hesabın var mı? giriş yap

  • geberdiyse ya da agir sakat kaldiysa sevindigim haber. bu tur olaylarda tek uzuntum, normal bir sekilde yolunda giden insanlara ve araclarina verilen zararlar. yoksa bu davarlarin geberip gitmesi, aramizdan ayiklanmasi tek temennim.

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."

  • açılın saat hastası geldi. rolexlerle ilgili başlık altında da yazılan bazı yanlışları düzeltelim;

    - her rolex her zaman yatırımlık değer kazanmaz. dolar enflasyonu/ arz-talep vs. elbette etkilidir ancak her model sınırlı üretim olmadığı için aldığınız tüm rolexler değerlenecek diye bir kaide yok. en azından bir yatırım aracı gibi kayda değer kâr ettirecek kadar değerlenmeyecektir. bunun da ötesinde, zaman zaman değer kaybeden modelleri de olur.

    - sınırlı üretim de olsa, durduğu yerde değerlenmesi için bazı şartları taşıyor olması lazim rolexlerin. sadece rolex de değil tabii. diğer tüm koleksiyon değeri olan lüks saatler için de durum aynı. bir sınırlı üretim rolex'in zamanla degerlenebilmesi ve/veya yatırıma dönüşmesi için gerekli şartlar şunlardır;

    1- saatin tüm belgeleri eksiksiz olmalı. fatura ve hatta tamir/bakım belgeleri dahil. belgelerinin yani sıra silme bezi, soğuk damgalı mühür, saat kutusu, poşeti, kılıfı... artık aklınıza ne geliyorsa, saatle birlikte verilen her şey ama her şey saklanmalıdır.

    2- rolex tamir ettirecekseniz asla ama asla 3. bir partiye değil, rolex'in kendisine yollayıp tamir ettireceksiniz. bir saatin tamir görmesi inanılmaz bir sorun olarak görülmez. yeter ki tüm tamir belgeleri eksiksiz olsun ve tamir edilen parçalar da geri alınsın. burası çokomelli. diyelim ki saatin camını cizdiniz ve yenisiyle değiştirmek için servisine yolladınız. çizik camı muhakkak geri isteyin.

    3- hiç kullanılmayan modeller, eğer çok ünlü biri tarafından falan kullanilmissa tabi ki iş değişir, kullanılan modellere göre birkaç kat daha fazla koleksiyon değeri taşır. dolayısıyla sarı çizmeli mehmet ağa iseniz ve yatırımlık bir sınırlı üretim rolex alıyorsanız, kutusunu bile açmayın. bırakın dursun. temiz saatlerin müzayede değeri kat kat fazla oluyor genelde.

    4- kullanmak gibi bir hata yaptıysanız ve bir de herhangi bir parçasını -kordon, bezel, cam, mekanizma, kadran gibi- degistirecekseniz bile orijinalini kutusunda saklamalısınız. durduk yere değişen parça istenmez. değiştiyse veya tamir gördüyse de eski parça muhakkak aranır. saat öyküsü için önemlidir.

    5- bir saatin sınırlı üretim olması için maksimum 2000 adet üretilmiş olması gerekir. ne kadar az üretim, o kadar yatırımlık değer demektir. hele hele elinizde seri numarası 001/100, 001/300 belki 001/500 arası bir saat varsa -ki limited edition saatlere sayı verilir. kaçıncı uretim saatin sizde oldugunu bilirsiniz- keyfiniz yerine gelsin, müzayede değeri gerçekten yüksek bir saatiniz var demektir. onun haricinde rolex'in de seri uretim ve onbinlerce ürettiği modeller var. rolex bugün yılda 1 milyondan fazla saat üretiyor. neredeyse her mağazada bulunan modeller var ve onlar ne müzayede ne de yatırım için alınabilir çünkü kim neden piyasada 100.000 tane bulunan saatin peşinden koşsun? beğenirsiniz, alırsınız orası ayrı ama üzerinden kayda değer bir para kazanamazsınız. neden? mesela geçenlerde swatch üretimi üzerinde omega yazan plastik saatleri yatırım için alan ve hatta aldığı gibi sarı siteye 30 kat pahalı ilana koyan barzolar durumun farkında değiller ancak o saat mağazadan çıktığı saniye %20 deger kaybetti bile. çünkü sınırsız üretim bir saat. dahası pilli, plastik, cırtcırtlı bir modeldi ve asla bir koleksiyon değeri yoktu.

