hesabın var mı? giriş yap

  • kaybetme hissiyatı sonunda ruhlarına işledi demektir. korku dağları bekler talha.
    korkunun çaresi teslimiyettir.

  • arda'nın olası bir "tamam lan ver" cevabı sonrası muhtemelen messi'nin, sol elinin işaret ve orta parmağının arasına baş parmağını sokarak "al sana forma" diyeceği önermedir.

  • istiklal caddesi cazibesini kaybetmemiştir. istiklal caddesine yıllardır çekilen operasyon ile farklı bir kitleye cazip hale getirilmiştir, varoşlaştırılmıştır. eskiden çıktığınızda kültürel amaçlı turistik ziyaret yapan insanlarla beraber o yolda ağaçların arasında yürürken şuanda tamamı gri betonlar, arapça tabelalar ve nargile kafeler arasında saç ektirmeye veya burun estetiğine gelip allah'a şirk koşan mümin arap kardeşlerimizin nargile dumanları arasında yürüyorsunuz. tam olarak da istenen buydu zaten.

  • nezaketinden ödün vermeyen ancak cesaretini de belli eden, oldukça ölçülü ve düzgün bir şekilde konuşan kel ve sakallı bir abi içeren video. karşısında ise çeşitli sesler çıkaran bir primat var.

  • niye öyle söylediniz ki şimdi?

    kocaman bir masa düşünün. bir sürü yemek çeşidi var size özel hazırlanmış. hangisini yemek istiyorsanız onu yiyorsunuz.

    ev yoğurduna doğranmış mısır ekmeği
    muhlama
    turşu kavurma
    sebzeli hamsi
    hamsi tava
    alabalık
    kara lahana sarması
    kara lahana yemeği
    laz böreği
    hamsili ekmek
    akçaabat köfte
    çayeli kuru fasülyesi
    trabzon ekmeği
    balık çorbası
    pepeçura
    bahçe mısırı

    daha çok vardır da ben en sevdiklerimi yazdım. ayrıca rize'de 18 yıl yaşamış bir insan olarak söyleyebilirim ki biz hiç pazar yerine gidip sebze ve meyve almazdık. belki enteresan gelecek ama bahçeden; kiraz, portakal, mandalina, kivi, erik, şeftali, armut, dut, domates, salatalık, taze fasulye, mısır, kara lahana, fındık, kestane, karayemiş gibi bir çok meyve ve sebzeyi toplar mahalleli olarak hep birlikte oturur yerdik. bir ara muz yetiştiren bile vardı ama pek verimli olmadı.

    yani bu kadar şeye rağmen hala damak tadı yok diyorsanız neyse ben bir şey demiyorum.

    not: karadenizli değilim.

    edit: düzeltme.

  • peşin not: kayseriliyim.

    ağzına kadar zır cahil dolu şehirdir. sadece konya değil; kayseri, kırşehir, niğde, nevşehir... komple iç anadolu birbirinin aynıdır. gençleri tofaşçı, apaçi polat alemdar, büyükleri 'yalarun'cu, tayyip babacı akp seçmenidir. yazları sıcak ve cahil, kışları cahil ve soğuktur.

  • filmde 11 yaşında kız olarak (termeh) olarak izlediğimiz oyuncu 1992 doğumludur. ve film 2011 yapımı. "bu kız 11 yaşında mı?" diye soranlar sonuna kadar haklılar yani.

    söz konusu oyuncu, filmin yapımcı-yönetmen-senaristi olan asgar ferhadi'nin kendi kızıdır zaten.

    gelelim alt metinlere:

    filmin başında fotokopisi çekilen nüfus cüzdanlarından ikisi yönetmenin 2006 yapımı filminde (çaharşanbe sûri*) boşanan çifte ait. diğer ikisi de filmde boşanmakta olan çifte ait. yani orası aile mahkemesinin fotokopisi odasıdır. iki filmin hikayesi de eşzamanlıdır.

