hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.
    edit 4: soru işaretleri giderek artıyor bu yeni çağ ne zaman başlıyacak acaba?

  • "anneme aşure yapsana diyorum, bekle bi kaç güne komşudan gelir diyo, ben şimdi annemi yaşlanınca araba fırçasıyla yıkamıyım da napıyım??????"

  • kedinizi daha kucucukken sevgiliniz sokakta bulmustur, eve goturemez ve yuzunuze acinasi ama sevimli bir ifadeyle bakar, sizde tamam tamam bu gece benim evde kalsin ama sen bakarsin dersiniz. ertesi gun tekrar sokaga birakmaya niyetlenirsiniz fakat is isten gecmistir, kediyi sevicem diye sizinle ilgilenmez sizde dovunursunuz nerden aldim bu belayi basima diye. kediyi defetme planlari yaparsiniz ama basarili olamazsiniz. sonra bir gun sevgilinizden ayrilirsiniz ve kediyi birakmazsiniz, konusursunuz dertlesirsiniz, ondan kalan en muyuk miras olmustur artik.

  • dinamiklerini bir türlü çözemediğim, nasıl bir arada kalmayı başardıklarına anlam veremediğim poligomik kolonilerdir bunlar. bir sene misal herkesin mutlu mesut bir ilişkisi vardır... 6 ay geçer, bir bakarsınız sanki barn dance yaparmış gibi herkes partner değiştirmiş, ilişkisel bir reset atılmış tüm komüne:

    erkek1, kız1 ile, erkek2 kız2 ile, erkek3 de kız3 ile çıkıyo olsun misal.

    erkek1: kız1 ile çok mutluyum abi ya, valla süper gidiyo....
    kız2: ...ben bilemiyorum...galiba erkek2 the one değil felan yaaani.
    erkek3: yaaa, ben de kız3 ile geçinemiyorum, senin gibi olsa keşke...
    kız2: ehihihihi

    3 ay sonra.... nice ilişkiler yıkılmış, büyük vaatler çürümüş, vay anasını olmuştur:

    erkek1: yok abi yok, kız1 ile yürümüyo
    erkek2: biz kız3 ile çok feci aşığız ya!
    kız2: ben de erkek3 ile süperim... senin gibi vurdumduymaz değil!
    erkek2: hadi leen.. zaten hemen koşarsın sen başkasına. the one 'mış... matrix mi lan burası?

    2 ay sonrası. kimin eli kimin cebine girmiş, nerden çıkmış, çözemen:

    erkek1: kız1 ile... aman 2 ile... ulan şu an kimle çıkıyorum?!
    erkek3: abi galiba benle çıkıyosun ama emin değilim...
    kız3: yaaaa, hani benleydin??? yok yok.... ben kız2 ile miydim?
    erkek2: ulan keşke isimlerimiz olsa, böyle erkek1 kız2 karışıyo tabi...

  • --- spoiler ---

    rickon'un zik zak çizerek koşmayı akıl edemediği bölüm olmuştur. zaten normal şartlar altında da bu akılla pek fazla yaşamazdı.

    --- spoiler ---

  • öncelikle ekşi şeyler'de de yayınlanan (bkz: #88604310) numaralı girdimi koyayım. o zaman latifundiyalardan bahsederken encomiendaları nasıl sınıflandıracağımı bilememiştim. çeviri yaparken tımar desem yanlış anlaşılacak, büyük toprak desem tam anlamını karşılamayacaktı. dirlik olarak karşılanabilir aslında ve isabel moctezuma ile ilgili bir girdi yazarken 'dirlik' olarak kullanmayı tercih etmiştim. yukarıda verdiğim girdimi tekrar okurken yine aklıma takıldı ve biden tam olarak nasıl karşılanabileceği kafama dank etti (bkz: kafaya dank etmek): bildiğin yurtluk buralar. ya da ingilizcesi ile fief.

