hesabın var mı? giriş yap

  • sevgili dostlar,

    bugünkü yazımda bazı zamanlar hayatı etrafına çekilmez hale getiren kibirli insanlarla başa çıkmanın bilimsel ve psikolojik yollarını ince ince anlatacağım. eğer hayatınızı paçavraya çeviren kibirli insanlarla muhatapsanız ve onlardan yakanızı bir türlü kurtaramıyorsanız toplanın etrafıma anlatmaya başlıyorum.

    ufak ara notu : bu yazıyı en beğenmeyecek kişiler bilin bakalım kimler olacak ?

    tavsiye yol 1 :

    ilk tavsiyem kibirli bir insana acıyıp onu düzeltme görevini üstlenmeyin. kibrin altında o kişinin geçmişinden gelen ciddi travmalar ve özgüvensizlikler vardır. kendini sürekli değerli ve önemli hissetmek istediği için yumurta kabuğundan ince egosunu korumak amacıyla havadan geçen sineğe bile kibir basmaya çalışır. bu kendini iyi hissedebildiği tek yoldur. bu tür kişileri nasihat veya uyarıyla yola getirmeniz imkansızdır çünkü her türlü nasihat ve uyarıyı hakaret olarak algılayacaktır. kavga etmeniz de çözüm değildir çünkü "beni kıskandıkları için saldırıyorlar gözleri çıksın" moduna gireceklerdir. kibirli insanın kurtuluşunun tek yolu yaşam içinde hatasını görüp kendi kendine kibir bataklığından çıkmaktır. bu bataklıktan ya çıkacak ya da orada boğulacaktır. bu duruma empati kurabilirsiniz ama sakın ha onu kurtarmak için bataklığa girmeyin sizi de boğar. kendisiyle yüzleşmeden durumunu değiştiremeyecektir.

    tavsiye yol 2 :

    kibirli bir insanın size olan davranışlarından sorumlu değilsiniz. ne geçmişte yaptıklarınız ne de gelecekte yapacaklarınız onun davranışları üstünde etkili değildir. onun kendi içinde bambaşka problemleri var. o sebeple "acaba şöyle yaptığım için mi üzerime geliyor ?" veya "acaba şu şekilde davransam bana iyi davranır mı ?" gibi gereksiz sorgulamalardan vazgeçin. kendinizi ona göre ayarlamaktan vazgeçtiğiniz anda gücünüz artacaktır. kibirli insanlar ancak kendilerinden etkilenen kişiler üstünde güç sahibi olurlar.

    tavsiye yol 3:

    net ve direkt olun. kibirli bir insan sizi rahatsız ettiği zaman net ve sakin şekilde ona düşündüklerinizi ve yaptığından neden rahatsız olduğunuzu söyleyin. böylece sınırlarınızı çizmiş olursunuz. bu net konuşmanız kibrinden vazgeçmesi için değil sınırlarınızı koymak içindir. bu tür insanlara sınırlar koymazsanız sizi ittire ittire duvara sıkıştırır ve zaman içinde minicik bir böceğe çevirir. sınırlarınızı doğru koyarsanız kibirli insanlar içten içe güvensiz oldukları için zarar vermek için farklı hedefler seçeceklerdir.

    tavsiye yol 4 :

    bazen tek başına karşı durmanız mümkün olmayabilir. böyle bir durumda üçüncü kişilerin yardımını isteyin. kibirli insanlara karşı ne kadar çok sayıda kişi bir araya gelir ve ortak tavır koyarlarsa o oranda başarılı olabilirler ve kibir virüsünü karantina altına alabilirler.

    tavsiye yol 5 :

    oyunun kurallarını belirleyin. kibirli bir insana işiniz düştüğü zaman mutlaka görüşmenin süresini, nasıl konuşacağınızı ve ne tür tavırları kabul edeceğinizi önceden belirleyin ve bu kuralların dışına çıkmayın. eğer kibirli insanlara karşı oyunun kurallarını baştan koyarsanız ya uslu çocuk olurlar ya da sizi kendi halinize bırakırlar. ama onların oyununu kabul ederseniz ebelenen hep siz olursunuz.

    tavsiye yol 6 :

    kibirli patateslerle mücadelede sakin kalabilmeniz çok önemlidir. eğer korkar, öfkelenir veya sinir patlamaları yaşarsanız böyle duygulardan beslenen kibir anıtları sizi vampir gibi emerler. meditasyon mu yaparsınız, hipnoz mu öğrenirsiniz ama mutlaka sakin kalmayı öğrenin. sakin kalabildiğiniz ölçüde kibirli saldırganlara karşı güçlü olacaksınız.

    son olarak kibirli insanlar bazen kibri baştan çıkarma aracı olarak kullanabilirler.

    kibir bazen yanlış şekilde kendine güven gibi anlaşılabilir ve bu da belli bir çekicilik üretir. yapabileceğiniz en büyük yanlış kibirli bir insanın sizi sahte görüntülerle baştan çıkarmasına izin vermektir. bu konuda kanalımda bulunan "baştan çıkarma sanatı" videosunu izlemenizi önemle tavsiye ederim.

