hesabın var mı? giriş yap

  • insanların zenginlerle tek ortak noktası bu telefon.

    onun bindiği arabalara binemez.
    yat alamaz.
    onun oturduğu evde oturamaz.
    onun gittiği restoranlara gidemez ama onun kullandığı telefonu kullanabilir. bu da bir bakış açısı.

    belki geliri düşük kişilerin kendini zengin hissettiği tek materyaldir iphone.

  • az önce cüzdanımda bir şeye bakarken, rahmetli babamın yoğun bakımdayken konuşamadığı için söyleyeceklerini yazdığı kağıtları gördüm yine (bkz: yazarların cüzdanlarında taşıdığı garip nesneler/#65366827). ilk satırında "kaç gündür hastanedeyim?" yazıyor. ikinci satırında ise "paray" yazıyor sadece. "parayı nasıl hallettiniz?" gibi bir şey soracaktı büyük ihtimalle, solunum makinasına bağlı halde konuşamazken. ama elini tutup kağıdı gülerek almıştım, sen onu boş ver diye. o kağıtta öylece, silik bir "paray" duruyor hala, hançer gibi bir yokluğun yazıtı gibi.

  • bilginin kaynagi dogrudur degildir o ayri konu. fakat tarih okuyan ve arastiran bir gence aciklama yapmak yerine kibirli bir sekilde cevap vermek hadsizliktir. kaynagini acikla dogruysa cocuk ogrensin, bilmiyorsan ve yanlisin varsa da duzelt.

  • geçmiş zaman...mahalle bakkalının önü...orta yaşlı bi amca tık nefes bakkala girer:

    - benim karı buraya geldi mi?
    -- yoo?
    - hah iyi, ekmek falan alırsa bana yazma!
    -- niye?
    - karı başkasına kaçmış...

    :))) (tek derdin bu olsun be amcam)

  • karşı apartmana yeni insanlar taşındı, içlerinden biri de 90+ yaşlarında, gri uzun ve gür saçları olan bir kadın. camda sigara içerken ilk karşılaştığımda, parmaklarıyla pervaza yapışıp, ağır ağır inip kalkarak bir çeşit saklambaç oynuyordu. kadın deli ve ben, delileri acayip severim. yine sigara içtiğim bir gün, gri kadın bana bir şey işaret etmeye çalışıyor gibi geldi, aramızda yaklaşık 10 mt olduğu için iyice odaklandım ve kadının bana hareket çektiğini gördüm. kolunda 2 kalın altın bilezik şıngırdarken hareket çekiyordu bana, şlak şlak ses geliyordu ve aşırı mutluydu. mutluluğunu bozmak istemedim ve sadece gülümsedim. bu yaklaşık 1 ay böyle devam etti, camdaki deli beni görünce buruşuk yüzünde güller açıyor, o gri saçları elidor çılgın bukleler şampuanla yıkanmışçasına kabarıyor, önce "hey karşıdaki kadın, ben buradayım" dercesine el sallayıp sonra başlıyordu şlak şlaaaaak hareket çekmeye. bazen sırtını dönüp omuz başından elini uzatarak nah işareti de yapıyordu. ben de sakince sigaramı içerken kah hafifçe gülümsüyor, kah aydınlatma direklerini sarsan kahkalar atıyor, deli komşumun kim bilir gençliğinde ne güzel olduğunu, ne canlar yaktığını, şimdiyse bertha mason gibi tıkıldığı balkonda onu hayata bağlayan tek şeyin bana hareket çekmek olduğunu düşünerek efkarlanıyordum. sonuçta hepimiz yaşlanacağız ve delireceğiz. şahsen sir anthony hopkins gibi delirmeyi isterim.
    neyse, cumartesi yine akşamüstü cama sigaraya çıkmıştım, kokumu aldı ya da zihnefendarlık yeteneğine mazhar olmuş, fıtı fıtı geldi. önce her zamanki reveransını yapıp el salladı ve hareket çekme seansına geçti fakat biraz durgundu. onu neşelendirmek için ilk kez ben de kendisine hareket çektim. şlak sesi onunki kadar yüksek ve pürüzsüz çıkmadı ama olsun. önce donakaldı, ulan dedim kadına felç indirdin terbiyesiz, ölmüş babaannen yaşında kadına neden hareket çekiyorsun. sonra aman allahım bir sevindi bir sevindi. kendi etrafında dönmeler, öpücük atmalar. bir süre neşe içinde şlaklaştık. 2 gündür görmüyorum ve aşırı endişeliyim. gidip sorsam ne diyeceğim, "pardon sizdeki gri gandalf'la her gün 3 vakit aşık atışması gibi birbirimize hareket çekiyorduk, afiyette mi acaba" desem mi, kararsızım ya.

