hesabın var mı? giriş yap

  • yıllaar önce antalyada motorlu bir turist yaklaşır, "how can i go to kortuleli" diye sorar.. dümdüz git demek isteyen ben adamın gözlerini içine bakarım ve şöyle derim: "go away!"

  • bu sene yine başıma kaldı. yıllardır salça yaparım, bazen 2 bazen de 3 yıl kullandığımız olur. tarif rahmetli anneannemin tarifi.

    1) domates seçimi: bunu etli bir domates türü olduğu için sırf ankon domatesden yaparlar ama bence yanlış yaparlar. ankon domates iyidir ama tarla domatesin tadını vermez. ben kendi tarifimde minimum %20 tarla domatesi kullanırım. 100 kilodan yapacaksanız 80 kilo ankon 20 kilo yuvarlak bildiğimiz tarla domates kullanmanız tavsiye edilir.

    2) çıktı miktarı: bu yöntemde %8-9 arası bir salça çıkar ama taş gibi salçadır. normal bir salçadan bir kaşık kullanmak yerine bundan 1/3 -1/4 kaşık yeterli olur.

    3) yapım yöntemi: fermantasyon + güneşte kurutma. güzelce yıkadığımız domatesleri mümkünse 1 gün kadar kurutup bekletin ki meyvenin üzerindeki flora tekrar oluşsun. arkasından domatesleri bıçakla 3-4 parça halinde kabaca parçalayın. benim kendinden çizmeli balıkçı kıyafetim var. onu güzelce temizleyip çizmeyle eziyorum. daha kolay bir yöntem. sonrasında domateslerimizi suyuyla birlikte ağzı kapaklı büyük turşu bidonlarına alıp yaklaşık 5-6 gün kadar dışarda ağzı tam kapalı olmayacak şekilde bekletiyoruz. neden bu kadar bekletiyoruz? amacımız sadece domateslerin erimesi değil, aynı zamanda fermentasyona izin vermek. bu süre arttıkça salçanızın ekşiliği de artar, lezzetlenir. siz bu süreyi isterseniz 2-3 güne de düşürebilirsiniz. ancak bu süreyi bir haftanın üzerine çıkarmamanızı tavsiye ederim, yoksa içeride yoğun bir alkol oluşumu başlar. daha da uzun süre tutmaya kalkarsanız alkol oksijenle temas ederek asetik aside yani sirkeye dönmeye başlar. içeriden hava çıkışı olacağı için bidonun ağzını kapatıp hava çıkışına izin vermezseniz bir sabah karıştırmak için açtığınızda domatesler yüzünüzde patlayabilir. tülbentle de örtebilirsiniz, maksat sinek böcek girmesin. daha kolay erimeleri için bir avuç kadar kaya tuzu atmayı da unutmayın. günde en az 2-3 defa karıştırın. özellikle sabah kalktığınızda üzerinde beyaz bir tabaka varsa korkacak bir durum yok. turşularda da olur. ayrıca sabahları hacmi artar, karıştırınca tekrar hacim düşer. o nedenle domatesleri bidonlara aldığınızda 20-25 litrelik bir bidon için 1-1,5 karış kadar boşluk bırakmayı unutmayın. bir de küf olayını internetten incelemenizi tavsiye ederim.

    buradan sonrası önemli. bir süre sonra domatesler iyice eriyince domatesin kırmızı tarafı ve içindeki şeffaf( hafif sarımsı) su birbirinden ayrılır.(sarımsı su bidonun dibine inerken kırmızı etli kısım üste çıkar) salçam çabuk olsun isteyenler bu sarımsı suyu atarlar. arkasından ya güneşte kuruturlar ya da kaynatırlar. bu hafif sarımsı su dökülürse lezzet büyük oranda gider, sakın atmayın. geç olsun ama emeğinize değsin. işin en önemli püf noktası budur. kurutma işleminden sonra kurutma yaptığınız materyalde sarımsı lekeler görürsünüz. buralara parmağınızı filan sürerek tadına bakın. ne demek istediğimi anlayacaksınız.

