hesabın var mı? giriş yap

  • kuantum dünyasının en ilginç sorularından birisi ve kuantum dünyasının klasik fizikle çözülemeyeceğini gösteren en bariz örneklerden birisi. uzun uzun, basitçe açıklamaya çalışacağım.

    konudan anlayanlar ve okumaya durumu olmayanlar için kabaca özet;

    elektrostatik potansiyel enerji elektron çekirdeğe yaklaştıkça kinetik enerjiye dönüşür, bu kinetik enerji momentumun artmasına sebep olur, artan momentum da elektronun çekirdek hariç her yerde var olabileceği bir dalga fonksiyonunda hareket etmesine sebep olur. bir elektronun çekirdeğe temas edebilmesi için sonsuz enerji gerekir, ki kütleli cisimler için sonsuz enerjiye sahip olmanın tek yolu ışık hızında ilerlemektir ve bu da kütleli her cisim için imkansızdır. bir de tabi elektronların da bütün kuantum "parçacıkları" gibi aslında bir ihtimal dalgası olması sorunsalı var, hiç bir zaman belirli bir konum ve momentumu olan bir parçacık olamazlar, bu yüzden de zaten fiziksel anlamda asla "çekirdeğe düşen bir bilye" gibi bir durumdan bahsedemeyiz.

    konuya pek hakim olmayıp imkanı olanlar için daha detaylı açıklama;

    elektronların negatif yüklü, çekirdekteki protonların ise pozitif yüklü oldukları herkesin bildiği bir gerçektir, aynı şekilde aynı yöndeki yükler birbirlerini iterken zıt kutuplu yükler birbirlerini çekerler. bunun yanısıra kütleye sahip cisimler de etraflarındaki uzayı bükmeleri sebebiyle adına kütleçekimi dediğimiz bir etki sayesinde birbirlerini çekerler, daha doğrusu uzaydaki eylemsizlikleri konumlarının birbirine yaklaşmalarına sebep olur. uzayda hiç bir yerçekimsel veya elektromanyetik alana tabi tutulmayan ve birbirlerinden 1 cm uzaklığa yerleştirilen iki beyzbol topu 4 gün sonra birbirine yapışır, buna sebep olan şey birbirlerine uyguladıkları kütle çekimidir. elektronlar ve protonlar da kütleden muaf değillerdir ve genelde ihmal edilecek kadar önemsiz görülse de mikrosistemler de yerçekiminden muaf değillerdir, sadece etkisi ihmal edilecek düzeyde sonsuz küçük bir değerdir.

    kütle çekimden önce elektrostatik çekimden bahsetmek isterim, çünkü ele aldığımız parçacıklar için bu durumda çok daha büyük önem arz ediyor. elektrik alanın yönü, alanı var eden yükün yönüne bağlıdır. birbirlerine göreceli olarak simetrik ve kutupludur elektrik alan. bizim kabul ettiğimiz haliyle negatif yük dışarıya doğru bir akıyla, pozitif yük ise kendine doğru yani içeriye doğru bir akıyla elektrik alan uygular. ama tersini de varsayabilirsiniz, bu tersinebilir* bir süreçtir ve referans alınan parçacığa bağlı görelilik ilkeleriyle yönleri değişebilir. zıt yüklerin birbirlerine olan çekimleri özel göreliliğe dayanmaktadır, zıt kutuptaki elektrik alanlar birbirlerini yok edip uzay için daha düşük enerjili bir denge durumuna gelmek istediklerini düşünebilirsiniz.

    klasik fiziğe göre elektron ve protonların arasındaki elektrostatik çekim kuvveti elektronun çekirdeğe düşmesi gerektiğini söyler. yani, aslında böyle bir iddia olmamasına rağmen mantıken böyle olması gerekir. fiziğin en temel kanunlarından birisi enerjinin korunumudur, bunun en basit türlerinden birisi potansiyel enerjinin kinetin enerjiye çevrimidir. yine klasik fizikten aşina olduğumuz bir durum, yerçekiminde bunu gözlemleyebiliriz. belirli bir yüksekliğe sahip bütün cisimlerin potansiyel enerjiye sahip olması, ve bu cisimlerin serbest bırakılması halinde aşağı doğru düşmeleri, düşerken hız kazanıyor olmaları potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşmesinin çok basit bir örneğidir. birbirine mesafeyle duran elektriksel yükler için de benzer bir durum söz konusudur. mesafeye bağlı olarak bütün yükler potansiyel enerjiye sahiptir ve birbirlerini iterken/çekerken yaptıkları hareketle kinetik enerji kazanırlar, bu kinetik enerji de potansiyel enerjilerinden gelir. iki yük birbirlerinden çok uzak olduklarında hunharca bir potansiyel enerji barındırırlar, birbirlerine yaklaşırken bu enerjinin bir kısmı harekete katılıp kinetik enerjiye dönüşürken bir kısmı da elektromanyetik enerji* olarak yayılır.

