hesabın var mı? giriş yap

  • "bayan lan o.ç" diyen bir dallama içerir.
    yalakalık yapacak ya kadına, bayan olunca vurup kaçması normal tabi.

  • var. takvimlerden haberim var.

    sen gideli epey oldu. yedi yıldan biraz fazla. başka haberlerim de var.

    çocukların büyüdü. kızın genç kız oldu, sana benzemiyor pek. kuru, zayıf, cılız bir kız. oğlan da büyüdü, o aynı sen işte. senin esmerin. güleç bir çocuk. doğduğunda nasılsa öyle. artık yemek yiyor, belki de ondan. kaşığı zorla ağzına sokmuyoruz bebekliğinde senin yaptığın gibi. "çocuk ya da büyük ol haribo'yla mutlu ol" diye karşısında şebeklik yapmıyoruz. ikisi de iyiler işte, okula gidip geliyorlar. bir de kardeşleri oldu senden sonra.

    anlayacağın herkes hayatına devam etti bir şekilde. yine de hiç kıvırmadan söyleyeceğim, şu saatten sonra sır bize aşikâr sana, baban kafayı bozdu. kolay değil. koca adam yandı kavruldu. annen de uykuyu unuttu. evin içinde yalın yapıldak dolanıp sabahlara kadar ağlıyormuş. kız kardeşinin bebeği oldu. görsen çok severdin, eminim. ablanı çok görmüyorum. karşılaştığımızda da göz göze gelemiyoruz zaten.

    başka? her toplanıldığında adın muhakkak geçiyor. o olsaydı şöyle derdi, böyle gülerdi. herkes bir fasıl seni en son gördüğü zamanı anlatıyor. en son ben söz alıyorum. hep aynı şeyi söylüyorum: en son mesajı bana atmış işte.

    ben mi? aynı. bildiğin gibi. rehberde adın, telefonda mesajın duruyor. senden sonra boş boş dolandım biraz. işe girdim, iş değiştirdim. çalıştım. mesaide çok çalışıp mesai dışında bol bol aylaklık yaptım. dolayısıyla bir baltaya sap olamadım. kendime ya da insanlığa bir faydam olmadı. ne gibi bir faydam olabilir? onu da bulamadım. köprülerin altından çok sular aktı diyemem ama var olan belli belirsiz o köprü de yıkıldı. çayın bu yakasında kalakaldım.

    nadiren sevdiğin hüzünlü şarkıda söylendiği gibi; takvimlerden haberim var. yirmi beş yaşındaydık o zamanlar...

    *

    ed: sevgili t., bugün çocuklarının ikinci kardeşleri dünyaya geldi. kocaman bir aile oldular. sensiz.

    ed: sevgili t., kızın bugün üniversiteli oldu, müthiş neşeli. oğlun da fena halde yakışıklı, gözler sürmeli sürmeli.

  • bugün, en beğenilenler listesinin tepesindeki entry, bir kripto parayla ilgiliydi.
    okudum. biri, o başlıktaki kripto paradan hareketle, kendi derin bilgileriyle, kripto para piyasasında yapılması ve yapılmaması gerekenleri anlatmış. çok sayıda kişi de favlamış. entryde şöyle bir ifade var: '...filanca coinle bol sıfırlı rakamlar kazandım. kazandırdım da...'
    yani demek istiyor ki, benim yönlendirmelerime uyanlar para kazanır bu piyasada...
    adam entrysini şöyle bitirmiş: bunlar, bir boğanın kişisel yorumlarıdır...