    4) ilistirden geçirme: mutlaka eldiven kullanın. uzun süre domatese temas etmek ellerinizi oyun hamuruna çevirebiliyor. kepçeyle bidondan aldığınız domateslerinizi bir güzel ilistirden geçirin. kalan posayı atmıyoruz, ayrı bir bidona koyun. bu posalarda ciddi miktarda domates kalabiliyor. amacımız domatesi iliğine kadar sömürmek. bu nedenle domatesleri ilistirden geçirdikten sonra posayı koyduğunuz bidona, posanın seviyesini geçecek kadar bu süzdüğünüz domatesten ekleyin ve o bidonu bir gün kadar beklettikten sonra tekrar ilistirden güzelce geçirin ki domates posalarının içinde kalan domatesten de faydalanmış olalım. o 1 gün içinde mümkün oldukça posaları gelip gidip mıncırın ki iyice parçalanıp içindeki domatesi salsın. kalan posayı daha doğrusu posanın posasını da kurutup parçalayıcıda toz haline getirdikten sonra yemeklerde, salatalarda kullanabilirsiniz. (zamanında 20 liraya alınan dark souls 2'yi 450 saat oynamış adamım. o domatesin kilosuna 10 lira veriyorsam iliğine kadar sömürürüm, kusura bakmayın)

    5) kurutma: ben sitenin çatısına seriyorum. yapı marketlerde kalın naylon brandalar var. 2 metre kadar ondan kestirip yere seriyorum. kenar kısımlarına naylon üste gelecek şekilde kalas koyup yükselti vererek havuz oluşturuyorum. geniş tepsilerde de yapabilirsiniz. daha sonra salçanın sarımsı suyu ve kırmızı kısmı birbirine girsin diye son bir defa karıştırıp döküyorum. sinek böcek düşmesin diye üzerine tül filan da koyabilirsiniz. günlük kontrol etmenizde fayda var. antalya sıcağında 4-5 günde oluyor. salça güneşte çektikçe kenarlardan ortaya doğru toplayın. kıvam konusuna gelince pazardan aldığınız ev salçalarını unutun. onlar ticari olduğu için tam kurutmuyorlar. bu yüzden daha ağır basıyor ama içinde ciddi oranda su olduğu için çabuk bozulabiliyor. ayrıca daha çabuk olsun diye bahsettiğim bu sarımsı suyu döküyorlar. o da salça olmaktan çıkıp domates sosuna dönüyor. kıvamı patates püresi kıvamından daha sert olmalı ama çiğ köfte kıvamı kadar sert olmamalı. kaşıktan kesinlikle akmaz, şap diye yapışır. hatta kaşığa aldığınızda bir damla su bile kaşığın kenarından akmamalı. daha nasıl anlatayım bilemedim.

    6) tuzlama: kurutma işlemi esnasında su buharlaşırken tuz buharlaşmaz. o nedenle salçanızı zehir gibi tuza bulamamak için tuzlama işlemini en başta değil en sonda yapın. ilk başlangıçta bidonlara domatesleri koyarken çabuk erisin diye az bir miktar kaya tuzu atmıştık. salça, bozulmaması için bol tuzlu olur. bir parça çiğ salçanızın tadına bakın. tuzdan ciğeriniz yanmasın ama dudaklarınız biraz büzüşsün, ona göre tuzunu ayarlayın. az tuz salçayı bozar. yemeklere salçanızı koyarken, salçanın da tuzlu olduğunu hesaba katarak tuz eklerseniz sorun olmaz. bu arada saçmalayıp sakın rafine tuz kullanmayın(hiç denemediğim için başıma gelmedi ama kurtlanıyormuş). mutlaka kaya tuzu kullanın.