    bir atomu var eden şey çekirdeğin pozitif elektrik alanında süzülen negatif elektonlardır. bu sistemi var eden pozitif alanın kaynağı çekirdek olduğundan, matematiksel olarak elektronun çekirdekte bulunabilmesi için sonsuz kinetik ve negatif sonsuz potansiyel enerji gerekir. bir elektronun çekirdekten uzaklığı ile sahip olduğu enerjinin fonksiyonu çıkarıldığında, belirli bir en düşük enerji seviyesinden**, yani denge halindeki mesafeden daha çok çekirdeğe yaklaşabilmesi için mümkün olmayacak derecelerde enerji gerekmektedir, çünkü fonksiyonun limiti sonsuza yaklaşmaktadır.

    mesela bu grafikte kırmızı çizgi kinetik, mavi çizgi potansiyel, yeşil çizgi ise elektronun toplam enerjisini temsil eder.

    bir elektronun çekirdeğe düşmemesinin en temel sebebi budur. en azından elektrostatik çekim söz konusu olduğunda bu etkiden bahsedebiliriz. bir de yerçekimi var ki, ihmal edilir ve önemsenmeyecek kadar küçük bir etkiye sahiptir. doğadaki 4 temel kuvvetin birbirlerine göre şiddetleri şöyle karşılaştırılabilir;

    güçlü nükleer kuvvet: 100 birim, çekirdekteki bütün pozitif yükün birbirini itmesine karşı çıkıp çekirdeği bir arada tutan kuvvet.

    elektromanyetizma: 1 birim, mıknatıslardan yüklü parçacıklar arasındaki kuvvete kadar elektromanyetik kuvvet etkileşimi.

    zayıf nükleer kuvvet: 0.0000000001 (e-10, 10 üzeri eksi 10), radyoaktif bozunumdan nükleer füzyon ve fisyona kadar bir takım atomaltı olayların gerçekleştiği etkileşimde söz konusu olan kuvvet. çekirdekten kopup gelen ne kadar parçacık varsa zayıf nükleer kuvveti tecrübe eder.

    kütle çekimi: 0.00000000000000000000000000000000000000001 (e-40, 10 üzeri eksi 40), bildiğiniz yerçekimi veya kütle çekimine sebep olan kuvvet.

    sanırım neden elektron-çekirdek etkileşiminde kütle çekiminin ihmal edildiği buradan anlaşılıyordur. elektromanyetik etkiye kıyasla kütle çekimi o kadar önemsiz kalıyor ki, matematiksel olarak denkleme dahil etmenin bir anlamı bile yok. burada birimden kastedilen şey, bu alanların kuvvetlerinin birbirlerine kıyasla ne kadar güçlü olduğudur. elektrostatik etkileşimle kütle çekim birbirlerinden farklıdır, her ne kadar ters kare yasasına* dayanmaları benzer olsa da, elektronların çekirdeğin etrafında gerçekleştirdiği hareketi gezegenlerin yıldızların etrafında gerçekleştirdiği harekete benzetemeyiz, aralarında dağlar kadar fark var.