    ulan dedim, ben bu adamı niye takibe almamışım? geçmiş entrylerine bir bakayım dedim. şöyle bir iki kurcalayınca, enteresan bilgiler gördüm. misal dogecoin için şöyle bir şeyler demiş: '1520 lirayla girdim.'
    bu boğamız ripple'a da 600 lirayla girmiş misal. alıp unutmayı planlıyormuş. uzun vadeli yatırım niyetindeymiş.
    daha da ilginci, ocak ayının 2'sinde aynen şöyle bir entrysi var: 'bir şeyi herkes konuşuyorsa bilin ki o tren çoktan kaçmıştır. örneğin herkes lokmacılardan bahsederken, lokma konuşulurken gidip bir lokmacı açarsanız batarsınız. ayrıca yıllardır yatırım yapan biriyim, yükselmesi ve düşmesi hiçbir sebebe bağlı olmayan bir yatırım aracına yatırım yapacağıma giderim rulette siyaha basarım.'

    diyeceğim şu ki, böyle boğalardan tavsiye alıp kripto piyasasına girerseniz, elinize verirler. demedi demeyin...

  • ersin burayı okuduğunu biliyorum;

    neymiş, 8 yıldır bu turnuvayı bekliyormuş da isyan edermiş bu tepkilere.

    ulan zaten toplam 30 takım filan var yarışta olan, aralarından ilk 24'e girmek başarıysa, git kosova'yı tut. ne mücadelesi amk? hangi mücadele? turnuvada ilk defa 3 gol yiyen takım türkiye; en az koşan takım türkiye; en fiziksiz takım türkiye; ama ne hikmetse oyucuları, teknik heyeti en çok konuşan yine türkiye.

    neymiş de 8 yıl beklemişmiş. sanki biz engelledik gitmelerini amk.

    sen ve senin gibi eyyamcılar, takımdan çok kişileri tutan, ordan buradan tanıdıklarıyla bir yerlere gelen adamlar yüzünden bu takım/ülke bu halde zaten; bu yüzden insanlar artık kendi takımlarını bile sevemiyor.

    insanda biraz utanma olur.

  • sanki doğar doğmaz "siz hepiniz ben tek" demişim gibi, bi kere ağzımdan çıkmış da geri alamıyormuşum gibi. birinin hayatına da dahil olmak, biri için de pek değerli olmak ne güzel duygudur kim bilir, ben bilmem! bir türlü sığamadım kimsenin hayatına gibi, o kadar da büyük değilim aslında yer bile kaplamam sanki. yalnızlığını seveni çok kıskanıyorum, ben sevmiyorum, sanki bütün insanlar birlikte ve çok mutlu beni aralarına almıyorlarmış gibi!

  • çok sık şerit değiştirmek.

    net. iddialıyım.

    bir çok trafik kazasının sebebi bu bence.

    antalya'ya kepez rampasından otomobiliyle inenler bilir. dik ve virajlı bir iniş vardır. 5-6 dakika sürer. burası benim için bir turnusoldür. sürücüler sadece hızını belli oranlarda sabitleyip, 5 dakika sabredip şerit değiştirmese hiç bir sorun olmayacak. ama nerede bizde öyle sürücü? 40 km ile iniyorum rampayı, adam 45 km ile beni sollamak için sol şeride geçiyor, eyvallah sollasın ama virajı alamıyor hooop tekrar benim önüme kırıyor, hızını alamayıp tırsıp en sağ şeride geçmeye karar veriyor, bakıyor ki yok o kadar tehlikeli değilmiş tekrar gaza basıp aynen sol şeride.

    sık şerit değiştirmemeyi bir süre siz de deneyin... hem araç kullanmaktan daha fazla keyif alıyorsunuz hem de emniyetli şekilde yolda ilerliyorsunuz. ilk başlarda sıkıcı gelecektir. ben polonya'da alıştım mesela. hala türkiye'de sürdürüyorum bu alışkanlığı.

    çok ciddiyim 3 gün deneyin.