    7) saklama: serin bir yerde muhafaza edebilirsiniz. buzdolabınıza da koyabilirsiniz. ancak sakladığınız kabı mümkünse 2 kat siyah poşetle örtün ki ışık almasın. ışık aldıkça salça koyulaşır. tadında çok bir değişim olmuyor zamanla ama rengi 1-2 yıl sonra filan koyu bordoya dönebiliyor. o nedenle ışık almaması önemli. kavanoza doldururken hava-boşluk kalmamasına özen gösterin. ha bir de ilk 1 ay önemli. ara ara açıp salçanızı kontrol edin. üzerinde bir bozulma varsa o kısmı temizleyip tekrar güneşe serip biraz daha kurutun. tuzunu az koyarsanız da bozulma olabilir. o nedenle biraz daha kaya tuzu da ekleyebilirsiniz. ilk ayı atlatırsa salçanız 2-3 yıl kadar gidiyor. ayrıca iyice kuruttuğunuz için çok keskin olmasından dolayı normal salçaya oranla 1/3 - 1/4 oranında kullanmanız kafidir.

    bu tarif biraz ekşimsi, yoğun aromalı olur. çevremizde kim bizim salçanın tadına baksa çok beğenir. hiç olumsuz bir yorum duymadım açıkçası. ama tabi damak zevki bu, yapan olursa umarım beğenir.

    son olarak o kadar anlattık ancak demeden de geçemeyeceğim, bence salça yemeği bozuyor abi. fazla baskın bir tat. sevenlere afiyet olsun.

    edit: hijyen ve sağlık koşulları ile ilgili iki kelam etmek isterim. bu tarif geleneksel salça yapım tarifidir, dikkat etmeniz gereken en önemli konu küftür. size %100 sağlıklı olduğu yönünde beyanda bulunmuyorum. kaldı ki plastik bidonlarda bekletilip güneş ışınlarına maruz bırakılan bir ürün için bu durum zaten söz konusu olamaz. bende para bol derseniz cam veya metal materyal de kullanabilirsiniz, güneşe maruz bırakmak istemiyorsanız kaynatırsınız, bu kadar basit. pazardan çilek diye bildiğin zehir alıp hapur hupur yiyenlerin bu hassasiyetini anlamak pek mümkün değil. ancak size şunu garanti edebilirim, pazardan veya açık satılan salçalardan çok daha temizdir ve hatta türkiye'deki bazı üretim tesisindeki salçadan da daha temizdir. bu ürünü yaparken ne kadar temiz olacağınıza da bizzat siz karar verirsiniz. ben mesela bira yapımında kullandığım star san hb arındırıcı ve durulandıktan sonra kalıntı bırakmayan pbw temizleyici ile tüm materyalleri temizliyorum. hani o kadar duyarlıysanız ultraviyole radyasyon etkisinden korunmak için güneşe de çıkmayın, wifilerinizi kapatıp cep telefonu kullanmayın, sokakta gezip egzoz gazına maruz kalmayın, balık bile yemeyin. saymakla bitmez.

    buyrun salça üretim tesisinden bir görüntü : link
    buyrun süt üretim tesisinden bir görüntü : link
    buyrun zeytin üretim tesisinden bir görüntü : link

    edit 2: hafta sonu itibariyle bitmiş haligörsel

    kullanılan domates miktarı: 102 kg
    çıkan salça miktarı: 8,6 kg

  • hani bazı bilgiler insana mutluluk verir, " vay be! " dedirtir ya...
    işte öyle güzel bir bilgiye kavuştum ve dahi sizinle de paylaşacağım. ayrıca konuyla ilgili neredeyse tüm internet âleminde ve yayın organlarında yanlış bilinen konuları da düzelteceğim.

    agadez, afrika ülkesi olan nijer'in en büyük şehirlerinden biridir. nijer, yedi bölgeden oluşan bir ülkedir. işte bu bölgelerden biri de agadez bölgesidir. agadez şehri de bu eyaletin başkentidir.

    bu bölgede çoğunluğu oluşturan halkın adı " tuaregler "dir ve kendilerine türkler derler. müslümandırlar.
    agadez bölgesi'nin sultanı umaru ibrahim'dir. elbette saltanat sistemi hâkimdir yönetimde.