    bir de heisenberg belirsizlik ilkesi söz konusu. bir parçacık için konum ne kadar kesinse momentum o kadar belirsizdir. konumdaki deviasyonla momentumdaki deviasyonun çarpımı belirli bir değerden büyük olmak zorundadır. aynı durum enerji-zaman için de geçerli ama kafa karıştırmamak adına konum-momentumdan devam edelim. bu belirsizlikten yola çıkınca, hiç bir kuantum parçacığı için belirli bir konuma sahip çok küçük toplarmış gibi davranamıyoruz. elektronlar da bu sorundan kaçamıyorlar. varoluşlarından kaynaklı enerjileri bu duruma sebep oluyor zaten, ve diğer bütün kuantum parçacıkları gibi elektronlar da belirli dalga fonksiyonlarında varolabilen ihtimallerden oluşuyorlar. bir elektron çekirdeğe yaklaştıkça potansiyel enerji kaybeder ve kinetik enerji kazanır demiştik. bu süreçte kazandığı kinetik enerji bu parçacığa momentum kazandırır. ve momentumu arttıkça konumundaki belirsizlik azaltır. momentum uzayında genişleyen elektron konum uzayında küçülse de çekirdek de çok küçüktür, o kadar momentuma ve kinetik enerjiye sahip bir parçacığın dalga fonksiyonunun içine sığamayacağı kadar küçüktür. o kadar enerjik bir elektronun yapacağı hareket, hiç bir şekilde çekirdeğin içerisine kısıtlanamaz. bu sebepten ötürü de çekirdek kadar küçük bir alanda var olması mümkün değildir. sahip olduğu kinetik enerjiden ötürü elektronun hareket edeceği hacim çekirdekten çok daha büyük olur. yani daha doğrusu, konumundaki belirsizlik çekirdeğin hacminden fazla olur ve çekirdeğe sıkıştırılamaz. bu bağlamda da çekirdekte varolamaz. zaten çekirdeğe temas edebilmesi için sonsuz enerji gerekiyor. kütleli bir parçacığın sonsuz enerjiye sahip olabileceği tek durum ışık hızında hareket etmesidir. ki kütlenin tanımı uzaydaki hareketin zorluğu olduğundan, elektron gibi kütleli bir parçacık için bu durum imkansızdır. ama sonsuz enerjiye sahip olabilseydi, eminim ki çekirdekte var olabilecek bir hareket gerçekleştirebilirdi. bir elektronu ışık hızında çekirdeğe fırlatmadan bunu bilemeyiz, ki bu da imkansız olduğundan, bir elektronun çekirdeğe düşmesi imkansızdır. ve tabi bir elektron her ne kadar bir nokta gibi düşünülse de wave-particle duality'den yola çıkarak elektronların aslında bir dalga olduğunu da unutmamak gerekir, bu anlamda fiziksel formuyla çekirdeğe düşen bir nokta olamazlar.

    elektronun çekirdeğe düşmesi halinde olacakları da düşünürsek, bir proton ile bir elektronu topladığınız zaman yükler olarak birbirlerini nötrlerler. bu iki parçacığın birleşimi nötron parçacığı oluşturmalıdır, bu işleme pozitron/elektron emisyonu denilir. elektronun yükü ile protonun elektriksel yükü eşittir, 1.6x10^-19 coulomb'luk yük barındırır her biri, tabi zıt işaretlerde, kısaca 1e diyelim. 1e + (-1e) = 0, yani iki parçacık bir araya geldiklerinde elektriksel yük olarak birbirlerini sıfırlarlar. ama yükün yanısıra kütlenin de korunması gerekiyor. bir protonun kütlesi 1.6726 x 10^-27 kg iken bir elektronun kütlesi 0.00091 x 10^-27 kg. bir nötronun kütlesi ise 1.6749 x 10^-27 kg. buradan görülebiliyor ki, bir elektron ile bir protonun kütlelerini topladığınız zaman, bir nötronun kütlesine yaklaşamıyor bile. yani bir elektronun çekirdeğe düşüp bir protonla birleşerek bir nötron oluşturabilmesi için sisteme kütle veya enerji sağlamak gerekiyor. yani bir elektronun bir protonu nötrona çevirebilmesi için, önce çekirdeğe yaklaşabilecek elektromanyetik kuvveti sağlaması, sonra da bir protonu nötrona çevirebilecek kadar zayıf nükleer kuvveti sağlaması gerekir. elektronlar güçlü nükleer kuvvetten etkilenmezler. bir de tabi bu işlemi gerçekleştirebilmeleri için ilgili nötrinonun da mevcut olması gerekir ki, nötrino sadece işleri karıştıran bir detaydır, yoksa zaten elektron çekirdeğe temas edemiyor. bir proton ve nötron birbirlerine dönüşebilirler. bu esnada bir elektron/pozitron ve ilgili nötrino yayınımı yapılır. bu dönüşüm zayıf nükleer kuvvet ile gerçekleşir. nötrinoların kütlesiz olmadıkları biliniyor, ama elektron/pozitron emisyonu için gereken fazladan kütleyi sağlamak için nötrinolardan başka bir parçacık gerekip gerekmediğinden tam olarak emin değiliz, gerekiyorsa da henüz keşfedemedik. ve tabi bir nötrinonun kütlesi de tam olarak henüz ölçülemediğinden bu bir soru işaretidir.