    buyurunuz linki

    https://www.youtube.com/watch?v=sby3xjlgq_m

    kibirli insanlardan mümkün olduğunca uzak bir yaşam sürebilmeniz dileklerimle.

    sevgilerimle

  • ben çağdaş bir ebeveynim arkadaşım! her ne kadar çocuk daha çağdaşlığımı gösterebileceğim yaşa gelmediyse de ben kendimi biliyorum. çocuğumla arkadaş olacak, onunla dertleşecek, gece gezmelerine birlikte çıkacağız bunları biliyorum, ben çağdaş bir babayım arkadaşım.

    ama ne oluyor, nasıl oluyor bilmiyorum ama benim de dahil olduğum geniş bir çağdaş baba grubu yeni doğan çocuğunun kırkı çıkana kadar (kırkı çıkmak) hurafelerin esiri oluyor ya da bir tek ben böyleyim ama genelleme yapınca kendimi daha rahat hissediyorum. aman çocuğun üstünden bir şey verme, kırkı içinde her banyo suyuna saçı güzel olsun diye tarak, el işi güzel olsun diye tığ koy, banyo suyunu elekten geçir su kırk delikten geçsin, kovaya yumurta kabuğundan kırk kere su doldur bahtı güzel olsun. bezlerini gece atma, çamaşırlarını gece dışarıda bırakma, burnunu sık burnu güzel olsun, kulağının üstüne yatır kepçe olmasın ve daha neler neler. çağdaş baba olma yolundaki ilk adımlarımda hurafelerin bayrak taşıyanı oluyorum farkında değilim.

    aynı çağdaş baba yine aynı hurafelerin izinde. resmen kayınvalidem ile hurafe yarıştırıyorum. o diyor ki “bizde çocuğun kırklık suyuna tuz konmaz, ben diyorum ki yanlış biliyorsun azıcık tuz koyup koltuk altına ayaklarına süreceksin ki ayakları, teri kokmasın. o diyor ki çocuğun göbeğini boş bir alana göm içi ferah olsun ben diyorum ki hayır üniversite bahçesine gömelim ki bir ayağı okulda olsun. kendimi tanıyamıyorum, gece kayınvalidesi ile oturup çay içerken hurafe tokuşturtan bir oldum.

    ben çağdaş bir ebeveynim arkadaşım, çocuğun kırkı içindeki banyo suyuna soğan kabuğu koyup, “duruluk, geldiği yere gitsin murdarlııık” diyecek biri değildim. biraz daha büyüsün bakalım, sanırım içimdeki çağdaşlık henüz açığa çıkmaya hazır değil.

  • koyu bir fenerbahçe taraftarıyım.
    galatasaray’dan da beşiktaş’tan da zerre hazzetmiyorum.
    aga be... bu tineri ne olur çekmeyin.
    biz ki konu avrupa olunca, galatasaray karşısında önümüzü ilikliyor arkamızı dönmeden geri geri odadan çıkıyoruz.
    siz kimsiniz olm ??

  • almanya'da erasmus yapan birkaç türk genci olarak bindiğimiz şehir içi otobüste* biraz fazla ses çıkarıp, gülmemiz üzerine şöförün dahili mikrofondan türkçe olarak ''çocuklar, hayatınız boyunca hep böyle gülüp mutlu olursunuz inşallah.'' anonsunu yapması.

  • sosyoloji derslerinde gonul rahatligi ile kullanilabilir bu video.

    1- soforun stop kelimesini istop'a evrimleyerek "istop asagi" cumlesini "kacin, minibusu yok etme butonuna bastim" tandansi ile tonlamasi ve ufak bir tonlamanin insanlar uzerindeki yikici etkisi.

    2- sofor ile goz goze gelen teyze sakin kalsa, muhtemelen hic panik yasanmayacak. ama "tehlikeyi" soforun gozlerinden anlayan teyzenin zengin kalkisi yapmasi ile suru psikolojisinin tetiklenmesi.

    3- suru psikolojisi devreye girdikten sonra, insanin en temel ve en ilkel duygulari olan egoistlik ve hayatta kalma mucadelesi basliyor. bu hayatta kalma mucadelesini, yardimci kadin oyuncu teyze ile amansiz bir omuz omuza mucadeleye giren gence ve harekete gectikten sadece 1.7 saniye sonra minibusten inen kizlara bakarak anlayabilirsiniz.(teyzenin yasama sevinci gozlerimi doldurdu bu arada)

    4- son olarak da, gencin arkasindaki kadinin kacarken yere dusurdugu kitabi almaya calismasini incelersek, canlilarin hayatta kalmak icin ne tur donanimlara sahip olmasi gerektigini goruyoruz. orada minibus patlamak(!) uzereyken kadin hala kitap derdinde. karar verme mekanizmasi hizli calismadigi icin hayatta kalma sansi teyzeye gore cok dusuk. oysa teyze orada guclu bir rakibi ekarte ederek hayata tutunuyor.

    niyahetinde tekrar anlasildi ki, minibus soforleri toplumlarin afyonudur. her eylemleri toplumsal bir deney adeta.