  • kişisel ve magazinsel yönü bir yana bırakılacak olursa, edebiyat açısından yararlandığı kaynaklar arttıkça kalitesi üst seviyeyi gören, her ne kadar popülerleştikçe bozulsa da türkiye’de çok uzun bir süre geçilemeyecek nobel ödüllü yazardır.

    edebiyat gibi geçmişi çok uzun süre öncesine dayanan, sözlü ve yazılı geleneğe sahip bir sanat dalında eleştiri kültürü çoğu yerde oturmuş olsa da türkiye’de maalesef özellikle romanın çok geç gelmesinden dolayı akademik ve sanatsal çevreler haricinde eleştiriler kişiliğe ve dünya görüşüne göre şekilleniyor. ağzı olanın konuştuğu da düşünülünce popüler olmuş ve herkesin duyduğu eleştiriler eserlere değil kişilere yönelik oluyor ve bu sebeple çoğu yazara daha hiç okunmadan önyargı başlamış oluyor. orhan pamuk gibi otuz yılı aşkın süredir göz önüne olan ve büyük başarılar elde etmiş bir yazar aynı zamanda hayatını ve görüşlerini-özellikle siyasi-açıkça paylaşmayı sevince yapılan eleştiriler genellikle magazinsel seviyeyi aşamıyor. eleştirilerin haklı veya haksızlığından ziyade edebiyat açısından olmaması, edebi düzlemde yapılan genel eleştirilerin de modern edebiyattan bihaber olanlar tarafından intihalcilik ya da türkçe zayıflığı gibi konularda yapılması nedeniyle orhan pamuk sığ iki üç açıdan kurtulamayıp genel okuyucu gözünde kaçınılması gereken biri olarak görülüyor. her ne kadar kitapları çok satsa, dünyada ünlü bir yazar olsa da ülkemizde ne oraya ne buraya yaranabilen, kitaplarının edebi yönü hep arka planda tartışılan bir yazar. kendisinin kişiliği, görüşleri, magazinsel olayları bir kenara bırakılıp edebi açıdan bakılacak olursa;

    orhan pamuk yirminci ve yirmi birinci yüzyılın başat akımı olan postmodernizmi kullanan, çoğu eserini bu akıma göre şekillendiren ve sadece edebi alanda kaldığı kitaplarında bunları çok başarılı bir şekilde uygulayan bir yazar. kabaca ve oldukça eksik bir postmodernizm özeti yapacak olursak, postmodernizme göre her kitap önceki eserlerden bazı izler taşır, bazıları eski işlere şerh düşer, yazarların yazdığı şey önceki eserlerden ve olaylardan bir karışım yaratmak, onları yeniden uyarlamak veya yorumlamaktır. sinema, resim, heykel gibi sanatlarda yapılan göndermeler her zaman sanatsal bir iş olarak algılanıp takdir görmekte, eleştirmenler bu göndermeleri anladıkça kaliteli bulunmaktayken; edebiyat gibi oldukça kadim bir geçmişe sahip olan sanat dalında gönderme yapılması, esinlenilmesi, uyarlama yapılması bazı çevreler tarafından garip bir şekilde olumsuz karşılanmakta, bu yüzden yok intihal var çok çalıntı var diye yersiz eleştiriler yapılmaktadır. postmodernizme karşı olup da bu geleneğe getirilen eleştiriler tabii ki olabilir fakat bizde maalesef çoğu eleştiri bu seviyeye gelmeden düz mantıkla yapıldığından pek edebi değere sahip olmuyor.

