazmış olmalılar. çünkü ülkemizde hiç kimse bir bisikletlinin normalde bu kadar hızlı gidebileceğini düşünemez ve bilemez. ( bu konuya ileride bir el atmayı planlıyorum) bu yollar da herhangi bir şehirlerarası yol olabilir, bölünmüş veya git gel şeklinde tabir ettiğimiz tek şeritli yollar gibi.

    otoyollarda yani otobanlarda ise herhangi bir hız limiti yok bisikletlinin. ancak bu bas basabildiğin kadar değil de zaten bisikletlinin otobana girmesinin yasak olmasından ötürü. tc numaranıza, verilebilecek en düşük trafik cezası miktarı ile cezayı yersiniz. sebebini, otobanlar yerleşim yerine uzaklığı ve acil bir durumda (kaza, arıza vs.) müdahelenin zor olması olarak öne sürüyorlar bildiğim kadarıyla.

    hız sınırları - madde 100 – (değişik:rg-1/9/2010-27689) şeklinde tanımlanan yasalardan bisikletimizin gidebileceği yolları görmüş olduk böylece.

    yönetmelikte toplu bir şekilde belirtilmiş kuralları teker teker irdelemeye de yukarıda belirtilen yolların neresinden nasıl gideceğimizi göstererek başlamak isterim.

    madde 136'da belirtilen bisiklet, motorlu bisiklet, motosiklet ve sürücüleri ile ilgili kurallarda bu olayı yasaklar olarak göstermiş. yani bizim sınırlarımızı gösteriyor, yasaklara biraz sınırlarımız olarak bakarsak farklı bir anlam taşıdıklarını görebiliriz. diyor ki;

    " bisiklet, motorlu bisiklet ve motosikletlerin;
    1) yaya yollarında sürülmesi,
    2) ayrı bir bisiklet yolu olduğu halde, bisiklet ve motorlu bisikletlerin taşıt yollarında sürülmesi,
    3) ikiden fazlasının taşıt yolunun bir şeridinden yan yana sürülmesi yasaktır".

    bu üç madde yolların ne kadarının bizim olduğunu gösteriyor. tamam yaya yolunda sürmek yasaktır eyvallah. ikincisinde bir öz eleştiri var bence; diyor ki " biz eğer sizin gideceğiniz yola, modernleşip, kafamızı çalıştırıp, paraya da kıyıp sizin için bisiklet yolu yaptıysak oradan gidin" demeye çalışıyor. bu da güzel. en azından çabalayanlar var galiba. ancak üçüncü madde gerçekten çok kilit;

    bunu hiç çekinmeden, korkmadan, tırsmadan, doğruluğuna emin olarak, yorumlamaktan öte direk anlatacağım. yıllardır bisiklet sürerken uğraştığım ve üzerine düşündüğüm bir madde zira.

    ilk defa motorlu araçların çoğunlukta olduğu, yayalarında belli başlı kurallarla içinde olduğu yollarda, bisikletin trafiğin bir öğesi olduğunu gösteriyor. kaç şeritli olduğunu söylemeden bisikletin bir şeridi kullanabilmesinden bahsediyor. yani yolun sağ çizgisinin dışında kalan kısımdan değil, emniyet şeridinden de değil, o toprak kısımdan da bahsetmiyor. bildiğin şeritten bahsediyor. ve de en fazla iki adet olmak şartıyla yan yana, yukarıda da belirtilen hız sınırları içerisinde gittiğiniz sürece hiç bir yasağı ihlal etmiyorsunuz diyor. bu gerçekten çok mühim bir mevzu. kısaca bu şu demek oluyor. arkamızdan gelecek araç mecburen, yavaşlayıp herhangi bir aracı geçiyormuş gibi şerit değiştirip ya da tek şeritli bir yol ise sollama kurallarına göre geçmek zorunda. çünkü o şerit, bir araç olan bir bisikletin de aynı zamanda. o şeritte bisikletimiz bozulur ve biz de durmak zorunda dahi kalabiliriz. yani çok basit, gerçekten zor değil.

    bu kural değişmiş ayrıca daha hoş olmuş. yıllardır, "bir şeridinde" değil de sadece sağ şerit olarak yazıyordu. amma ve lakin ki bu bisikletliye 3 şeritli bir yolda kavşaktan sola dönecek iken kavşağa gelip de yaya yolundan değil de, 3 şerit birden değiştirerek kavşağa yaklaşıp, ışıklara uyarak rahat dönüş yapma özgürlüğü sunuyor.

    bunu tekrar kısaca özetlemek isterim;

    "bir bisikletli herhangi bir şeritten, hız sınırlarına uyarak, herhangi bir araç olarak gidebilir"

    bunu girizgah olarak bugünlük böyle bırakmak isterim. aklımda yığınla, kural, bunların yorumlanması, yaşadığım anılar, tehlikeli anlar, bunlardan çıkardığım dersler, hatta trafikte olabilmeyi bir şekilde bir yaşam türünün hayatta kalabilmesiyle bağdaştırdığım tespitler var. bunları gün geçtikçe yazacağım. atıyorum bisiklet yolları üzerinde hayatım boyunca bir şeyler diyebilirim buna eminim. hatta örneğin bir tanesini diyerek bitireyim;

    bunu sözlüğün belki de muhtelif başlıklarda onlarca kez yazmış olmalıyım, lise ve üniversite gençliğine daha çok geliyor bu. orta yaşı geçmiş adam, kadın bunu öğrenmese de olur, daha çocuk yapmaz zaten, emeklidir bilemiyorum.

    bisiklete binmeme bahanenizi, avrupa'da, filmlerde gördüğünüz, bisiklet yollarının burada olmamaması olarak gösterdikten sonra o bisiklet yollarında birer yaya olarak yürümeniz dünyanın en ahmakça, en salakça hareketi.

    sevgiler, saygılar ve de merhaba.

  • türkiye cumhuriyeti'nin polis devletine dönüştüğüne başka bir örnek. "biraz insancıl olun, bu millet ödüyor sizin maaşlarınızi" diyen bir kadına bağırmak, terbiyesiz diye hakaret etmek düpedüz umursamazliktir, görevini kötüye kullanmaktır. umarım insanların aklı başına çok geç olmadan gelir.