    şimdi rivayetlere göre biraz geriye gidelim. hatta çokça geriye gidelim:
    yıldırım bâyezid dönemlerine.

    agadez sultanının anlattığına göre ataları, kimin sultan olacağına karar veremeyince devrin en güçlü müslüman devleti olan osmanlı devleti'ne giderler sorunu çözmeleri için. devrin padişahı yıldırım bayezid, siyahî cariyelerinin birinden olan şehzade yunus'u gelenlerle birlikte afrika'ya gönderir ve oranın sultanı olarak oğlunu tayin eder.

    böyle bir şey imkânsızdır. yıldırım bâyezid'in yunus adında bir şehzadesi olmamıştır. isim benzerliği desek yusuf adlı bir oğlu olmuştur lâkin şehzade yusuf'un veba sebebiyle öldüğü kesindir.
    hadi yunus diye bir oğlu olsa bile şehzadeleri öyle afrika'ya vs. sultan olarak gönderme gibi bir durum osmanlı'da mümkün değil olamaz.

    " peki ama adamlar, kendileri anlatıyorlar bunu! " diyecek olursanız. afrika'dan bahsediyoruz. bırakın beş yüz yıl öncesine, yüz yıl öncesine bile kaynak olarak gösterilebilecek yazılı kaynaklar bulmanın neredeyse imkânsız olduğu topraklar buralar.

    lâkin bu, anlatılan her şeyin yalan olduğu anlamına gelmez. sadece dönemleri ve padişahları karıştırmaktadırlar.

    meselâ kendilerine istanbullu da derler. ataları istanbul'a gelmiştir çünkü padişah ile görüşmeye. işte bu sebeple de yıldırım bayezid hikâyesi doğru olamaz. istanbul'un fethinden sonraki padişahlardan biri olmalıdır görüştükleri.

    o zaman 1453'ü geçelim ve 1551'e gelelim. dönemin osmanlı padişahı kimdir?
    kanunî sultan süleyman!

    işte şimdi " devrin en güçlü müslüman devleti " tanımıyla tarih örtüştü.

    işte bu tarihte turgut reis'in trablusgarp'ı fethi gerçekleşmiş ve ispanyollar bölgeden uzaklaştırılmışlardır. tinbüktü paşalığı yani tuareglerin ataları da osmanlı imparatorluğu ile bu dönemde yakınlaşmıştır.
    işte burada " kurtarıcı " gözüyle bakılmaya başlanmıştır artık osmanlı'ya.
    günümüzde bu halkın osmanlı devleti dönemindeki osmanlı halkı gibi giyinmesinin sebebi de bu dönemde bu topraklara yapılan yiyecek - giyecek yardımları ve oraya gönderilen ailelerin osmanlı kültürünü buraya getirmelerinin sonucudur.

    daha yakın tarihlere gelip agadez halkının neden kendilerine türk ve osmanlı torunuyuz dediklerini incelemeye devam edelim.

    ikinci abdülhamid döneminde fransızlar bu bölgeyi işgal etmişler, müslümanlara zulmetmeye başlamışlardır.
    bunun üzerine agadez halkının o dönemki reisleri gizlice istanbul'a haber ulaşıtırıp kendilerine silah yardımı yapılmasını ister ve mâlumunuz bölgede tam bir istihbarat savaşı yaşanır o tarihlerde. osmanlı, ulaştırabildiği tüm silahları ulaştırır agadez halkına. fransa bunu önlemek için çokça çaba gösterir ve nihayetinde bölgeyi işgal eder.
    yine de halk, türklerin yardımlarını asla unutmaz.

    agadez'de bugün her cuma hutbesinde tüm osmanlı padişahlarının isimleri tek tek okunur.
    bölgede hilâl ve yıldız kutsal sayılan sembollerdendir.

    işte agadez halkı ve osmanlı arasındaki meselenin gerçeği budur.

    selam olsun.

  • galatasaray'ın maçlarını kaçırmaksızın izliyorum, bununla birlikte maç özetleri ve yorumların olduğu programlar ile yazılı ve görsel medyada galatasaray'ı sürekli takip etmemle kız arkadaşımın kendisinden daha çok takımıma vakit ayırdığımı iddia ederek bana yönelttiği soru.

    durdu ve ciddi ciddi 'ben mi galatasaray mı?' dedi.