    tabii ki her kültürün kendine has bir gelişimi ve işleyişi var. örneğin; her ne kadar latifundiyalar tam olarak tımar sistemine karşılık gelmiyorsa da tımar sistemi esasında roma imparatorluğundaki latifundiyaların türk yahut osmanlı coğrafyasına uyarlanmış halidir. arjantin'de estancia olur, brezilya'da fazenda. dolayısıyla ispanya imparatorluğunun uyguladığı encomienda sistemi de ta selçuklu'dan beri uygulanan yurtluk ile aynı mantığa sahiptir.

    ispanyollar yeni dünyayı fethe başladıkları zaman, bu yeni topraklarda kendilerine bağlı oluşumlar olmasını istiyorlardı. bu sebeple askeri ve ticari zümrenin kendi kafalarına göre hareket etmelerini önlemek, fethedilen yerlerdeki yerli nüfusu kontrol altında tutabilmek, düzenli bir gelir elde edebilmek, muntazaman kolonileşebilmek ve üretimin devamlılığını sağlamak üzere çeşitli kişilere 'yurtluk' vermeye başladılar. bu toprak parçaları öyle 'büyük arazi' diyerek geçiştirilebilecek yerler değildir. (bkz: #97336862) numaralı girdimde de değindiğim üzere zaman zaman yerli liderlere de isyanların önüne geçmek ve asimilasyonu hızlandırmak için toprak dağıtırlardı. latifundiyalar bu toprakların yanında 'bahçeli müstakil ev' gibi kalırdı.

    tıpkı avrupa'daki feodal beylerin toprakları gibi bu topraklar da miras olarak devredilebiliyordu ama özünde krala aitti. ancak avrupa'dakinden farklı olarak köle çalıştırılabiliyordu. her ne kadar feodal beylere bağlı olan plebler köleden hallice olsalar bile hukuken köle değillerdi. encomiendalarda çalışan insanlar köle olmak zorunda değillerdi ama işgücü ihtiyacı hasıl olduğunda bal gibi de köle yapılmışlardır.

    yalnız encomiendaların ömrü çok uzun olmadı. bir kere çok uzaktaydılar ve çok büyüktüler. merkezdeki asiller durumdan rahatsız oluyorlardı zira bizim fatih, kaşif deyip durduğumuz insanlar ya kılıç artığı, çapulcu yahut serkeş kaçkınlardı çoğunlukla. ve birdenbire zengin oluyor, kontrol edilmeleri güçleşiyordu zaman içerisinde. asiller merkezi terk edemiyorlardı zira malları mülkleri, gelecekleri, kariyerleri merkezde kalmaya bağlıydı. ayrıca köleleştirilen yerliler sürekli isyan ediyor, yerel liderler de kendi insanlarına bu zulmü reva görmedikleri için tam bir itaat içinde olmuyordu. yukarıda adı geçen isabel moctezuma encominda sisteminin 1542 gibi erken bir vakitte kaldırılmasının öncülerindendir (hatta sebebidir diyebiliriz). ölürken de bütün kölelerini serbest bırakmıştır (kendisi köleleştirmemişti, toprakla birlikte kendisine verilmişti köleler).

    ama bu sistemin terk edilmesi ile beraber angarya/zorla çalıştırma için yeni bir sistem geliştirildi: repartimiento. onu da başka bir yazıda anlatırım. sözün özü, çeviri yaparken aklınızda olsun; encomiendaları dirlik ama en güzeli yurtluk olarak türkçeleştirebilirsiniz. yani, galiba!.. *

    tema: (bkz: latin amerika tarihi)

  • kayınvalidelerin gelinleri kendine rakip olarak görmesidir.
    burada sorun gelinin huyu suyu değil, kayınvalidenin kocası ve oğluyla veya çekirdek ailesiyle olan dinamikleri oluyor.
    tabii en büyük problemlerden biri, annenin anne olduktan sonra kocasından (kadın olarak) önceki ilgiyi görmeye devam edememesi veya bunu zaten hiç görmemiş olmasıyla ilgili.

