hesabın var mı? giriş yap

  • oglumun gozlerime bakmasina, onunla konusurken beni anlamak istercesine kafasini sola yatirmasina, birsey istediginde kafasini o seyin yanina koymasina, arabanin sesini evden duydugunda cama kosmasina, beraber yurumeye, hasta olmaya, evden cikamayacak duruma geldiginde tuvaleti icin israrla banyoya gitmek istemesine, gittigi banyoda kalp krizinden ölmesine, onunla gecen her ana, her dakikaya milyonlarca tesekkurum var. diger hayvanlari sevdirmesine, merhameti hatirlatmasina, dunyami daha yasanir kilmasina milyonlarca tesekurum var. bana kattiklari icin milyonlarca tesekkurum var. gozumde yas kalbimde sizi olmasina milyonlarca tesekkurum var. pasamin, argosumun biricik oglumun kulagina kuyruguna patisine kurban olun.

  • yalnızsınızdır. dünyanın, yaşamanın bir zevki, neşesi kalmamıştır sizin için. hayattan tat alamama noktasına gelmişsinizdir. hayalini kurduğunuz, düşlediğiniz, yürekten istediğiniz bir sevgili modeli vardır kafanızda ama yıllar geçmiş olmamıştır, bulamamışsınızdır onu. eski aşklar sevdalısısınızdır siz. anlatılan hikayelerdeki, efsanelerdeki, okunan şiirlerdeki aşklar gibi yaşamak istemişsinizdir hep aşkınızı, sevdanızı. aşk ve sevda sizin için iki öpücükten ibaret olmamıştır asla. çoğu zaman ilk adımı hep karşıdan beklemiş, ilk adımı atmaktan hep korkmuşsunuzdur. ve o beklemeler size hiçbir şey kazandırmamıştır. ve artık öyle bir an gelmiştir ki yalnızlık büsbütün sarmıştır içinizi, dışınızı... bir kurşun kalem alır yazarsınız halinizi gözünüzden dökülen yaşlarla ıslanan kağıda. bir vefalı yarin eksikliğini derinden duyarsınız. bilirsiniz ki hayatta herşey paylaştıkça güzel. mesela bir şiiri, güzel bir hikayeyi, acıları, dertleri, minnacık bile olsa bir sevinci, önemsiz bile olsa bir düşünceyi paylaşmak... hayattaki gözle görünen, görünmeyen, hissedilen herşey paylaştıkça bir başka güzeldir sizin için. önemli olanda zaten paylaşabilecek o doğru insanı bulabilmektir ama işte öyle biri yoktur hayatınızda. ve onun yokluğunu derinden hissettiğiniz bu anlar acı verir size.

  • çok cesaretlendirici bir konuşma olabilmektedir.

    lisedeyim. hazırlığı atlamışım, onda dokuzu benimle aynı dönemde okumayan, kendi aralarında arkadaş olmuş bir sınıfa düşmüş, ailemden uzak, istanbul'u tanımaya çalışıyorum. bir sürü yeni arkadaş ediniyorum. hoşlandığım da bir kız var. görseniz, tam bir inek. ama sevimli geliyor işte. (bu cümleye dikkat :) ) bir gün yeterince uzak olduğum sınıf arkadaşım olan bir kıza (nihan diyelim), diğer kızdan hoşlandığımı söylemek ve tavsiye almak için yanına gidiyorum. konuşuyoruz filan, tipik tavsiyeler. daha önce iki kız girmiş hayatıma. ama girmesiyle çıkması bir olmuş. biri zaten uzak ilişki, diğeri ise eğlenmeye bakıyor. tipik bir liseli olarak ürkek ve aptalım. o kız için adım atmamaya karar veriyorum.

    derken bir gün, sıra arkadaşım hasta olup okula gitmiyor. nihan ise beraber oturduğu ve takıldığı çirkin grupla tartışıyor ve hışımla yerinden kalkıp kendine başka bir yer arıyor. gözü benim yanıma takılıyor. hop diye gelip yanıma oturuyor.