    neredesin camdaki nene, nolur geri dön :(

    edit: sabah körü işe giderken, prensesimi gördüm iki kez. mutluyum, umarım cama çıkacak vakti de bulurum.

  • artık zamanının geldiği düşünerek, babama bir sevgilim olduğunu açıklamaya karar verdiğim gün:

    0: baba, şimdi bi şey söliycem sana, gerçi belki daha önce söylemem gerekirdi ama...
    b: hımm, anlaşıldı geliyo bi şeyler, söyle bakalım kızım.
    0: baba benim bi erkek arkadaşım var, okuldan.
    b: hımm, sizin okuldan yani? adı ne? <beklenen bi soru>
    0: hede
    b: hangi bölümden? <tabi bu da beklenen bi soru>
    0: hödö
    b: hadi ya.. gözlüğü var mı? <nası ya?>
    0: var baba? niye sordun?
    b: gözleri adam gibi görseydi seni alır mıydı kızım?
    0: ...

    bu sözler beni değil yanımızda duran annemi ve kardeşimi yardı maalesef.

  • köklü değişikliklerin olduğu, yeni bir rejim ya da sistemin ihdas edildiği yıla verilen ad.

    year zero, anno zero, jahre null ya da bazen year one olarak adlandırılan bu değişikliler kişiye, ülkeye göre değişebilir. mesela keçiören'den gop'a taşındığım 2019, benim sıfır yılımken ve bu değişiklik benim dışımda kimseye dokunmazken, 751 yılında bir ırmağın kenarında yapılan bir muhabere, koca bir milletin din değiştirmesine vesile olabilen bir sıfır yılına dönüşebiliyor! oluyor böyle şeyler, olmuyor değil...

    hatta bazı durumlarda belli bir kişinin özel yaşamındaki sıfır yılı, o kişinin içinde yaşadığı ülkenin de sıfır yılı addedilebilir. hayır hayır 2019'dan değil, bülent ersoy'un pembe kimliğe geçiş yaptığı 1981'den bahsediyorum. aslına bakarsanız ersoy'un iştigal alanı çerçevesinde 1846, 1981'den çok daha mühimi bir sıfır yılı teşkil ediyor. zira sultan abdülmecid devrinde gözden düştüğünü hissettiği için gücenip soluğu mekke'de alan hammâmîzâde ismâil dede efendi'nin hem bu seyahata çıktığı hem de öldüğü yıl olan 1846, klasik türk musikisinin anno zero'sudur. çünkü bir daha bu musikî belini doğrultamamış ve ortalık "bu dükkan dede efendiylen, baba efendiylen filan dönmez" diyenlere kalmıştır. sakın bana zeki müren demeyin kalbinizi fena kırarım. gerçi kırdım da (bkz: zeki müren'in politik ekonomisi).

    neyse, mevzuyu daha fazla sulandırmadan sıfır yılını makro ölçeğe, ülkeler tarihine çekelim ve kendi ülkemizle başlayalım.

    - türkiye'nin monarşiden cumhuriyete geçişi yılı olan 1923, pekâla da bir tür sıfır yılı addedilebilir. hicriden miladi takvime geçilse de, 1923'ü takvimin sıfır ya da ilk yılı olarak dönüştürmekle -bildiğim kadarıyla- kimse uğraşmamış.