    çiftin ayrılık kavgası çok manidar. kadın ülkedeki koşulların (ki telaffuz ettiği kelime şerait) iyi olmadığını düşünmektedir. kocası ise babasını terk edemeyeceği için o koşullar altında yaşamaya devam etmeleri gerektiğini düşünmektedir.

    bu ikilem aslında yönetmenin kendi ikilemi. yönetmen yurtdışında yaşamak zorunda kalan bazı iranlı yönetmenler lehine konuştuğu, iran'ın onları geri kabul etmesini söylemiş olduğu için iran devletiyle bazı sorunlar yaşamış bir yönetmendir. öte yandan kendisi de her şeye rağmen filmlerini iran'da yapmaya devam etmektedir çünkü "kök"ü oradadır. hatta "o koşullarda film yapmak zor olmuyor mu?" sorusuna şöyle cevap vermiştir:

    - bu soruyu sormak çölde yaşayan birine o sıcağa nasıl dayanabildiğini sormaya benziyor.

    yani iranlı aydınların bir kısmı daha iyi koşullar için ülke dışına çıkmışken ve baskıdan kurtulmak sayesinde başarılarını perçinlemişken asgar ferhadi gibileri de her şeye rağmen koşullara uyum sağlayıp babasını bırakmamaktadır. boşanan çiftin ikilemi iran aydınının kendi ikilemidir.

    ayrıca simin'in piyano sahibi olması ondaki batılılığı göstermektedir. hatta zemin katın üstünü 1. kat sayması bile aslında avrupa standardıdır.

    diğer taraftan kocası nadir hafiften fars milliyetçisidir. kızına ingilizce kelimelerin farsça karşılıklarını çalıştırırken "teminat" kelimesini arapça sayması, "farsça değildir" demesi ve onun yerine safi farsça bir kelime söylemesi onun "babası"nı bırakmama metaforunun bir başka göstergesidir.

    --- spoiler ---
    filmin devamında taşımacılarla tartıştıktan sonraki çok belli belirsiz bir sahne filmin kilit sorularından birinin cevabıdır: nadir'in çantasındaki parayı alan simin'dir. nadir babasını traş ederken o malum odaya girmiş, çantadan parayı alıp taşımacılara vermiş ve çantayı yerine geri koymuştur. buna sonra tekrar değineceğiz çünkü kilit bir mesele.

    sonrasında yardımcı kadının performansını izliyoruz. yönetmen oyuncunun dini bütün bir şii havasına girebilmesi için kadına filmden önceki birkaç ay boyunca 5 vakit namaz kılması, namahrem hiçbir erkeğe temas etmemesi ve bunun gibi tüm kaidelere uygun bir yaşam sürmesi talimatını vermiştir. kadın aylarca öyle yaşadıktan sonra filmde o ruhu gerçekten yaşamaktadır. çekimlerden sonra kadıncağız normal yaşam tarzına devam etmiş tabi.

    bir ufak ayrıntı daha: filmde yardımcı kadın "şehitlerim üzerine yemin ederim" derken savaş şehitlerini kast etmemektedir. kerbela şehitlerini kast etmektedir. bir şii için bu yemin yeminlerin açık ara farkla en büyüğüdür. ağır bir yemindir.

    oradan hastane sahnesine geçelim. filmde "yenge" diye bahsedilen kadın (ki teknik olarak yardımcı kadının yengesi değil görümcesidir) burada kilit unsur. asabi kocanın başta nadir'le hiçbir husumeti yoktur, karısını tanıdığını bile bilmemektedir.

    yardımcı kadın raziye'nin de onlara bir husumeti olamaz çünkü çocuğun düşme sebebini kendisi bilmektedir ama hastanedeki kavga onun yokluğunda gerçekleşmiştir.

    "bebeğini öldürdünüz" diyerek husumeti başlatan görümcedir. üstelik filmin sonunda öğreniyoruz ki aslında görümce de bebeğin araba çarptığı için düştüğünü bilmektedir. amacı üst sınıf aileyi kardeşine tazminat ödemek zorunda bırakmaktır. zaten üst sınıf aile raziye'nin kocasının iznini de almadıkları için mahçup durumdadırlar. görümce bu fırsattan yararlanıp kardeşini kışkırtır.

    araba kazasını kocasına söyleyemeyen raziye de kendini bu husumete dahil bulur. aslında onun kızgınlığının nedeni parasını alamamış ve hırsızlıkla suçlanmış olmasıdır.