    ilginç bir kız nihan. böyle biraz erkek gibi. zeki kız. ben zeki kız seviyorum. ayakları üstünde durabilen, ama aynı anda sevimli ve narin. ilginç bir hassaslıkta düzenlenmiş tüm karakteri. bol bol sohbet ediyoruz. sanat, bilim, siyaset, aile ilişkileri, kadın-erkek olayları... arkadaş oluyoruz.

    ilginç karakteri içinde, çok eşlilik ve sık sevgili değiştirme olayı da var. sanırım pek umrumda değil. ne de olsa, o da öyle bir karakter ve biz arkadaşız işte. bana sevgilisini anlatıyor. adam tam bir hödük. ama ben güzel güzel ilişkileri hakkında olumlu tavsiyeler veriyorum. çünkü ben iyi bir arkadaşım.

    bir gün okuldan çıkmışız, ben sinemaya gitmeyi planlıyorum. bahariye caddesinde yürürken telefonum çalıyor. nihan arıyor ve "sevgilimden ayrıldım ben, konuşmaya ihtiyacım var diyor." soğuk bir mart günü, moda sahile inmeye karar veriyoruz. ikişer de bira alıyoruz yanımıza. anlatıyor, işte adam hakkında bir şeyler. ne kadar kaba davrandığını, aptal olduğunu falan filan. hava soğuk ve biz birbirimize yaklaşıyoruz. ikinci biramın sonunda ben onun saçlarını okşamaya başlıyorum. hala sohbet ediyoruz ama başka şeylerden artık. daha da yaklaşıyoruz. o kendi ikinci birasının yarısını içemiyor. ben bitiriyorum onunkini de. ellerim saçlarından sırtına ve beline kayıyor. sarılıyoruz birbirimize. gözlerime bakıyor, gözlerine bakıyorum. "lan acaba?" diyorum. "ya tokadı yersem?" hafifçe sırıtıyor. "e düşünme artık!" diyor. öpüşüyoruz. ve bizim 6 senelik ilişkimiz bir "e düşünme artık" cümlesiyle başlamış oluyor.

    bitişi de ayrı ilginç tabii. benden gelen "bugün benimle son günün sevgilim!" cümlesiyle bitiyor. "e düşünmedim artık." 6 sene düşünmek yeterdi.

    edit: bitiş ise şöyleydi arkadaşlar.

  • delinin biri kuyuya taş atmış misali sanıyorum dikey kullanım konsola zarar veriyor efsanesi hala sadece türkiye'de gündemde. dünyada bu haber 1 (yazı ile bir) kaynakta yapıldı, o tek kaynak üzerinden yayıldı, gündem oldu, akabinde haberi yapan kaynak geri adım attı, biz hatalı bilgi vermişiz dedi, dünya devam etti, kimsenin konsolunda bir sorun da görülmedi ama yurdumda bu efsane bir türlü aşılamadı.

    okumak ve bilgilenmek isteyenler için ben bir özet geçeyim:
    2023 yılı başında wololo.net ps5'i dikey kullanmanın donanıma hasar verebileceğini iddia etti. makaleye göre apu soğutmak için kullanılan sıvı metal bazı durumlarda akabilmekte ve dolayısıyla çip üzerinde eşit dağılım kaybolabilmekteydi. bunun sonucunda da iddiaya göre hem ısınma hem de akan likit metal sebebi ile cihazın içindeki komponentlerin bozulmasına sebep olabilmekteydi. yine aynı kaynaktan yola çıkarak bu sorunun raflarda bekleyen ps5'leri dahi etkileyebileceği ve yatay konumdaki bir konsolda sıvının sabit kalmasından ötürü herhangi bir sorun olmayacağını da ilgili makalede belirttiler.

    haberin kaynağı ve haberleştirmedeki hatalar açığa çıkana kadar pek çok büyük ve güvenilir yayın organı bu makaleyi haber yapınca sony konuyu ciddiye almak zorunda kaldı ve hatta sony tasarım departmanından yasuhiro ootori bir açıklama yaparak "konsolu dikey, yatay ya da aklınıza gelecek herhangi başka bir oryantasyonda kullanabilirsiniz. cihazın soğutması amacına uygun olarak hiçbir farklılık göstermeden çalışacaktır." dedi.