  • mehmet topal'ın aracına isabet eden merminin emniyetçe yapılan tanımı.
    ortamlarda mermi yorgundu dersin kim bilecek amk.

  • hali hazırda mevcut olan vampirlik mefhumunu silbaştan yaratmayı marifet sanan insan evlatları sağolsun, sürekli gözümüze gözümüze sokulan ve en azından beni feci uyuz eden bir zevzeklik.
    sanırsın her yönetmen francis ford coppola, sanırsın her senarist anne rice...

    "vampirler gün ışığında toza dönüşürler, kalplerine kazık çakılınca ölürler sanıyordun değil mi? yanlış!!! vampirler aslında boyunları kırıldığında geberirler...

    ...diye düşünmüş olabilirsin. alakası yok! vampir dediğin yaratık, kafası koptuğunda nalları diker. çok ileri seviyedekileri acil durumlarda yarasaya dönüşebilirler. gün ışığı onları öldürmese de güçlerini söndürür...

    ...gibi gelmiştir allah bilir sana!!! alakası yok... zaten vampir, kabil'in soyundan gelen, ve lanetlenmiş ölümsüz insanlardır aslında. sonsuza kadar yaşayacak ve bu cinayetin lekesini hep üzerlerinde taşıyacaklardır...

    ...diyorsundur şimdi sen! ahahaha... yok artık ya! vampir dediğin clublarda takılan, gün doğumunu ray banle izleyen, olsa olsa yüksek faktörlü krem kullanarak gündüz mündüz caddeye akan, bildiğin gececi havalı kimselerdir...

    ...diye kandırırlar milleti. aslında mısır zamanında yapılmış biyolojik bir deneyin yanlış gitmesi sonucunda........"

    (bkz: akar akar akar)

  • sebebi komünizm değil, ovacık belediye başkanının muhteşem bir insan olmasıdır. dinden, ideolojiden, ırktan önce insan olmanın önemini göstermektedir.

  • afedersiniz de, ben öyle ağır içici değilim. akşamları iki duble anca içerim. 8+8 16cl, hadi elimin ayarı kaçtı diyelim, 20 cl. bu da demek ki bir şişe viski bana en fazla 4 gün gider. chivas’ın fiyatı takribi 400 lira. bana günlük maliyeti 100 lira, dublesi 50 lira demek. be amkyum, evimde içtiğim içki nasıl bu kadar para tutar?

    millet kokoyu avantadan buluyor, lüks araçlarda burundan çekip poz veriyor, ben alnımın teriyle kazandığım parayla bir duble viski içemiyorum. biz başka devletin milletiyiz belli ki? günde 5 vakit namaz kılıp, aralarda koko çekseydik biz de premium arabalara binebilirdik belki...

  • 2030'dan geldi ise şu anda da yaşıyor olması gereken kişi, şimdiki haliyle yan yana gelsin, inandırsın bizi, yalan detektörü manipüle edilebilen bir cihaz sonuçta.

  • kör; ama, gözü gören birçoklarından daha çok görüp geçirmiş. sağır; ama, kulağı işiten birçoklarından daha çok dinlemiş. lal; ama, konuşma yetisi kazanmış bir çok dilliye nazaran daha çok paylaşmış birikimlerini. bir hastalık onu bebekken üç duyusundan koparmış; o ise öğrenmek ve anlatmak için duyularına ihtiyacı olmadığını kanıtlamış.

    birkaç sene evvel, charles dickens ile alakalı yazılar okurken karşılaşmıştım hikayesiyle. ailesi, charles dickens'ın american notes adlı gezi notlarından etkilenerek helen'ın herkesle eşit şartlara sahip olmasını istemiş ve julian chisolm adlı bir kbb hekiminin önerisiyle perkins körler okulunun müdürüyle görüşmüşler. mezunlardan, 20 yaşındaki görme engelli anne sullivan ile de tanışmaları böyle olmuş. odada bulunan kimse o an bilmese de, ömür boyu sürecek olan arkadaşlığın temelleri oracıkta atılmış. anne, mürebbiye olarak helen'ın yanına gelmiş ve dostu olarak ömrü boyunca ona eşlik etmiş.

