hesabın var mı? giriş yap

  • benim de başıma geldi, sonrasında tüm vücudum bir hafta boyunca ağrıdı çünkü acımasızca ev taşıttılar.

    3 kız okulun ilk günü 3 farklı öğrenci yurdundan 3 gerizekalı toplamış, birbirini tanımayan 3 gerizekalı bir kamyon eşyayı eve yerleştirdi ve yurtlarına dağıldı.

    sonraki günlerde bu 3 kız bu 3 gerizekalı ile muhatap bile olmadı. 3 gerizekalı ise arkadaş olup aynı eve çıktı.

  • oğlum dalga geçtiğimiz oyun büyük yeğenim diyen amcalar haklı galiba lan. anadolu irfanı dedikleri bu olsa gerek.

  • six feet under'ın finali.
    hani bir deyim vardır yaa.
    koltuğa çivilenmek.
    ben onu birebir yaşadım ilk izlediğimde.
    hareketsiz bir şekilde ekrana baktım.
    final bitti ben halen kımıldayamadım.
    bir hafta sonra tekrar izledim finali ve yine aynı şekilde koltuğuma çivilendim.
    gelmiş geçmiş en büyük ve en kaliteli dizi finali six feet under'ın finalidir

  • 1 eylül 1923 tarihinde utc'ye göre saat 02:58'de honshu adası'nın güneyine yakın, 35.413 kuzey enlemi ve 139.298 batı boylamında, 15 km derinlikte, 8.1 büyüklüğünde (bkz: deprem büyüklüğü) meydana gelmiştir (şekil 1). depremin meydana geldiği lokasyon, aynı zamanda japonya'nın nasıl bir katastrofik bölgede bulunduğunun da kanıtıdır. depreme büyük kanto depremi adı verilmiştir. aynı zamanda büyük tokyo depremi olarak da bilinmektedir.

    şekil 1

    şekildeki mor çizgiler, japonya'nın yakın ilişkide bulunduğu plaka sınırlarını göstermektedir. şekil 1'de görülen plaka sınırlarına göre nispeten kuzeyde olan kuzey amerika plakası, güneyde olan filipin plakası, doğusunda ve batısındakiler ise sırası ile pasifik ve avrasya plakalarıdır (bkz: levha tektoniği/#119861457). ayrıca bu konum, neden japonya'nın daima sallandığını anlatmaktadır.

    hayatını kaybeden insan sayısı usgs'e göre 142 800 kişi, utah'ta bulunan brigham young university'e göre 105 385'dir. bu depreme kadar olan tarihi büyük depremlerde vefat sayıları oldukça belirsiz ve yaklaşık değerlerle ifade edilmekteydi. ancak, bu depremi öncekilerden farklı kılan neydi? bunun sebebi japonların, başlarına gelen felaketleri her zaman muazzam şekilde kayıt altında tutmasıdır. 1906'da meydana gelen san francisco depremi'nden sonra ölü sayılarını politik sebepler yüzünden manipüle eden abd'nin aksine japonlar, bu konuda oldukça şeffaf olmuşlardır.

    dünya'nın en yıkıcı depremlerinden birisidir. deprem ve müteakip yangınlar tokyo ve yokohoma arasında büyük yıkıma sebebiyet vermiş, kısmen ya da tamamen yıkılan yaklaşık 694 000 evin, 381 000'ni yangından ciddi şekilde zarar görmüştür. boso ve izu yarımdaları ve o-shima adası da bu depremden zarar görmüşlerdir.

    sagami körfezi'nin kuzey kıyısında yaklaşık 2 m (6 ft) kalıcı yükselme gözlemlendi ve boso yarımadası'nda 4.5 m (15 ft) kadar yatay yer değiştirmeler ölçüldü.

    sagami körfezi'nde o-shima'da 12 m (39 ft) ve izu ve boso yarımadalarında 6 m (20 ft) dalga yüksekliklerinde tsunami meydana geldi (kaynak usgs).

    bu depremden sonra dünya tarihinde başka bir depremin ardından gözlenmeyen bambaşka bir felaket daha yaşanmıştır. deprem mekanizmasının henüz doğru düzgün anlaşılmadığı bir zamanda olması ve devletler arasındaki gerginliğin deprem sonrası da yansımış olmasıdır. nasıl ki doğada bulunan sınırlarda hayvanlar kendi bölgeleri için sınırlarda kavga çıkarıyorsa, nasıl ki depremler plaka kenarlarında biriken tansiyon sebebi ile meydana geliyorsa, yüzyıllar boyunca politik sınırlarında süren gerginlik 1923'te uzakdoğu'da da yüksek seviyedeydi.

    japonlar bu deprem için, korelileri sorumlu tutmuş, deprem için onları suçlamışlardır. japonya'da bulunan silahsız, savunmasız koreliler depremden sonra japon askeri, polisi ve gönüllü katılımcıların yardımıyla ne yazık ki bir kitle katliamına (bkz: kanto katliamı) dönüşmüştür.