    6- yatırım için alacağınız rolex'in hangi modelinin tuttuğunu bilmeniz lazım. mesela gmt master diye yakisikli bir modeli var bu markanın. ama tutan kasası 1675 mi, 1670 mi, bezeldeki malzeme seramik mi, alüminyum mu? lug to lug genişliği ne? hangi kasa rengi tutar? hangi tip kordon? hangi yıl üretimi en çok değer kazanır? hangi hangi hangi... tüm detaylarına inmeniz gerekir. eğer doğru koleksiyonluk modeli seçmezseniz, siz gidip bir rolex'e 20.000 dolar verip alırsınız değer kazanır diye, öte yandan 20.000 dolara başka bir modelini alan kişinin saati 20 yıl sonra yarım milyon dolar ederken sizinki 40.000 edebilir. bu yüzden piyasayı, koleksiyonerlerin eğilimini, saatin kaç kişide olduğunu vs. çok detaylı bilmeniz gerekiyor. bunu da doğru zamanda bilmek, tahmin edilemeyen garip olaylardan dolayı çok zor. ne gibi? mesela bazı saat kasa ve bileziklerinin rengi kullanıldıkça zamanla değişiyor. veya bazı bezeller güneşten, kimisi deniz suyundan renk değiştiriyor. kulağa saçma gelse de bu rengi değişenler veya solanlar ileride daha çok aranan, dolayısıyla daha çok para kazandıran modeller olabiliyorlar. tabi bunun tam tersi durumlar da oluyor. örneğin şahsi fikrim, 2021-22 aralarında üretilen kadranı tiffany mavisi rengindeki rolex oyster perpetual veya patek philippe nautilus modelleri ilerde üzecek gibi insanları. çünkü bu renk çok kısa süren bir renk trendi idi ve şimdiden markalar bu alakasız renkten vazgeçtiler. gerçi belki 2080 yılında bir şey olur ve bugün elinizdeki tiffany mavisi saatler gelecekte lacivert veya siyah modellerin 10 katı pahali olabilir. bu yüzden gelecekte neyin koleksiyon değeri taşıyıp para kazandıracağını tahmin etmesi zor. maaşlı bir çalışan iken 70'lerde birkaç maaşına rolex alıp saklayan, sonra müzayedede yuzbinlerce dolara satan vatandaş hikayelerini çok duydum.

    7- asla ama asla kaliteli bir saate, saatin karakterini, görünüşünü, hele hele mekanizmasıni değiştirecek bir mod yapılmaz. yapılmamalıdır. kordon değişiminden falan bahsetmiyorum. onu bile milimetrik bir çizik dahi atmadan yapmalısınız bu arada tabi... demek istediğim, mesela boksör mayweather sığırı gibi gidip saatlerin üzerine elmas döşememelisiniz. saatlerde asla dekoratif veya her ne amaçlı olursa olsun orijinallik bozulmamalıdır. 50.000 dolar değeri olan bir rolex'e 500.000 dolar değerinde bir elmas dekorasyonu yapınca o saat 550.000 dolar olmuyor. o işler öyle değil. saatin değeri yükselmek yerine aksine düşer. dolayısıyla rolex aldıysanız veya babadan/dededen kalma bir rolex'iniz varsa saatin orijinalliğini bozacak herhangi bir oynama yapmayınız. millet olarak modifiye yapmayi seviyoruz arabalara falan ancak unutulmamalı ki bu bir araba değil. lüks saatler üretildiği gibi kullanılmalı ve saklanılmalıdır.

    not: aklıma başka maddeler geldikçe editleyeceğim burayı. sevdim bu konuyu.
    edit 2: imla

  • 2004 yılından beri bu sözlükte yazıyorum. "sözlüğün kalitesi düştü" yorumları zaman zaman yapılsa da, şimdiye kadar, 12 yıllık süreçte, her dönemde sözlükte kaliteli ve değer katan yazarlar oluğu için bu serzenişlere çok katılmamıştım ve ekşi sözlük'ün kalitesi bozuluyor minvalinde hiç entry girmemiştim. buna gerek görmemiştim.

    yapılan yönetim değişikliğinden sonra sözlükte bir yaklaşım değişimi olduğunu çok rahat hissedebiliyorum. milliyet.com.tr gazeteciliği kafası, yani, daha çok tıklanma, daha çok reklam, daha çok para, para, para, anlayışı çok net şekilde kendini hissettiriyor artık. mesela bu sabah gördüğüm şu şekilde bir sayfayı eski anlayışta sözlükte göremezdiniz:

    http://s12.postimg.org/sgnn5pc0d/21_1.jpg

    eşşek kadar reklam banner'ını oraya koymaya utanırdı eskiden sözlük yönetimi. içeriğin öne çıktığı, para kazanmanın ikinci planda olduğu nispeten iyi günlerdi.