    gelelim hırsızlık meselesine. parayı çantadan alan simin'dir. buna rağmen film boyunca parayı kimin aldığı ortaya çıkmaz çünkü bu mesele hiç simin'in önünde tartışılmamıştır. raziye'ye olan her şeyi simin'e anlatan ve onları hastaneye getirtip ortalığı iyice fişekleyen görümce (evet adamlar iyi-kötü ayrımı yapmadan film çekmeye çalışmışlar ve ben görümceyi direkt kötü ilan ettim) simin'e çalınan paradan hiç bahsetmemiştir. nadir zaten raziye'ye karşı o sebeple kin beslemediği için bunu nadir de simin'e hiç söylememiştir.

    peki ortalığı kızıştıran görümce neden raziye'nin haksız bir suçlamaya muhatap olduğunu da söyleyip ortalığı daha da kızıştırmamıştır? belli ki raziye "çalmadım" dese de görümce parayı onun çalmış olduğuna ihtimal vermektedir. raziye'nin yalan söylemeyeceğine kalpten inansa mutlaka bu hususu da gündeme getirirdi. başta olmasa bile bir yerlerde simin'in kulağına nadir'in bu "iftira"sını da çalardı.

    işin ilginci raziye'nin 14 yıllık görümcesi raziye'nin hırsızlık yapıp inkar etmiş olmasına ihtimal verirken raziye'yi sadece 3 kere görmüş olan nadir onun yalan yere yemin etmeyeceğine tamamen bel bağlayıp "yemin etsin tüm tazminatı vereceğim" diyebilmektedir. ve nadir haklı çıkar çünkü raziye yalan yere yemin edecek biri değildir.

    yine de görümceyi safi kötü karakter yapmayalım tabi. raziye'nin para kazanmak için de olsa kocasına yalan söylediğini bizzat görmüş hatta onunla işbirliği yapmıştır. raziye'nin yalan söylemesine ihtimal vermesi ve hırsızlık ithamını simin'e aktarmaması bundan olabilir.

    asabi kocanın davasına karşı duruşları nadir ile simin hakkındaki ipucunu tekrar vermektedir:

    nadir, “koşullar” ne olursa olsun kaçmayarak mücadele etmektedir. simin ise önemli olanın yaşam koşulları (mesela kızının okulda tehdit edilmemesi) olduğunu düşünmekte ve bu mücadeleyi anlamsız bulmaktadır. temelde boşanmalarına yol açan ikilemin aynısı.

    peki arabanın camını kim kırdı? tabi ki asabi koca. asabi koca bebeğin düşmesinde nadir'in suçu olmadığını öğrenmiştir ama yine de evine çağırdığı alacaklılarına mahcup olmaya kadarki süreçten genel olarak nadir'i sorumlu tutmaktadır çünkü karısı, nadir'in babasını korumaya çalışırken çocuğu düşürmüştür. oysa nadir bunu bilmemektedir ve muhtemelen asla bilmeyecektir. nadir'in raziye'yi yemine çağırmasının nedeni sadece kendinin suçlu olmadığından emin olmasıdır.

    yemin konusunda önemli bir ayrıntı da nadir'in yemine kızını da çağırtmasıdır. nadir ile kızı arasındaki ilişki de ikilemin bir diğer yansıması.

    nadir kızına "ilkeli" olmayı ve koşullar her ne olursa olsun "yerinde kalmayı" öğretir. benzinciden bahşişi geri aldırması başta cimrilik gibi görünebilir ama para üstünü kızına bırakması aslında amacının kızına kolay pes etmemeyi öğretmek olduğunu göstermektedir.

    aynı şekilde, simin evi terk etmişken, yardımcı raziye'yi de kendi eliyle kovduktan sonra babasını kendi eliyle yıkamak zorunda kaldığında (tek başına kaldığı için) babasının omzuna yaslanıp ağlamaktadır ama o halde bile asla simin'e karşı geri adam atmamaktadır çünkü o hale düşmüş olmak bile onun için ilkelerinden taviz vermek kadar aşağılayıcı değildir.

    gelelim final sahnesine:

    "kızın kararını öğrenemedik" fikrine katılmıyorum. kızın kararını bal gibi öğrendik.