    -ilk yarı sen ikinci yarı galatasaray

    dedim. güzelim ilişki yarıda kaldı. daha sonra da kendi evine giderek aşkımızı tatil etti, alt bitti.

  • 2013'te new york'ta 5.caddedeki apple store'dan iphone 5s satın almıştım. gün boyu bir sürü fotoğraf çektim. akşam olup da otele döndüğümde çektiğim fotoğraflara bakarken her yeni fotoğrafı görüntülediğimde ekranda incecik kırmızı bir çizginin belirip kaybolduğunu fark ettim.
    bu çizgi loş bir ortamda çok dikkatli bakınca gözüküyordu.
    oldukça canım sıkılarak ertesi sabah yine mağazanın yolunu tuttum.
    bir sonraki gün dönüş uçağım var ve telefonun arızalı olduğunu kabul edip tamir edeceklerine olan inancım sıfır.

    mağazadan girdim, frank adlı bir müşteri temsilcisi beni karşıladı.
    durumu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. oldukça gergin ve endişeli görünmüş olmalıyım ki çocuk beni sakinleştirdi. ''şimdi telefonunuzdaki sorunu bulmaya çalışacağım dedi ve gitti''.
    frank müdürüne gidecek, durumu anlatacak, müdürü inceleme formu oluşturun diyecek, formu doldurup bana imzalatacaklar, sonra da bir hafta on gün sonra telefonunuz tamir edildi, gelin alın diyecekler ama ben ertesi gün dönüyorum nasıl olacak bu işler diye düşünürken frank geldi,
    öncelikle böyle bir alışveriş deneyimi yaşadığım için çok üzgün olduğunu belirtti. sorunu zor da olsa tespit ettiğini ve ilk yazılım güncellemesiyle muhtemelen problemin giderileceğini ancak yine de riske atmamak için ürünü yenisiyle değiştireceklerini tane tane anlattı.
    benim telefonumu kutusu ve fişiyle birlikte lastikleyip bana yeni sıfır kapalı kutu iphone verdi. çektiğin bir sürü fotoğraf vardır, onları da yeni makineye aktarayım deyince gerçekten frank'ın elini saygıyla sıktım.

    bunu neden bu başlıkta anlattım. adamların yarattığı bir müşteri memnuniyeti düzeyi var. türkiye'de yaşandığında genpa'nın kollarında ordan oraya heder olurken adamlar sorunu 15 dakikada en alt kadrodaki elemanlarıyla çözüp size 5 yıl sonra bile saygıyla hatırlayacağınız bir anı bırakıyor.

    amazon'un türkiye'ye gelmesi harika bir haber. ama buradaki apple ile oradaki apple arasındaki fark neyse aynısı amazon türkiye için de korkarım geçerli olacak. çünkü gelen markanın bizi yukarı yükseltmesi gerekirken biz markayı aşağı çekiyoruz.
    edit: kitaptan tablete yaptığım pek çok alışverişten oldukça memnun kaldım. kolay gelsin’le anlaşmaları büyük isabet.

  • bir vatandaşın ülkenin vergi politikasıyla ilgili sorusu.***

    cevabına gelirsek;

    (bkz: altın yumurtlayan tavuğu kesmek)

    insanlar kendi sgk primlerini kendileri yatırırsa halkın bilinci artar, ödediği vergilerin farkında olur. milyar dolarlara saraylar, yolsuzluklar, onun bunun makam arabaları, konutlar, lojmanlar yani oraya buraya göz göre göre gereksiz harcanan paralar sorgulanmaya başlar.

    olmaz yani. hele bu iktidarda mümkünatı yok.

    ve (bkz: ben vergisini ödeyen bir vatandaşım) cümlesi amerikan filmlerinden çıkıp hayatımızda ciddi bir yer eder.

  • derste ibrahim tatlises'in eskiden hakki bulut mu oldugunu sorarak aklimi basimdan almis insandir.