    orhan pamuk’un ilk kitabı cevdet bey ve oğulları’na baktığımızda, kendisinin yeteneğinin genç yaşına rağmen çok büyük potansiyeli olduğu açıkça görülüyor. gavurların bildungsroman dediği çağdan bahseden bir roman türünde verdiği bu eserde, özellikle buddenbrooks ve üç istanbul eserlerini temel olarak görebiliyoruz. aynı zamanda sıkı bir ahmet hamdi tanpınarcı olan orhan pamuk, bu eserinde ondan izler de taşıyor. bu kitabın alametifarikası bir ilk kitap olmasına rağmen sahip olduğu olgunluk. ülkemizde çok fazla tanzimat döneminden, ilk cumhuriyet yıllarından bahseden; batılılık ve doğululuk arasında sıkışmışlığa değinen; buradaki değişimleri konu alan eser mevcut. bu eserlerin çoğu o değişim dönemine tanık olmuş, o dönemlerde yazılmış eserlerken, orhan pamuk bu yıllardan çok sonra bu konulardan ustaca bahsederek, her dönemin ruhunu ustaca yakalayarak ilk kitabında farklı bir yazar olacağını ortaya koyuyor. bu ruhu yakalamayı da doğal olarak o dönemin eserlerinden, kaynaklarından yararlanarak yaptığı için postmodernizmi daha en başında dahi görebiliyoruz. o yaşta ve dönemde üç kuşağı böylesine gerçekçi ve döneminin içinde yakalamak çok büyük bir iş.

    orhan pamuk ikinci kitabı sessiz ev’de ilk kitabındaki kuşaklar yerine bir ailenin kısa bir dönemini konu alır. darbe dönemini arka plan olarak kullanırken gerçekçi, her türlü okuyucunun bir şeyler bulabileceği, hem yalın hem de postmodernist açıdan zengin bir romandır. farklı anlatıcıları kullanışı, ilginç ve garip tipleri ciddi bir ortama yedirişi, paralel konuların işlenişi, esinlendiği ve gönderme yaptığı yazarlar ve eserler, sonunun müphemliği gibi özellikleriyle bu roman artık daha da güncel bir tarza evrildiğini gösteriyor. ileride çok zayıf siyasi kitaplar yazacak olan orhan pamuk, bu kitabında siyasi ortama ucundan kıyısından değiniyor. ana konuyu bu gerginlik etrafında kurduğu ve net bir çıkarım yapmadığı için, çok iyi bir değinme olmasa da ilerideki kitaplarına kıyasla oldukça başarılı bir sosyal ortam kuruyor.

    üçüncü kitabı beyaz kale artık tam gaz postmodernizme giriş yaptığı eseri oluyor. sessiz ev’le kurduğu bağlantı; sessiz ev’de de bayağı yararlandığı vladimir nabokovvari metaforları, kurgusu; yararlandığı eserleri aktarımıyla puslu kıtalar atlası’ndan on sene önce çıkmış olan bu kitap, puslu kıtalar atlası o kadar övülürken ilginç bir şekilde intihal vs. diye yeriliyor. dayandığı tarihsel gerçekçiliği başarılı bir şekilde anakronistik konularla harmanlarken, tarih seven ve postmodernizme giriş yapmak isteyen okuyucular için çok güzel bir kitap.

    dördüncü kitabı kara kitapla artık ustalık eserini veren orhan pamuk, hiçbir zaman aşılamayacak bir eşiği türk edebiyatının ortasına gelip çakıyor. batıdaki eserlerin dayandığı ve beslendiği edebi kültürü kıskanan orhan pamuk, her ne kadar yerli ve milli değil diye garip bir eleştiriye konu olsa da kendi edebi kültürümüzü ortaya koyarak, doğu ve batı karışımı, nevi şahsına münhasır ve başka kimsenin yazamayacağı bir eseri yazıyor ve aslında bu toprakların edebi kültürünün zenginliğini ve güzelliğini dünyaya gösteriyor. postmodernizmin başat konusu polisiyeyi, başat teması arayışı, bizden ve dışarıdan gelen kaynaklarla kullanıp dünya edebiyatının sayılı eserlerinden birini meydana getirirken, çok kültürlü bir roman oluşturup çok farklı konulardan bahsediyor, kendi eserlerine ve diğer eserlere gerek açık gerek kapalı göndermelerle meraklı ve araştırmacı okuyucuyu da tatmin ediyor. ilk okunduğunda normal okuyucuya zor ve çetrefilli gelse de biraz dünya edebiyatıyla haşır neşir olan okuyucuların sebat ettiğinde başucu yapacağı bir kitap.