  • çok değil 20-25 yıl sonra bu yeni doğan bebekler büyüyüp bir de onlar çocuk yaptığında işte o zaman durumun vehameti ortaya çıkacak. türk halkı, türkiye'de azınlık olacağı günleri görecek.

    edit: bazı arkadaşlar diyor ki “bu veriler istatistiksel olarak hiçbir anlam ifade etmez.” açın o zaman kaç milyon suriyeli bu ülkede var ve doğurganlık hızına bakın.

    2018 yılında gerçekleştirilen türkiye nüfus ve sağlık araştırması (tnsa-2018) verileri

    doğurganlık hızı: 5.3, sene 2018.

    görsel

    görsel

    siz oturduğunuz rezidanslardan nasıl çoğaldıklarını göremezsiniz. biraz arka mahallelere inerek bu grafiklerin kat ve kat üstünde olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz.

    edit 2: bir de böyle yazanlar var:

    görsel

    tercih sizin. sen öyle diyorsan öyle olsun.
    ama ben hiç ammar el bekir isminde bir türk görmedim. yine de sen bilirsin.

    edit 3: faşist olduk aq.

  • aslında türkiye’deki sanatçıların anlatılacak çok hikayesi var. ancak atıyorum bir amerika’yla falan karşılaştırdığınızda bu alandaki çabanın çok çok kısıtlı olduğunu görüyoruz. mesela yurt dışında ünlü gruplar için minimum iki belgesel, üç dört tane biyografi oluyor. böylece istediğiniz kişiyi daha yakından tanıyabiliyorsunuz. türkiye’de ise bu tür anıları öğrenmek için sanatçıyla bir şekilde denk gelmiş insanların bunları anlatmasını beklemek durumundasınız. spesifik örnek vermek gerekirse zeki müren ya da neşet ertaş hakkında çok güzel anılar var. ama bunlar bazı röportajların bazı yerlerinde yer alıyor sadece, ya da o ana denk gelen insan başkasına anlatıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor bu hikayeler.

    yazılan hiç mi bir şey yok derseniz var. ama bunlar da anlatılan kişiyi çok idealize ediyor. çünkü bizde biraz romantiklik var. eğer sanatçının şarkıları ya da filmleri sevildiyse sadece iyi yönlerinden bahsediliyor. bu durumda merak ettiğiniz insanı tanıma şansınız kalmıyor pek.

    bu nedenle teoman’ın yazdığı faso fiso kitabını çok ilgi çekici buldum. aslında teoman dünyayı çok sallayan bir insan olmadığı için bu boşluğu doldurmak gibi bir amacı olduğunu düşünmüyorum. benim kitabı okuma motivasyonum da bu değildi zaten. yaşım nedeniyle türk rock’ının yükselmeye başladığı döneme denk gelemedim ve bu atmosfer hakkında bir şeyler görmek istiyordum sadece. ancak teoman’ın kendisini ifade ederken kullandığı açık dil sayesinde çok başarılı bir anı / biyografi / itiraf kitabı okumuş oldum.

    bunu sağlayan ilk nokta teoman’ın çocukluğuna duyduğu özlemdi. bunu yurt dışındaki örneklerde daha sık görüyoruz aslında. derli toplu bir anlatı kurmak isteyen yazarlar anlattıkları kişilerin çocukluğunda sadece ileride olacakları insanın özelliklerini arıyorlar. mesela steve jobs’un biyografisinde bu dönemini öyle bir anlatmışlar ki adam 7 yaşında ceo gibi görünüyor. teoman’ın ise kimseyi kendisine hayran bırakmak gibi bir derdi yok. çocukluğunu da olduğu gibi görmeye çalışıyor. bu nedenle yalnız ve çekingen bir çocuğun kendi halinde yaşamını okuyoruz bu kısımlarda.

    metnin başarılı olmasındaki ikinci etken de teoman’ın alaycı dili. zaten biliyorsunuz kendisi geçtiğimiz yıllarda aradığını bulamadığı için müziği bırakmıştı. bu nedenle müziğe başladığı zamanlarda yaptığı acemilikler ile dalgasını sık sık geçiyor. ancak burada kişi olarak kendisini küçümsediğini düşünmemek lazım. çünkü kitap boyunca sürekli tekrar ettiği üzere aslında teoman geçmişini özlüyor. buradaki acemilikleri ve yaptığı hataları da muzip bir şekilde bize aktarıyor.