    sony'nin yok öyle bir şey demesi üzerine haberi yapan lolocu site "yahu bizi tarihimizde kimse ciddiye almadı, arada kaynar diye haber yaptık niye ciddiye aldılar bu kadar" şeklinde bir gerildi ve "biz bir yerde yanlış mı yaptık" diyerek kendini sorgulamaya başladı. bu süreçte de bir anda gündeme bomba gibi düşen bu makalenin dayandığı kaynak da ortaya çıkmak durumunda kaldı. kaynak bir konsol tamircisi idi.
    hem sitenin kaynağının thecod3r isimli bir sosyal medya tamircisi olduğu hem de bu tamircinin açıklamalarının da siteye yanlış alıntılanarak aktarıldığı bu site üzerinden haberi yayan popüler kaynaklar tarafından ortaya çıkarıldı.
    lolocu site böylece ilgili makaleye bir özür metni ile yeni bir güncelleme yapmak zorunda kaldı. tamircinin sadece bir adet cihazda böyle bir şey olmuş olabileceğini düşündüğünü , raflarda duran konsolların da bu sorundan etkileneceğine dair ise tek kelime bir açıklama yapmadığını, adamın "bu konsola tornavida değmemiş gibi duruyor" cümlesini tamamen kendi yanlış anlamaları ile "raflarda kutusu açılmamış konsollar da bu sorundan etkileniyor" şeklinde alıntıladıklarını makaleye eklediler.

    konsol çıkalı 3 yıl olmuş, böyle bir sorun olsa internet akan kokan konsol videoları/haberleri ile inliyor, sony apar topar sorunlu cihazları geri çağırıyor olurdu zaten düşünürseniz.
    ben ps5'imi de xbox sx'imi de yatay kullanıyorum ama çok daha büyük bir tehlikeden ötürü
    görsel

  • bu videodaki hadiselerin yaşandığı yıllarda arcopal diye bir yemek takımı markası vardı. gazete promosyonlarının, süper, mega kuponların havalarda uçuştuğu yıllardı. bu dediğim tabak, çanak ve kaşık-bıçak takımını yanılmıyorsam milliyet gazetesi veriyordu.

    çok uzatmayayım. bu ürünün reklamı televizyonda öylesine etkileyici ve vurucu bir şekilde döndü ki, birçok insan gibi benim ailem de ayaklarına kadar gelen bu büyük fırsata kayıtsız kalamadı. süper kuponu kaçırma hadsizliğini gösterse bile birkaç gün sonraki telafi ultra kuponu reddetme cüreti gösteremedi. tabaklar dünya'nın en kaliteli porseleniydi. ünlü fransız markasıydı. çok kaliteliydi, en iyisiydi, arcopaldi, fransızdı, inanılmaz kaliteliydi, tabaktı, ama harika kaliteliydi.

    aldık bunu. annemde halen birkaç tabağı duruyordu son gittiğimde.

    bunu benle aynı kuşaktan birkaç kişiye hatırlattım. arcopal diyince hepsi hatırladı. hatta annelerinde de varmış bazısının. sence arcopal nasıl dedim. hepsi güzel abi, kaliteli diye yanıtladı. açık olmak gerekirse aradan geçen 20 seneye karşın bana da halen dünya'nın en kaliteli porselen markası gibi gelir, arcopal. tek referansımız, 20 yıl önce, günlerce ve her program arasında defaatle dönen o reklam filmi.

    yazılanları okuyorum, sadece yazılanlar değil, kendime de dönüp bakıyorum. maruz kaldığımız manipülasyon ve şartlandırılmışlık sadece bu bahsettiğim tabak markasından ibaret değil. bu belki en masumu. milliyet bana arcopal konusunda hangi işlemi uyguladıysa, devlet de bize milli güvenlik dersinde aynı işlemi uyguladı. hem de bunu misliyle yaptı, acımadan. çünkü devlet acımaz, medya acımaz. sizi kaçırır, yatağa bağlar, kolunuza zorla eroini zerk eder, defalarca ve defalarca yapar bunu. sonunda kollarınızı çözer. serbest kalırsınız, ancak bu defa da siz uyuşturucu ararsınız.