    o zamanlar altı yaşında olan helen, hane ahalisiyle anlaşmak için çeşitli işaretler kullanıyor ve hatta odaya giren kişileri adımlarının yarattığı titreşimlerden tanıyormuşsa da, her nesnenin, duygunun, eylemin ayrı ayrı isimlendirildiğini ilk defa anne sullivan sayesinde öğrenmiş.
    anne, ona bir bebek hediye edip helen'ın avcuna parmağıyla "doll" yazdığında helen durumu pek anlamamış olsa da, anne sabırla öğretmiş. birkaç gün sonra, helen bir elini suyun altına soktuğu anda, diğer avcunun içine "water" yazarak ilk defa bir mefhumu helen'ın zihninde kelimeleştirmiş. bu olay ise helen için bir kırılma noktası olmuş.

    eğitim hayatı bu olay ile başlamış ve harvard'ın kadınlar için açtığı radcliffe college'a kadar uzanmış. bachelor of arts ile mezun olan ilk kör-sağır kişi olarak hayata atılmış. eğitimi ile sesini bularak kendi hayatı hakkında bakış sunduğu dersler vermiş, konuşmalar yapmış. bunun yanı sıra ellerini insanların dudakları üstüne yerleştirerek konuşmaları takip edebilmeyi, gene elleriyle işaret dili kullananları anlamayı ve braille alfabesini öğrenmiş.
    harvard eğitimini finanse eden kişi, yakın arkadaşı mark twain tarafından tanıştırıldığı henry huttleston rogers adlı iş adamıymış. mark twain ile ise daima yakın arkadaş olarak kalmış. hatta, mark twain'i bir oda dolusu erkek içinden sadece içtiği purosunun kokusunu takip ederek bulabilirmiş.

    hayatı boyunca bir süfrajet olarak kadın hakları üstüne makaleler yazmış, doğum kontrol yöntemlerine her kadının ulaşabilmesini savunmuş ve aynı zamanda savaş karşıtı görüşleriyle savaş yanlılarını zor durumda bırakmış. konuşma terapileri görerek bu görüşlerini kendi sesinden aktarmaya başlamış ve sonucunda, bu radikal görüşleri sebebiyle, rockefeller medyası makalelerine ve konuşmalarına yer vermemeye başlamış. bu yasağı da rockefeller medyasını diz çöktürene kadar protesto etmiş (başka bir tavır beklemiyordum zaten).

    malnutrisyonu ve körlüğü engellemek için çalışmalar ve araştırmalar yürüten "helen keller international" adlı vakfı kurduktan sonra, kendisi gibi bir çok aktivist ile birlikte, dünyanın en büyük, en örgütlü temel insani haklar ve anayasal hakları savunma örgütü olan aclu'yu kurmuş.
    yani, helen keller körmüş, lalmış, sağırmış ama bunlar sadece fiziksel engellermiş, mühim olan vicdanın engelli olmamasıymış, azimmiş, çalışkanlıkmış, diğerkamlıkmış, yılmamakmış, zor durumlarda dahi konuşabilme cesaretiymiş, özgüvenini fiziksel görünüşünden değil de eğitiminden ve başarılarından almakmış. muhtemelen hiçbirimiz, görüp, duyup, konuşup da, kadın hakları için, sağlık için, temel insani hak ve özgürlükler için onun kadar çok konuşmamış, eyleme geçmemişizdir.

    tabii, o kadar anlattıktan sonra nasıl biri canlanıyor kafanızda bilmiyorum ama benim aklıma hep çocuk gibi sevindiği şu fotoğrafı geliyor. elinde tuttuğu saati takside unutmasından sonra, saat, bilinmeyen kişilerce bir rehineciye bırakılmış. rehineci de saati helen keller'a iade etmiş. 57 sene önce ona hediye edilmiş braille tasarım özel bir altın saatmiş.