    ya da ne bileyim, 59 saniyelik kıçı kırık bir video için önce anket doldurtulup, sonra da 15 sn'lik reklam izletmezdi kimse size. (videoların asıl kaynaklarından (ç)alıntı olması ayrı bir konu.) eskiden mobileden siteye girdiğinizde tüm ekranı kaplayan banner'larla karşılaşmazdınız mesela. mobil olmayan sitede bile şimdiki mobil siteden daha rahat gezinirdiniz reklam olmadığı için.

    bu da mobilin şu anki hali. s1lth0uette almış ekran görüntüsünü sağ olsun:

    http://i.hizliresim.com/yodjp0.png

    gerçekten anlamıyorum bu davranışı. sözlük sayesinde para kazanmanın binlerce yolu varken neden eşşek kadar banner'ı sayfaya koymuş olabilirler diye düşünüyorum. en kolayı, en az zeka ve emek gerektireni bu olduğu için olabilir mi? yani, mesela ted benzeri ücretli seminerler düzenlenmesi ve sözlükteki ünlü yazarların konuşturulması gibi şeyler. ama tabii düşünmek ve sıkı çalışmak lazım bunun gibi fikirlerin olgunlaşıp uygulanabilmesi için.

    bir örnek daha... eskiden sağ üst tarafta "araştır" diye bir buton vardı. başlıkta geçen ifadeyi google, wikipedia vs. gibi sitelerde kolayca aramanızı sağlardı. çünkü, önemli olan bilgiye hızlı ulaşmaktı değil mi? önce araştır özelliği sadece google'da aramayı sağlayan basit bir buton haline getirildi. 2015 sonlarında ise o google'da arayan buton da pat diye kaldırıldı. maksat: "kullanıcı sözlükten hiç ayrılmasın. google'a, wikipedia'ya falan kaçmasın. kaçacağı varsa da bunu biz kolaylaştırmayalım. hit sayımız artsın. gelsin reklamlar, paracıklar."

    sözlükte yer alan ve değeri paha biçilemeyecek içeriğin kullanıcıları irrite etmeden maddi değere çevrilmesi için binlerce yol varken en kolayını, en az zeka isteyenini seçip eşşek kadar banner'ı oraya koyma eşşekliği de ancak bizim şark kurnazı ortadoğu kafamıza yakışırdı zaten.

    neyse, özetle, dürüm bu.

    edit: adblock'u tabii ki biliyorum. silahının olması ve soyguncudan kendini koruyabiliyor olman önemli değil. soyguncunun var olması problem. (bkz: teşbihte hata olmaz)

    edit 2: adblock ve türevlerinin mobilde kullanımının kastırdığını söyleyen arkadaşlar oldu. ben hiç denemedim bile.

  • çirkini öpmemişler kendini namuslu sanmış diye bir söz var bizde. orada dayak yiyen bir kadın olsa böyle tepki gösterir miydi acaba sayın namus timsali a. kodumun ahlak bekçisi motorcu...

  • "tercihen çocuk yapmasa da her kadın içgüdüsel olarak çocuk ister. ilerleyen yaşlarda bu his daha da baskın hale gelir. bence yaşı itibariyle bunun pişmanlığını yaşıyor. gerginliğinin sebebi de o."

    gerginliğinin sebebi çocuk yapmamış olması ve geç kalması filan değil. kadın orada istiyor ki projeyle ilgili soru sorulsun fakat 56 yaşında kadına "sizden de bebek gelecek mi?" diye densizce bir soru soruluyor. kadın soruyu "o konuya girmeyelim" diye savuşturunca muhabirler "çocuklardan bahsetmeyeceksek o zaman seninle konuşacak bir şeyimiz de yok" der gibi can bonomo ve eşine dönerek bu sefer onlarla çocuk geyiği yapmaya başlıyor ve laklakın bir türlü sonu gelmeyince de erener haklı olarak sinirleniyor.

    kadın tam benim vereceğim türden bir tepki vermiş. bazen benim de eş dost ortamımda çocuk muhabbeti açılıyor ve "ay gece uyutmuyor, aman derdi bitmiyor" diye yarım saat aynı terane devam ediyor. ben hâlâ çocuk yapabilecek yaştayım ama yapmıyorum. şimdi benim de gerginliğim çocuk yapmamış olmamdan ötürü mü? değil kardeşim. istemiyoruz sizin sevimsiz çocuklarınızın bıkkınlık veren hikayelerini dinlemeyi. ilgimizi çekmiyor. bazı insanlardaki herkes çocuk sahibi olmak istiyormuş da yapamıyormuş algısından gına geldi artık cidden.