    şu görüntüleri izledikten sonra bile gelip burada milliyetçilik kusuyorsunuz. birçoğunuz gezi direnişini tecrübe ettiğiniz halde yapıyorsunuz hem de. ama gözlerinizin altındaki morluğu, kolunuzun ne hale geldiğini görseniz, neye benzediğinizi bir görseniz yapmazsınız. o yüzden kafanızdaki arcopalleri kırın arkadaşlar, reklamlarda kırılmaz dediklerine bakmayın. kırın.

    (bkz: arcopal)

  • gelir uzmanı olarak cevaplıyorum, bir kuyumcu dahi bir memur kadar vergi ödemiyor. esnafla konuştuğumda ödediği bağ-kuru bile vergiden sayıyor. bir sürü vergi ödediğini iddia ediyor. ancak yılda toplam 1500 tl'yi geçmiyor verdiği vergi. benim bir memur olarak yılda yaklaşık 10.000 tl civarı, beyaz yakalı eşimin de yaklaşık 15.000 tl civarı vergi verdiğini duyunca şok geçiriyorlar. siz vergi mi veriyorsunuz? diye soran bile var. adam sıfır matrah gösteriyor, 50 tl'lik damga vergisi veriyor diye vergi verdiğini falan zannediyor. sonra da bize gelip senin maaşını ben veriyorum diyor. ancak görünen o ki benim maaşımı diğer memur arkadaşlar veriyor gibi.

    edit: aldığım mesajlar ve yazılanlar sonucu ulaştığım sonuç şu ki esnaf ciddi ciddi vergi verdiğini zannediyor arkadaşlar. olay da şu kaynakta kesilen vergiler. şimdi kaynakta kesilen vergiye yapılacak pek bir şey yok. adam işçi çalıştırıyor. o işçinin devlete ödemesi gereken vergiyi sorumlu olarak kendisi veriyor diye onu vergi verdim zannediyor. ya da adam yüzde 18 kdv kesiyor. aldığı o kdv'yi devlete ödemek üzere alıyor. sonra gidiyor devlete ödüyor diyor ki ben vergi verdim. kardeş sen zaten o parayı tüketiciden aldın. millet araba falan diyor da ya arkadaşlar size yemin ediyorum sturbucks'da 10 liraya kahve içip hiç üşenmeyip onun fişini saklayıp 1 lira dahi etmeyen kdv'yi düşen var.

  • -akşam namazı kaç rekat?
    -abi bilmiyorum çocuklarım var benim nolur bırakın gideyim.
    -aferim, bilinemez zaten, devam et.

  • ''sinemaya yazılmış aşk mektubu'' diye klişe bir tabir vardır. her ne kadar eskidiyse de bence tadı kaçmış değil. sinemaya olan sevgiyi ve tutkuyu işleyen filmler bir şekilde seyircide karşılık buluyor. zaten sinema bazen yalnızca benzer duyguların paylaşıldığını görmekten, bunu tecrübe edebilmekten ve yalnız olmadığımızı yeniden keşfetmekten ibarettir. o yüzden küçük bir liste yapıp bu konuyu işlemiş olan filmleri bir araya toplayayım dedim.

    hail caesar, coen biraderler, 2016
    1950'lerde geçen film, bir stüdyoda çalışan eddie mannix isimli karakterin bir gününü anlatıyor. eddie, bu bir gün boyunca yapımcıların, oyuncuların ve stüdyoya dair tüm sorunların çözülmesi için uğraşacaktır. ancak film coen kardeşlerin filmi olduğu için sorunlar, "ışık lazım, figüran lazım" türünden değil kaçırılan birilerinin kurtarılması gibi meselelerden oluşmaktadır. film olarak coen kardeşlerin filmografisinde aşağılarda yer alır ama sinema sevgisinden bahsedeceksek bu filmden de bahsedebiliriz.