  • zeytinyağı kurur, yapış yapış olur. onun yerine castrol magnatec dökmek daha mantıklı. molekülleri fay hattına bir mıknatıs gibi yapışır, senelerce kaygan kalır orası. küçük faylara da idarelik wd40 sıkabiliriz.

  • net bir bilinç tanımına göre yanıtının değişebileceğini düşündüğüm sorudur. bu konuya ilgi duyup da bir şeyler öğrenmek isteyenlere john archibald wheeler'ı araştırmalarını önerebilirim. ben biraz daha farklı bir açıdan yanaşacağım.

    bilim insanlarının bakteriye veri depolayabilmesi gibi bazı deneyler burada da konuşuldu biliyorsunuz. verinin canlı bir varlığa aktarılmasına f fonksiyonu dersek, bu fonksiyonun tersini almayı başardığımızda kendimize dair bir şeyleri dijital ortama aktarmış oluruz. peki bu fonksiyon terslenebilir bir fonksiyon mu? öyleyse bile günümüzdeki teknoloji tersini almamıza imkan vermiyor gibi duruyor. ancak dediğim gibi önce kümelerin ve fonksiyonun net tanımı yapılmalı ki süreç hakkında fikir yürütebilelim.

    bir metin dosyasını ele alalım. boyutu küçüktür değil mi? word'de 2000 kelimelik bir yazınız 24 kb kadarcık yer tutabilir. bunu notepad'de yazarsanız daha az yer tutması lazım. görünmez bir katibin var olduğunu ve fi tarihinden beri insanların ağzından her çıkanı metin dosyası olarak bir yerlere yazıp kaydettiğini varsayalım. hah, tahminlere göre bu dosyanın büyüklüğü 5 exabyte kadar olacaktır. yani bir kentrilyon byte kadar. bir kelimenin boyutu 10 byte olarak kabul ediliyor. şimdi düşünün, zihnimizde neler var? geçmişe ve şimdiye dair vidyo görüntüleri (144 piksel falan da değil ha full+full hd), fotoğraf görüntüleri, dinletiler (ses dosyaları), geçmişe dair pişmanlıklar ve hesaplaşmalar, on dakika sonrasından tutun da on yıl sonrasına dek uzanan gelecek planları ve olasılık hesapları, bir yandan sosyal ilişkilerimize dair bir sosyal ağ yapısı, bir yandan her an maruz kaldığımız birçok uyartı, say say bitmez. daha bir de veri olarak tanımlayamadığımız ağrı hissi, koku algısı gibi durumlar var. buna buzdağının görünmeyen kısmı olan bilinçaltımızı da ekleyin.

    insan ömrünü ortalama 80 yıl kabul edelim, yukarıdaki bilgiler ışığında sizce ortalama yaşta, 40 yaşında olan birinin zihninde ne kadar veri olabilir? çok. şimdiye dek matematikte o büyüklükte bir sayı kullanıldığını zannetmem. e peki bunca bilgiyi nasıl bir bilgisayara aktaracağız? biraz büyük ve depolama hacmi geniş bir bilgisayar olması lazım. e daha bunun aktarma teknolojisi var, evet kızılötesini geride bıraktık ama yine de vaziyet belli. saniyede en fazla ne kadar veri iletebilirsiniz? diyelim ki saniyede 10 gigabyte veri aktarabiliyoruz, süper değil mi. nöron sayısına dayanarak insanın hafıza alanının 2.5 petabyte kadar olduğu söyleniyor, 2,500,000,000,000,000 byte civarı. eğer hesapta yanlışlık yapmıyorsam sırf hafızayı aktarmak bile 28 gün kadar vakit alıyor. 28 gün uzun bir süre, bu esnada birçok yeni bilgi daha eklenecektir zihnimize, ek olarak onların da aktarılması var. e bir de hayallerimizi, planlarımızı, algılarımızı falan ekledik mi ohooo ölme eşeğim ölme.

    işte, günümüzdeki teknolojinin pek elvermediğini düşünmemin sebebi buydu. ha bundan yaklaşık 35 yıl önce bill gates 640 kb hafızalı bilgisayarın herkese yeteceğini söylemişti. oysa şimdi 1.44 mb'lik disketin yüzüne bile bakmayız. zamanla yukarıda saydığım veri depolama ve aktarma sorunları da çözülecektir. eğer bilincin net tanımını yapabilir, nerede nasıl var olduğunu da saptayabilirsek, bilgisayara aktaramamak için ne sebep olabilir ki?

  • başlık: beyler israildeyim duvara kazayla hitler yazdım.

    entry: hititler yazacaktım mına koyim. israil esnafı peşimde. kurtarın muallakler.

    2. kazayla hitler yazdıysan sorun yok panpa ibranice de 'kazayla' demek 'kahrolsun' demektir...
    o esnaflar seni mason locasına davet etmek için peşinden koşuyorlardır...
    sıkıntı yok ...