    çoğu biyografide kişinin kötü yönleri de neden-sonuç ilişkisine bağlanarak haklı gösterilmeye çalışılır. mesela bir insan çalışanlarına kök söktürüyorsa işine olan saygısından böyledir gibi bir açıklama yapılır sürekli. teoman’ın ise kendisini haklı çıkarmak ya da insanların gözüne hoş görünmek gibi bir derdi yok. hem şarkılarından, hem röportajlarından hem de bu kitaptan bildiğimiz üzere kendisiyle çok barışık bir adam değil. bu nedenle çalışanlarına bağırıp çağırdığı kısımları olduğu gibi anlatmış. daha sonra yaşadığı pişmanlıklara da yer vermiş. hatta üzerine pişman olmama ve daha olgun bir insan gibi davranmaya çalışmama rağmen bunu başaramadım diyerek adeta bize içini dökmüş.

    bir de türkiye’de içinde bulunduğumuz kültürden dolayı tabu olarak görülen maddiyat meselesi var. eğer başarılı bir insandan bahsediyorsanız uzun uzun nasıl yokluk çektiğinden bahsetmeniz, burada işi ajitasyona kadar vardırmanız gerekiyor. ancak hayatı anlatılan kişi başarıyı yakalayıp zengin olduğunda bunun boyutundan bahsedemezsiniz. örnek vermek gerekirse konser sonunda cebimde 20 lirayla eve döndüm gibi bir cümle kabul görür. ancak albümden bir milyon lira kazandı diyemezsiniz. teoman ise yaşadığı zorluklardan bahsediyor doğru ama bunu kendisine sempati toplamak için yapmıyor. ayrıca kazandığı paranın boyutunu da açık açık söylüyor. hatta “balans ve manevra için bir milyona yakın para harcadım ve çoğunlukla zarar ettim. canım sağ olsun.” diyor. bu pratiklerin çok dışında bir cümle ancak teoman’ın kendisi de sıra dışı bir insan zaten. ayrıca bu şekilde teoman’ın maddiyata bakış açısını daha açık bir şekilde görüyoruz. bu da onu daha iyi tanımamızı sağlıyor.

    sonuç olarak bu kitap zaten sınırlı bir alanda yazılmış çok iyi bir metin. karşımızdaki kişiyi işin tüm teknik kısımlarından sıyırarak olduğu gibi gösteriyor. ayrıca tutarlılık peşine düşmemesine rağmen oldukça akıcı. başına oturduğunuzda yaklaşık dört-beş saatte falan bitiyor sanırım. bu nedenle rock müziğe ilgi duymuyorsanız bile sırf bu farklılıkları nedeniyle fasa fiso'ya göz atmanızı tavsiye ederim.

  • beni mahvetmiş illet. 2003'te bu spora başladığım zaman zenciydim, şimdi japonum. allah belanı versin vücut geliştirme!

    aleti küçültmekle de kalmadı kendimi bi' anda ninja warrior'da yarışırken buldum allah belamı versin. ki ben harlem sokaklarında silahı yan tutarak beyaz kıçı tekmeleyen bir adamdım.

  • yav adamın biri geçen gün çıkmış sözümona mecaz yaparak müslümanlarla dalga geçiyor. sen kimsin be? gladyatör filminde türlü entrikalarla ayak iken nasıl baş olduğunu biz iyi biliriz. sevgili kardeşlerim, bakın çok enteresan, dönemin imparatoru commodus, milli iradeye dayalı gücünü halktan alan bir imparator iken bu russell, halkın arasına saklanıp, halkı galeyana getirip, insanları sokaklara dökme düşüncesiyle darbeye teşebbüs edip, imparatoru koltuğundan edip, ülkenin istikrarlı yapısını bozmayı hedeflemiştir.

    (yuhhlamalar, ıslıklar)

    eyyyy russell, bu millet bu oyunu yemeeğğğz yemez. sevgili kardeşlerimm, russell'a buradan sesleniyorum. eğer yüreğin varsa sandıkta görüşelim. sana dersi bu millet sandıkta verecek. russell'a sandıkta ders verecek miyiğğğzzz?

    (alkışlar, evetler, hüloğğlar)

  • kara murat/malkoçoğlu filmlerinin vazgeçilmez bir ikilemidir. buna göre siyah elbiseli hain bizans askerleri (en az 10 kişi) kara murat'la karşılaştıklarında, kahramanımıza mutlaka sırayla saldırırlar. biri kara murat'ın üstüne atlayıp folloş olurken, elleri silahlı diğer askerler oldukları yerde sallanaıp sıralarını beklemektedirler. biri de demez mi ki arkadaş sen arkadan tut ben vereyim kılıcı, vereyim topuzu. yok olmaz. illa ki teker teker olacaktır. hatta bu öyle bir hal almıştır ki, kendi sırasında kara murat tarafından öldürülen bazı askerler, kara murat başkalarıyla dövüştüğü sırada çaktırmadan yerde yuvarlanarak kadraj dışına çıkmakta ve yepyeni bi asker edasıyla tekrardan saldırmaktadırlar (kalifiye eleman eksikliği var tabi). bu bazen öyle bir hal alır ki karamurat biriyle dövüşürken, arkasını döndüğü sırada bile bu bizanslılar bir şey yapmadan beklerler ellerinde kılıçlarla. sonra yok koca bizans neden yıkıldı, yok istanbul aslında konstantinapolis... iyi valla.