    the purple rose of cairo, woody allen, 1985
    büyük buhran döneminde, new jersey'de yaşayan cecilia'ya ve sıradan yaşamına konuk oluyoruz. rutinlerden, kasvetten ve sıkışmışlık hissinden kaçış yolu arayan cecilia, elbette en iyi kaçış yolu olan sinemanın büyüsüne kendisini kaptırır. ancak bir gün büyülü gerçeklik somut gerçekliğe dönüşür. aynı zamanda ferhan şensoy'un en sevdiği filmlerden biridir.

    babylon, damien chazelle, 2022
    babylon benim için 2022 yılının en iyi filmiydi. chazelle'in sinemaya olan aşkının boyutlarını bu filmle idrak edebilmiştim. sinemanın/erken dönem hollywood'un sevmediği tarafları olsa da dönüp dolaşıp aşkını itiraf etmekten kendini alamıyordu. eminim ki seyredenler film kadar chazelle'in tutkusundan da etkilenmiştir. sinemanın sesli formata geçiş süreci özelinde yine stüdyoda iş bitirmekle görevli manny karakterini ve bu süreçte yıldızı aniden parlayanlar ile sönenlerin serüvenine şahit oluyoruz. soundtrack'i bile ayrı güzeldi yahu. aylar sonra bile manny and nellie's theme dinlerken manny'nin sinemada gözleri dolduğu an aklıma geliyor.

    the fabelmans, steven spielberg, 2022
    spielberg'ün ''evinin kapılarını ilk kez pazar keyfi için açtı'' tadındaki epey kapsamlı biyografi filmi. ketumluğu ve çekingenliği ile bilinen spielberg, aile sırlarını açıkça anlatmaktan çekinmemiş. ancak bahsettiğimiz kişi spielberg olduğu için sinema aşkının nasıl başladığını ve yeşerdiğini de görme şansımız oluyor. sinemanın spielberg üzerindeki etkisine farklı biçimlerde tanık olabiliyoruz.

    la nuit americaine, françois truffaut, 1973
    truffaut birçok önemli filme imza attı ama hiçbirinde bu filmdeki samimiyeti ve güneşin kızıla çalmaya başladığı cuma akşamüzeri hissini almadım ve alamıyorum. set süreci kişisel münasebetlerle tuhaflaşan bir filmi tamamlamaya çalışan yönetmene odaklanan film, yalnızca yapım sürecini göstermekle yetinmiyor; her köşesinde yönetmenlere ve filmlere dair küçük anımsatmalarla sinemaya olan sevgisini gösteriyor.

    goodbye dragon inn, tsai ming-liang, 2003
    görkemli günleri geride kalmış olan ünlü bir sinema salonunun kapanmadan önceki son gecesine ve son gösterimine konuk olduğumuz goodbye dragon inn, seyretmesi biraz zor bir film. durağan filmlere, hatta bir derece şiirsel sinemaya aşina olmayanlar için zorlayıcı bir deneyim olabilir. bu filmi daha çok klasik anlatı yapılarına alternatif arayan ve sinemanın dibini sıyırmak isteyenler için yazdım.

    holy motors, leos carax, 2012
    bu film sinemaya yazılmış bir aşk mektubundan ziyade, okurken karın ağrıtan ilişki bitiminde yazılan devasa boyuttaki mail gibi. bilen bilir, o mailin her paragrafında ayrı bir konuyla yüzleşilir; carax da holy motors'da, sinemaya ilişkin bildiğimizi sandığımız tüm anlayışları karşısına alıp her biriyle tek tek yüzleşirken anlatı kalıplarının tamamının içinden geçiyor. sinemadaki yapaylığı ağır eleştiriyor, ama bunu çok sevdiğimden yapıyorum diye de ekliyor. sinemayı seviyorum diyen herkes tarafından mutlaka seyredilmeli.

    amator/camera buff, krzysztof kieslowski, 1979
    kieslowski'nin en sevdiğim filmlerinden biri olan amator, çocuğunun doğumu için kamera alan bir işçinin, amatör videolar/filmler çekmeye bağımlı hâle gelme süreci ve hayata dair başkaca konuları keşfetmesini anlatan, özünde naif ancak yer yer soğukluğunu hissettiren bir film. o hava kieslowski filmlerinin genel yapısıyla da alakalı olmakla birlikte, bu filmin belgeselvari bir yönü de var, o yönünden bolca besleniyor.