    beşinci kitap yeni hayat, adından dahi anlaşılacak üzere artık postmodernizmin-iyi anlamda-suyunu çıkardığı, kara kitap’tan sonra güncel roman açısından daha da uç bir örnek verdiği, çoğu okuyucunun beğenmediği fakat kara kitap gibi dayandığı temelleri bilince çok usta bir roman olduğu anlaşılan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. kara kitap’ta da dayandığı tasavvufi temeller artık bu kitapta başat konuyken, paralellikler, mizahi öğelerin fazlalığı, metinlerarasılık, yine açık ve kapalı göndermeler gibi özellikleriyle tam bir postmodernist eser. edebi ve birçok konuya çok fazla aşinalık gerektirdiğinden, herkesin sevemeyeceği fakat sevenin de favori kitabı olacağı bir kitap.

    altıncı kitabı benim adım kırmızı’da eski kullandığı tema ve konuları birleştirip, umberto eco’nun il nome della rosa’sını bize uyarlıyor. postmodernizm denince yine tabii ki yine bir polisiyeyi tarihsel düzleme oturtup, baz aldığı eserle paralel olarak manalı konuları işlerken resim, minyatür, nakkaşlık gibi sanatları kullanarak çok yönlü bir romanla karşımıza çıkıyor. hiçbir yönü beğenilmese dahi sırf il nome della rosa’yla tanışmayı sağlaması bile okuyucuya büyük şeyler katarken, tarihsel romanları ve polisiye sevenlerin okuması gereken bir roman.

    bence bu altı kitabıyla zirvesini yaşayan orhan pamuk, bundan sonraki eserlerinde veba geceleri hariç keskin bir düşüşe geçip, daha popüler olma kaygısından mıdır yoksa gerçekten artık böyle kitaplar yazmak istemesinden midir bilmiyorum çok daha basit ve günlük tüketime uygun kitaplar yazmaya başlıyor.

    yedinci kitabı kar aslında güzel bir roman olacakken, orhan pamuk’un siyasi konulardan bahsetmeye çalışıp becerememesinden, eğreti durmasından ötürü kötüleşen bir eser. aslında şehir seçimi, kurgusu, bazı karakterlerinin orijinalliği, postmodernist esintilerle çok iyi yönleri olabilecekken, korkunç kötü karakterler ve onları hiç gerçekçi olmayan biçimde aktarmasıyla, kendi bakış açısının zayıflığı nedeniyle taraflı incelemeleriyle ilk vasat romanını yazıyor.

    sekizinci kitabı masumiyet müzesi nobel'e ve anılarını yazdığı döneme denk gelince biraz geç çıkan bir eser. yeşilçam esintili bir aşk romanı olan bu kitap kendisinin dümdüz yazdığı, ortalama okuyucunun çok sevdiği fakat edebi açıdan bana göre diğer eserlerine göre pek dolu olmayan bir kitap. bu kitabın asıl olayı kitabın bir müze ile gerçek hayata taşınmasıdır. bu da tabii ki on milyon kere söylediğimiz postmodernizmi yine önümüze koyuyor. edebiyat açısından çok bir numarası olmasa da yazın oyununu gerçek hayata taşıyarak yine de orijinal bir özelliğe sahip oluyor.

    dokuzuncu kitabı kafamda bir tuhaflık’ta bir kişi üzerinden bir dönem anlatan orhan pamuk, önceki eserlerinden ziyade artık yeni kitaplarındaki gibi çok derinlemesine bir iş çıkaramıyor. sosyolojik açıdan bir şeyler yazmaya çalışıp edebi yönü zayıf tutunca, bunların üstüne sosyolojik durumları da üstünkörü arka plan olarak kullanınca pek de başarılı bir roman ortaya koyamıyor. fakat nostalji duygusu, değişen dönemler, aşk hikayesi gibi unsurlarından ötürü okuyucuların yine de ilgisini çekiyor. masumiyet müzesiyle başlayan basit romanları kafamda bir tuhaflık’ta zirve yaparak, bu son iki kitabıyla ortalama bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı, çok uğraş gerektirmeyen kitaplar ortaya koyuyor.