    - halbuki fransızlar monarşiyi yıktıkları 21 eylül 1792'nin bir gün sonrasını, cumhuriyet'in ve de fransız devrim takvimi'nin başlangıcı (vendemiaire) olarak kabul etmekte tereddüt etmemişler.

    - fransızlarınkine benzer bir uygulama, çizme'de yaşanmış. italya'nın sıfır yılı sayılabilecek olan 1922'de gerçekleşen roma'ya yürüyüş'ünün ardından faşistlerin iktidara gelmesiyle faşist dönemin (era fascista) başladığı ilân edilip 1922, faşist takvimin birinci yılı (anno ı) olarak kabul edilmiş ve mussolini'nin öldürüldüğü 1945 (anno xxııı) ile faşist dönem sona ermiş.

    - nazi almanya'sının sıfır yılının hitler'in iktidara geldiği (machtergreifung) ve dolayısıyla da üçüncü reich'ın başladığı tarih olan 30 ocak 1933 olduğu açık. her 30 ocak resmi bayram olarak kutlansa da italyanlar gibi yıllara faşist adlar vermeyi tercih etmemiş naziler. berlin'in düşüşünden bir kaç yıl sonra 1948'de çekilen bir filmin adı ise hayli ilginç: germania anno zero.

    - sıfır yılına ilişkin en kallavi ve de acımasız adımlar kamboçya'da adılmış ve kızıl kmerler'in iktidara geldiği 1975 yılından öncesinin bütünüyle toplumsal hafızadan yok edilmesi arzulanmış. koca bir ülkeye reset atan pol pot, 75 öncesini hatırlatan her şeyi (ülkenin adını, dini, aileyi, özel mülkiyeti, şehirleri, fabrikaları, hastaneleri) ya yasaklamış ya da değiştirmiş. hatta kitap okumaya delalet ettiği için gözlüğü yasaklamış! sıfır yılından itibaren kamboçyalıların adı yeni "neak phnoe", yani yeni insan! abv! izlemesi zor olmakla birlikte "year zero: the silent death of cambodia" adlı belgeseli buraya bırakayım https://youtu.be/wam7smxmu2m

  • link
    satır başları:
    *kaftancıoğlu'nun bugün yaptığı açıklamaya cevaben: "81 il başkanının aynı fikirde olduğunu düşünmüyorum. açıklama dört il başkanına ait"

    *muhalefet bileşenleri olarak 21 yıllık iktidarın en zayıf olduğu bir dönemde hem meclis hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybettik.

    *vatandaşın değişim talebine cevap veremedik. iktidar değiştirecek bir güven ve umut yaratamadık.

    *çaresizlik ve ümitsizlik türkiye'yi, giderek muhalefetsiz bir otoriterliğe doğru sürüklüyor. dünya örneklerinden biliyoruz ki, muhalefetin etkisiz ve zayıf olduğu demokrasiler yaşayamaz.

    *muhalefetsiz rejimlerde vatandaşlar iktidarların merhametine terk edilir. toplum bizden esaslı bir değişim bekliyor. bu değişimi gerçekleştiremezsek ne vatandaşların beklentisini karşılayabiliriz ne de bulunduğumuz mevzileri koruyabiliriz.

    *bir bütün olarak kendimizi, partimizi, muhalefeti yeniden inşa etmemiz en acil ve en hayati ihtiyaçtır. sadece vitrinimizi ve söylemimizi değiştirmek yetmez.

    *değişime direndiğimiz her dakika toplumla aramızdaki mesafe açılıyor. muhalefette yaşanacak yenilenme yeni bir ittifak mimarisinin kurulmasının da anahtarıdır.

    *değişemeyen ve dönüşemeyen bir muhalefet iktidarı da değiştiremez. ülkeye demokrasiyi getirebilmek için önce kendimizi değiştirmeliyiz.

  • sosyal yardımı acun yapıyor, adaleti müge anlı sağlıyor. devlet de bizim gibi televizyondan izliyor galiba bunları..