    la vida util, federico veiroj, 2010
    uzun yıllardır çalıştığı sinemanın kapanmasıyla birlikte aşık olduğu filmlerden de ayrılmak zorunda kalan ve derin bir boşluğa düşen jorge'nin, sevgisini kanalize edebileceği yeni bir şey arayışını anlatır. sakin, zaten süresi de kısa, seyretmesi kolay, bazı eksiklerine rağmen sinema sevgisini iyi anlatan filmlerden biri.

    ed wood, tim burton, 1994
    edward d. wood jr.'ın hayatına odaklanan bu garip film hakkında ne söylenebilir emin olamıyorum. sinemayı sevmekten de öte sinemaya inanan ve güvenen bir yönetmenin, her kötü filminin ardından daha da azimli bir şekilde bir sonraki filmi için uğraşmaya başlamasını seyretmek çok farklı bir deneyim. aynı zamanda sahneleri ikinci kez çekmeye gerek bile duymayan bir yönetmenden bahsediyoruz. müthiş. yazarken özendim. keşke arkadaşım olsaydı.

    die gebrüder skladanowsky, wim wenders, 1995
    wim wenders'tan iki film var. ilki, sinema tarihinin ilk gösterimini yapmış ve aslında sinema sanatını resmi olarak başlatmış olan skladanowsky kardeşlerin hayat hikâyelerine odaklanıyor. ilk gösterimi yapan kişilerin lumiere kardeşler olduğu zannedilir ancak öyle değildir. bu filmde bütün detaylar var. zaten wim wenders, filmin açılışında ''sinemaya katkıda bulunan ve isimleri unutulmuş olanlara ithaf edilmiştir'' der.

    lisbon story, wim wenders, 1994
    wim wenders'tan ikinci film. filmlerde ses şefliği yapan bir karakterin lizbon'a yaptığı bir seyahat özelinde, kullanılan seslerin nasıl kaydedildiğini ve nasıl kullanıldığını görme şansı elde edebildiğimiz bir film olması nedeniyle yeri ayrıdır. ancak bununla da sınırlı değil; sinemaya ve hafızaya dair düşündürücü temaları ve söylemleri barındırmasıyla da ilgi çekici bir yanı var.

    sullivan’s travels, preston sturges, 1941
    yoksul insanlar hakkında sosyal mesajlar içeren bir film çekmek isteyen fakat yoksulluğun ne olduğunu bilmediği için filmin de nasıl olması gerektiğini bilmeyen bir yönetmenin, filmi çekebilmek için bir süreliğine her şeyi bir kenara bırakıp yoksul bir yaşam sürmek istemesini anlatır. aynı zamanda dönem sinemasına eleştirel bir bakış sunar. veronica lake isimli şahıs her zamanki gibi sahneye girdiği anda kendisine aşık eder.

    living in oblivion, tom dicillo, 1995
    bir yönetmenin sette geçirdiği bir gününe şahit oluyoruz bu filmde. düşük bütçeyle, kısıtlı imkanlarla, normal bir sette kısa sürede halledilebilecek sorunların çekim sürecini açmaza sürüklediği bir ortamda yine de o çekimleri tamamlamaya kararlı bir yönetmenin azmini ve sabrını seyretmek çok keyiflidir. bendeki yeri daima ayrı olmuştur bu filmin.

    last film show, pan nalin, 2021
    ilk kez film seyreden 9 yaşındaki bir çocuğun gördüğü anda sinemaya tutulması, sırf film seyredebilmek için uzun yollar katetmeye başlaması ve nihayetinde ışık ile resimlerin gizemini çözüp kendi sinemasını kurmak için çabalamasını anlatan, pek orijinal olmasa da oldukça naif, sinema sevgisinin saflığını olması gerektiği gösterebilen bir film.