    kız ya babasını seçecek yani içinde bulunduğu olumsuz koşullara rağmen babasını terk etmeyecektir (tıpkı babası gibi, iranlı sanatçılar gibi) ya da annesini seçecek ve kendini yorucu mücadeleden kurtarıp tamamen kendini geliştirmeye verecektir. tıpkı iran dışındaki iranlı sanatçılar gibi.

    peki kızın kararını hakime söylemesi 10 dakika sürer mi? filmde izliyoruz. baba ve anne orada dakikalarca oturuyor. kız o süre içinde ya kararını hakime söylemiş olurdu ya da hakim kızı mahkeme salonundan kovmuş olurdu.

    anlatılmak istenen şu: iran aydınının bu ikilemi hala sürüyor ve asgar ferhadi hala babasının yanında.

  • morgan freeman'a bir röportajında sorulur:

    "shawshank redemption filminde zenci bir mahkumu oynadınız........"

    sorunun devamı gelmeden freeman muhabirin sözünü keser:

    "ben zenci bir mahkumu oynamadım. ben zenciyim ve bir mahkumu oynadım."

  • tıpkı vurulan bir askerin bir süre koşmaya devam etmesi gibi, kafaya da vücuda da sonradan dank eden bir durumdur. ilgili kişi bir kere görülmüş de olabilir, hayat boyunca da, bunun pek bir önemi yoktur. "seni tuz kadar seviyorum" diyen kızını kovup, tuzsuz yemeklerle donatılmış bir sofraya oturduğunda hiçbir şey yiyemeyen o masal padişahı gibi hissedersiniz kendinizi. bir şeyler eksik kalmıştır, çünkü o yanınızda değildir.
    onun hayalleriyle erir, onun umutlarıyla kendi kalbinizdeki ateşi güçlendirmeye çalışırsınız. birden ürkersiniz hayatınızı başkalarının hayalleri üzerine kurduğunuz için, ve sorarsınız kendinize: "acaba aşk böyle bir şey mi?"

    yıllar sonra gelen edit: kardeşim yeter oylamayın şu entry'yi artık ya. hayır yani bir gaflet anıma gelmiş, hislenip yazmışım ama bu kadar da kafasına kakılmaz ki insanın canım? siz hiç hormonlarınızı tuşlara dökmediniz mi insaf edin, 1900 küsür entrym daha var sözlükte biraz da onları kafama kakın, yetişir artık be.

    (merak eden varsa da söyleyeyim, born to touch your feelings'i de 4 yıldan beri dinlemiyorum. hadi dağılın.)

  • katilin, tetiği çeken kişi olmadığı saldırı. doktora, eğitimli vatandaşa karşı halkı bu kadar kışkırtanlar asıl sorumlular.

  • haklı bir açıklamadır. halkın yarısı işsiz olduğundan öğleden sonra uyanıyor zaten. yaz saati-kış saati ayrımı yapamıyorlar haliyle.

  • sabah erkenden geldi. gece uyku tutmamış, o da yola çıkmaya karar vermiş.

    birlikte kahvaltı yaptık. konuştuk. düğünde takılan altınlardan kalanları falan pay ettik.

    pırlantaları bozdurmak için aldığımız kuyumcuya gittik.

    birlikte aldığımız evin kredisini kapatmış, ipoteğini kaldırmamıştık. bankaya gittik, ipotek fekki için başvurduk.

    adliyeye gittik sonra. 1. aile mahkemesinin önünde yan yana oturduk.

    avukatın kızı rahatsızlanmış, ortağı geldi. "karşı taraf burada mı?" diye sordu bana. "yanımda ya işte," dedim. şaşırdı.

    dava 15 dakika falan sürdü. her ne kadar sakin olmaya çalışsak da şaşkınlığımızdan temyizden feragat etmeyi unuttuk, o yüzden ilamı ancak 15 gün içinde alabileceğiz. avukat da şaşırmış olacak ki o da böyle bir talebimiz olup olmadığını sormayı akıl edemedi. adliyeden çıkarken hala, "sizi, nasıl ayrıldığınızı sağda solda anlatıcam haberiniz olsun," diyordu.

    emlakçıya gidip evin anahtarlarını verdik evi satsın diye.

    şimdi ben ona "karşı taraf" diyorum, o da bana "davacı"...

    hayırlısı olsun...