    onuncu kitabı kırmızı saçlı kadın’da kısa bir roman denemesi yapan orhan pamuk, çok az da olsa eski günlerine ara sıra ufaktan sinyal yakıyor. geneli yine vasatı aşamayan bu kitapta biraz mitoloji ve edebiyat temeli olduğundan geçmişine bir sinyal görülse de, biraz çalakalem havası veren bu romanı da daha zorlayıcı şeyler arayanlar için doğru bir eser değil. kısa olduğundan mıdır nedir yine bu kitabı en çok okunan, ortalama okuyucu tarafından bağırlara basılan bir kitap.

    on birinci kitabı veba geceleri bence son zamanki romanlarına göre oldukça iyi. zaten yıllardır kurguladığı bir eser olduğundan, tarihsel kurgusu, yararlandığı kaynaklar, gerçekçiliği ilk dönem işlerine benziyor. üstüne bir de pandemi çıkınca kitabın çoğu kısmında revize gerçekleştiren orhan pamuk, çok çalıştığı bu eseriyle saf bir tarihsel roman yazıyor. bu tarzın seveni kadar sevmeyeni de çok olduğundan ortalama okuyucu ve daha ilgili okuyucularda sevgi veya nefret duygusu uyandırabilir. ben tarihsel romanları güzel olduğu sürece sevdiğim için bu kitabını zayıf döneminde yazsa da fena olmayan bir tarihsel roman olduğundan eski günlerini aratsa bile güzel bir kitap.

    bu kitaplarından sonra yazacağı yeni kitap olursa artık eski günlerine mi döner yoksa popülist tarzını devam mı ettirir bilemiyorum ama her ne kadar vasatlaşsa da sırf kar dönemine kadar olan kitapları sayesinde uzun süre seviyesine ulaşılamayacak bir yazardır.

  • istanbul ticaret borsası başkanı ç. ali kopuz böyle buyurmuş. bir de kızmış trafik kazalarına neden bu kadar tepki gösterilmiyor diye. ne pissiniz be.

    tekrar tekrar okuyorum çıldırıyorum. siz şimdi bunlar kaza falan değil, sorumsuzluk, ihmal derseniz vatan haini oluyorsunuz. neden? çünkü borsayı sabote ediyorsunuz. borsanın bir kaç puan düşmesi çıkması insan hayatından çok daha önemli çünkü. lan hadi tamam umrunuzda değil insanlar ölmüş yaşamış. lan açık açık nasıl söylüyorsunuz bunu?

    haberin detayları burada. sinirlenmeden sakin kalıp okuyabilecekler bir göz atsın. http://www.radikal.com.tr/…iyeye_saldiridir-1213654

    edit.

  • bu konuda is bankasi ile aramizda gecen dialogu harfiyen aktariyorum:

    - iyi gunler. kredi kartimdan 27 eylul tarihinde 40 tl uyelik aidati kesilmis. iadesini talep edebilir miyim?
    - tabi efendim. kontrol ediyorum su anda.
    - peki.
    - kartinizin son 4 hanesini alabilir miyim?
    - 1234
    (30-40 sn.lik bekleme)
    - evet efendim, kontrollerini sagladigimda sistem, kredi kart aidatinizin iadesini onayladi. gelecek ay ekstrenize yansiyacaktir.
    - peki tesekkur ederim.
    - tesekkurler, iyi gunler.

    halbuki ben laflarimi hazirlamistim, "kimsiniz olm siz" tarzi cikismalarim hazirdi : )