    karpuz kabuğundan gemiler yapmak, ahmet uluçay, 2004
    sinemaya aşık çocukların hikâyesinin iyi hâli zaten bizde yapılmıştı. çocukluk, çıraklık yapmalarına rağmen arta kalan bolca zaman ve sıfır imkanla bir film projeksiyon makinesi yapmak için uğraşan mehmet ve recep'in hikâyesi, sinemaya yazılmış en güzel aşk mektuplarından biri değil miydi? heyecan ve tutkularına şahit olmak sinemayı yeniden sevdirmemiş miydi? bu topraklardan çıkmış en özel filmlerden biridir.

    aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni, yavuz turgul, 1990
    sinemamızın kıymetli yapımlarından bir olan film, 60'larda ve 70'lerde çektiği romantik filmlerle ün kazanmış fakat 80'lerde kendini yenileyerek daha farklı, daha sosyal, hatta daha kişisel bir film yapmak isteyen haşmet asilkan'ın hayata geçirmeye çabaladığı yeni film sürecini anlatır. düşük bütçenin, geniş seyirci kitlelerine hitap etmeyecek bir filmin peşinde olmanın ne tür zorlukları beraberinde getirdiğini deneyimleriz.

    bu filmleri tavsiye diye yazmak biraz anakronik hissetirse de sinema sevgisinden bahsederken akla ilk gelen filmlerden oldukları için yazmadan da olmuyor.

    singin' in the rain, gene kelly/stanley donen, 1952
    hızla değişen film endüstrisinde nerede durmaları gerektiğini belirlemeye çalışan karakterlerin karşılaştıkları zorlukları ele alan film, don lockwood karakteri üzerinden 1920'lerin sonlarında sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş sürecini anlatıyor. debbie reynolds ve gene kelly ikilisinin uyumu, nadir rastlanır türdendir. gelmiş geçmiş en iyi müzikal diyenler de vardır. şahsen katılırım.

    cinema paradiso, giuseppe tornatore, 1988
    ünlü bir yönetmenin, uzun yılların ardından çocukluğunun geçtiği kasabaya geri dönmesi ve sinema aşkına tutulduğu o günleri anımsamasını anlatır. salvatore'nin alfred ile olan muhteşem ilişkisi, sinema tutkusunun ışık, beyaz perde ve film şeritleriyle somutlaşması mutluluğu neredeyse elle tutulur kılar.

  • “ kadına saygım büyüktür ama döverim “
    “ kadın dediğin dayak da yemeli “
    “ üç türlü kadın vardır : günlük, haftalık, ömürlük”

    yukarıdaki üç cümlenin sahibidir. ve bu cümleleri sarf edebilen birinin saygı görüp ünlü (!) olacağı tek yer de türkiye’ dir.

    bakın daha perihan savaş’ ı 80’lerde tüm gece dövmesi, yüzünü gözünü morartması, mahkemelik olmaları, üstüne bir de “ kendime hakim olamadım, onu öldürebilirdim “ diye ifade vermesi var.

    sonra derya tuna’ yı da dövdü diye manşetlere çıkmış. asena olayı desen zaten yakın geçmiş.

    hala mı “ ama sesi güzel yeaaa” ?

  • devletin resmi istatistik kurumu olan, asgari ücretli artışının, maaşlı çalışanların zamlarının referans alındığı, memur maaşlarının enflasyon farkını belirleyen; enflasyon verisi toplayıp hesaplayıp paylaşan fakat son yıllarda bu hesabıyla kimseyi inandıramayan tüik'in kendi verileriyle kasım 2021 enflasyonunun nasıl %31.31 olduğunu birlikte inceleyeceğiz.

    kaynağımız tamamen tüik'in kendi sayfası olacak: https://data.tuik.gov.tr/…-endeksi-kasim-2021-37389

    1. buna göre 2021 kasım ayında bir önceki kasım ayına göre artış %21,31, enflasyon verisi olarak açıklanan bu, biz de aynı hesabı yapacağız.

    2. aynı sayfanın sağ tarafında "madde sepeti ve ortalama madde fiyatları (türkiye)" var, excel haliyle indiriyoruz.