  • http://video.haber7.com/…niyeyi-calmaya-calisti-ama

    babamın dükkanının önünde birkaç tane sokak köpeğine bakıyoruz. cadde işlek bir cadde olsa da bu köpekler sadece köpeklerini gezdirmek için dışarı çıkanların köpeğine havlıyorlar. o kadar. o da bölgeyi koruma içgüdüsü ile yapılan bir şeydir herhalde. bunun dışında hiçbir zararları yok.

    havalar çok soğuduğunda üstlerini örtüyoruz yorganla. sağ olsun çevredeki duyarlı vatandaşlar da onlara bakma konusunda bize yardımcı oluyorlar. sahipsiz olsalar da, sokaklarda yatsalar da başıboş sokak köpeği olmaktan uzaklar yani.

    neyse bir gün dükkandayken 40-45 yaşlarında bir kadın ve oğlu köpeğe yaklaştılar. oğlunun elinde telefon vardı. ben de dükkanın içinden onları izliyorum. dükkanda dış mekanı gösteren kameradan onları izliyorum. herhalde foto çekecekler dedim. köpeklerin üstünü örttüğümüz için çok foto çeken oluyordu. onlardandır sanıyordum ama kadın sinsi sinsi yanaşıp, bir hamle ile köpeğin üstüne örttüğüm yorganı çekti. sonra katlayıp uzaklaşmaya başlarken çıktım dışarı ve aldım yorganı elinden. yolun ortasında da kadına bayağı bir söylendim.

    bu olay 2 ay önce yaşandı. bu konuyu buraya açma gibi bir düşüncem yoktu çünkü gerek yoktu. ama bugün buradaki köpeksiz sokaklar istiyoruz başlığını ve içeriğini görünce bunu isteyenlere bir örnek göstermek istedim.

    tabii ki başıboş, saldırgan köpeklerin yetkililer tarafından kontrol altına alınması gerekir. onlara bakmaları gerekir. ama türkiye'de yaşıyoruz. birbirimizi kandırmayalım. daha geçen gün elinde alman kurdu olan bir sığıra bizim köpekler havlayınca, kurdu salıyordu üstüne. gittim elemanı durdurdum. çünkü ona havlayan bizim köpekler yerlerine geçip uyuma pozisyonu almıştı. ama bu sığır buna rağmen zincirini bırakacaktı köpeğin. neden diye sordum. verdiği cevap şuydu: "benim köpeğime havladılar. cevap vermesin mi bu. korkak mı yetişsin". bana aynen bunu dedi. sanki pedagoji okumuş pezevenk.

    kısacası (bu kadar yazdıktan sonra nasıl kısaca olur bilmiyorum ama) olay sadece hayvanlarda bitmiyor. sen insan olan hayvanları bir eğitmeye çalış, ondan sonra yap ne yapıyorsan.

    not: yorgana hallenenlerin bir yorgana muhtaç olacak tiplere benzemediklerinin altını çizeyim. hadi diyelim muhtaçlar, hayvanın dili yok sonuçta. onun üstündeki yorganı almaya çalışmalarını hafifletmez muhtaç olmaları. biz de yokluk çektik ama elimizde olmayanı hırsızlıkla var etmenin peşine düşmedik. ve o kadının elinden yorganı alırken "neden aldın" diye sorduğumda en ufak bir utanma belirtisi göstermedi. böyle bir işe kalkışan utanır herhalde. zaten utanmaya dair bir şey görmediğim için yolun ortasında baya laf söyledim. yanındaki çocuğunun sikinde bile olmadı bu arada olay. telefonda vatzapta mesajlaşmaya devam ediyordu muhtemelen.

    not 2: bazıları kadını "bunu yapacak kadar muhtaç biri" olarak görüyor ama bunu yapacak kadar muhtaç birinin yüzsüz olmaması gerekir değil mi? ben de başlangıçta kadına çok mu yüklendim acaba diye düşünmüştüm ama aklıma utanmadan arınmış yüzü geldiğinde bu düşüncem hemen kayboldu. 3. mesajdaki trolle atarlanmayın ayrıca. ota boka elitist diyor o hıyarzan.

    not 3: insanlığını unutmuş hayvanseverlerden değilim ama hayvanları çoğu insandan daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.

    edit: link güncellendi.

  • ne güzel dünya lan. sezon başı gelip milyonlarca euro parayı kiralık ya da bonservisli oyunculara bayıl. 1 tanesi dahi tutmasın. buna bağlı olarak kendi takımın ligin ilk yarısını küme düşme hattında tamamlasın. ama sen sabah akşam fatih terim galatasaray diye algı kas.

    bir de bu arkadaşa ülke emanet etmek isteyen romantikler var.