    kadın, kendisine ihtiyaç duyulmasından hoşlanan, bundan bazı ölçülerde tatmin yaşayan bir varlık.
    kocalarından göremedikleri ilgi ve sevgiyi, tatmin ol(a)mayan kadınlıklarını erkek çocuklarına yükledikleri ve kocalarının kendilerine hiç ihtiyaç duymadığı şekilde kendilerine ihtiyaç duyan bir erkekle yaşadıkları için gelinle aynı düzlemde olduklarını zannediyorlar.
    çünkü o noktada evlat, bir tatmin objesi ve egonun desteği hâlini almış bir varlık oluyor.
    yani kocadan ya da erkekten dolayı boş kalan duygusal alanları oğuldan aldıklarıyla doldurmaya çalışıp çarpık bir bağlanma türü geliştiriyorlar.

    halbuki kendilerinin erkeği kocaları, yani oğullarının babasıdır.
    fakat dinamikteki kırılma nedeniyle bilinçaltı düzeyde oğullarını kendi erkekleri olarak gördüklerinden, gelinleri de kendilerine düşman ya da rakip olarak görüyorlar.

    erkeklerini ellerinden alacak birer tehdit oluyor gelinler bu sefer.
    maalesef anneler bunun farkında değil, farkına varamıyorlar.
    işin kötüsü, erkekler de bazen annelerinin üzerine kuma getiriyormuş gibi davranıyorlar.
    "annemi bırakamam, annem kabul etmezse olmaz, annemi istemezsen ben de seni istemem vb." ve bu anlama gelen birçok davranış çeşidi.

    çünkü o da annesini bilinçaltı düzeyde "kadını" olarak algılamakla birlikte, asla bırakamayacağı bir sorumluluk, en önemlisi de ihanet etmemesi gereken kutsal bir varlık olarak görüyor.
    anneye ihanet, bu tip erkekler için ömür boyu sürecek bir vicdan azabı nedenidir ve en büyük korkudur.
    hele baba yoksa, uzaksa veya bir şekilde zayıfsa ve çocuk evin erkeği rolünü de resmi olarak üzerine almışsa.
    halbuki başka bir kadını hayatına almak, anneye ihanet değildir ama çocuk 45 yaşına da gelse, öyleymiş gibi hisseder ve bu sefer hayatına aldığı kadına "ikinci kadın" olarak davranır ve öncelik vermez, annesi her zaman haklı olur, onun hep alttan alınması gerekir.
    bu sefer de işte annesine düşkün erkekle sürdürülemeyen ilişki ve evlilikler silsilesi yaşanır.

    burada hem annenin yüklediği rolü erkek olarak üstlenme hem de yine dengesiz bağlar nedeniyle anne-kadın varlığı hayat boyu taşımakla yükümlü olduğunun empozesi vardır.
    aslında annesinden sorumlu olan babası, kendisi de hayatındaki kadından, sevgilisinden, eşinden vb. sorumlu ama çocuk bunu 50-60 yaşına dahi gelse fark edemiyor.

    o yüzden ilkokulla birlikte, anne erkek çocuğun hayatında geri çekilmeye başlamalı, bazı konularda mesafe koyabilmeli ve çocuğu babayla birlikte dış dünyaya gönderebilmelidir.
    böylece, erkek çocuk da babasından destek alabileceği, onun izini sürebileceği bir alana sahip olur ve bu şekilde de "erkekleşir".

    eğer oğlunuzu gönderemiyor, ayrılamıyorsanız profesyonel destek alın.
    herkes evli kalamayabiliyor, hayatında oğlundan başka erkek kalmayabiliyor, bunlar tabii ki normal ve kadını zorlayan şeyler.
    ama bu süreçlerde annelerin bilinçli olması ve oğullarının ihtiyaçlarını karşılamanın egolarını ve duygusal boşluklarını beslememesine dikkat etmeleri çok önemli.

  • gora' yı oradan çıkarsak diyorum. her komedi filminin de cıvık olması gerekmez. iyidir kötüdür tartışılır ama gora, arabesk filminden sonra çekilmiş absürd komedi türünün ilk örneklerinden olması bakımından bile değerlidir.