    3. yine aynı sayfanın sağ tarafında "tüketici fiyat endeksi ana grup ve madde ağırlıkları (türkiye)" var, onu da excel haliyle indiriyoruz.

    biraz bilgi; tüik'in sepeti 415 kalemden oluşuyor ve yıllardır esprilere konu olduğu gibi pinpon topu, soba bacası, deve eti yok. kaldı ki buna gerek de yok zira sihir aslında gözümüzün önünde oluyor, en basitinden en fazla ağırlığı olan 2 kalemden %5,47 ağırlıklı "kira", çok değişken skalaya sahip olduğu için pek itiraz edilemiyor, kasım 2021 için belirlenen kira bedeli 1261 tl ve 12 ayda yalnızca %13,3 artmış. en ağır ikinci kalem ise %4,56 ağırlıklı "sigaralar", bunun da kasım 2021 fiyatı 16,63 tl ve yıllık artış oranı yalnızca %2.2. dolayısıyla toplam ağırlığı %10 olan 2 kalemin enflasyona katkısı %0,82 olunca, geri kalan %90'dan düzgün veri sağlanamıyor. şöyle düşünün 50 milyon seçmen olan ülkede 5 milyon kişiyle anket yapacaksınız, ilk bakışta en tutarlı sonuca sahip anket gibi gözükebilir fakat seçeceğiniz 5 milyonu bir partinin binasından seçerseniz ne kadar doğru veriye ulaşabilirsiniz?

    devam edelim, biz tüik'in fiyatları ve tüik'in belirlediği ağırlığı kullanarak kasım 2021 enflasyonu hesaplayacaktık. fiyatları bir sayfaya, ağırlıkları diğer sayfaya alıp, biraz vlookup bilgisi, biraz if sorgusu ile formüle ediyoruz. bazı kalemler yazlık ürün olduğu için kasım verisi yok, örneğin karpuz, üzüm, kavun, taze fasulye, şeftali, çilek, kiraz, kayısı, erkek tişört, kadın tişört, çocuk tişört; bunlar için paylaşılan son veriyi (bazılarını ekimden, bazılarını eylülden, çilek hazirandan) alacağız ve bunların 12 ay önceki fiyatlarıyla karşılaştıracağız. sanırım bu ürünler kasım ayında olmadığı için tüik fiyatlarını 0 olarak kabul ediyor fakat sepette ağırlıkları da olduğu için enflasyonun daha düşük gözükmesine sebep oluyor. bu kalemlerin toplam ağırlığı %1,5, doğru hesapta +0,4 eklenmesi gerekirken -1,5 eklenirse 1,9 puanlık fark buradan geliyor demektir. 2 ürünün de (kadın sweatshirt ve turşu) geçen seneki verisi yok, bu yüzden 2021 ocak ayıyla kıyaslayıp enflasyon hesabına dahil ettim.

    bütün bunların neticesinde 415 kalemli tüik sepetinin ağırlıkları dikkate alınarak hesaplandığında tüik'e göre 21,31 çıkan kasım 2021 enflasyonu aslında %31,31 çıkıyor: görsel

    burada esas soru, herkesin hesaplayabileceği bu veriler bu zamana kadar nasıl gözden kaçtı, neden kimse doğrusunu hesaplayıp paylaşmadı. belki ben bir şeyi gözden kaçırıyorumdur, belki de tüik çalışanları 31,31 olması gereken sayıyı yanlışlıkla 21,31 olarak paylaşmıştır.

    ps: teyit için 2 sayfanın da ekran görüntülerini paylaşıyorum, siz de kendiniz doğrulayabilirsiniz:
    fiyat
    hesap

    tldr; tüik'in aldığı fiyatlar ve ağırlıklı ortalama hesabına göre %31,31 çıkması gereken enflasyon %21,31 olarak paylaşılıyor. 10 puanlık kayıp aralık ayında asgari ücretli zammına da, yeni yılda çalışan, memur maaşlarına da bu oranda yansıyacak. yani herkesin maaşında alması gerekip alamadığı %10 olacak.