hesabın var mı? giriş yap

  • yapılmış en aptalca dalgınlık demeyeceğim, en aptalca aptallık ablamın kocasından geliyor;
    üst komşu bir gece karısını dövüyor, ablamla eniştem duruma müdahele edemeyip polisi arıyorlar, eniştem adresi veriyor. sirenler, polisler derken ablamın kapısı yumruklanıyor "aç, polis" deniliyor. bizimkiler şaşırıyor, ihbar eden kendileri, kapıyı açıyorlar, polis "şikayet var sen içeri git" diyor enişteme, sonra ablama "bu adam size şiddet mi uyguladı?" gibi sorular soruyorlar, anlaşılıyor ki bizim zeka küpü enişte adresi verirken kendi daire numarasını vermiş polise. bu sırada polisin gürültüsüne karısını döven adam da geliyor, bizimkiler diyemiyorlar polise "biz değiliz, onlar" diye çünkü adam merdivenlerden izliyor olayı. allahtan bizim enişte tekar arıyor karakoldan bir arkadaşını da, durum açıklığa kavuşuyor. yine de polis evden ayrılmadan önce enişteme "gözümüz üzerinde, dikkatli ol" mesajı vererek gidiyor.

  • bu adamın ismini duyunca aklıma iki anı gelir. nedense anlatasım geldi.

    birincisi sanırım young boys maçıydı. izmir'de bir kahvehanede izliyordum. 0-1 gerideyken bu adam fırlayıp ceza sahasının içine girdi. sanıyorum fenerbahçe'nin ilk ciddi pozisyonuydu, kahvedeki herkes 'düş yere', 'atla ulan' diye bağırmaya başladı. stoch sanki bizimkileri duymuş gibi bıraktı kendini yere. ardından ikinci sarı kartını alıp oyun dışına atıldı. kahvede atla diye bağıran adamlar bu sefer ana avrat sövmeye başladı. çok ilginç bir manzaraydı.

    ikincisi gençlerbirliği maçını antalyada bir otelde izliyordum. stoch ceza sahasının dışından birkaç şut denedi ama isabetli olamadı. önceki maçta türkiye milli takımına güzel bir gol atmıştı. izleyenler 'ulan anca türkiye'ye atarsın, bize gelince böyle vurursun' minvalinde bir şeyler söylemeye başladı. birkaç dakika sonra stoch fifa puskas ödülünü alan, yılın en güzel golünü attı.

  • "şunu hemen söylemeliyim ki, benim ya da diğer ateistlerin din karşısında ara sıra takındığımız bu düşmanca tavır sadece kelimelerle sınırlıdır. ben ilahiyat kaynaklı bir anlaşmazlık yüzünden hiç bir yere bomba atmayacağım, kimsenin kafasını kesmeyeceğim, kimseye taş fırlatmayacağım, kimseyi çarmıha gerip yakmayacağım, kimseye işkence etmeyeceğim veya gökdelenlere uçakla çarpmayacağım." sözünün sahibi.

  • tadına bakıp "1963 basra körfezi" dedim, pompacı gülümseyerek "ağzınızın tadını biliyorsunuz efendim" diye cevap verdi.

  • son zamanlarda bu kadar mantıklı söz pek duymamıştım. 3 katlı binaları üniversite , 3+1 daireleri fakülte veya sınıf ilan eden eğitim pazarlamacılar inşallah bir an evvel defolup giderler.

  • iki açıdan kısaca değerlendirmek istiyorum, biri öznel deneyimime dayanıyor, diğeri daha çok sosyokültürel anlamıyla ilgili. ancak temelde ikisi iç içedir.

    türk, espresso, americano, filtre vb. kahvelerden bir ya da birkaçını içmeden günü geçmeyen biriyim, bunun yanında farklı kafelerin kendilerine has farklı kahve sunumlarını da deniyorum. istanbul'un farklı semtlerinde, hatta istanbul dışında farklı birçok kafeye girmiş çıkmışlığım var. temel gözlemim şu:

    starbucks'a dönük temel eleştirilerden olan "çok para veriyorsunuz, altı üstü bir kahve" tespiti esasında starbucks ve benzer kahveci zincirlerinin (nero, kahve dünyası ve caribou coffee ilk aklıma gelenler) hepsini kapsamak durumunda, aralarında bahsettiğim kahveler bağlamında büyük bir fiyat farkı yok, sadece ziyadesiyle malzemeli, sütlü, şuruplu ürünlerin (normal bir kafede "altı üstü bir kahve" sayılmayacak ürünler bunlar) büyük boyutlarında fiyat daha fazla gibi ama diğer zincirlerde de muadil ürünler ilgili tespitin sahibine ucuz görünmeyecek ölçüde. kaldı ki, üçüncü dalga kahvecilerde de durum farklı değil, kadıköy ve karaköy ağırlıklı olmak üzere gittiğimiz bu tür kahveciler de kendilerine has özel ürünler için nispeten az para alıyor değil. fiyat politikası bağlamında genel bir eleştiri yapılabilir, starbucks özelinde böyle bir eleştirinin haksız olacağı kanaatindeyim. elbette iş hanlarındaki çaycılarda 2 liraya nescafe içmek mümkün, ancak aynı mantıkla 50 kuruşluk nescafeye de 2 lira verilmez ya da insanlar nescafe içmek istemeyebilir.

    kimi insanların starbucks'a girip çıkarken, hatta içindeyken tuhaf davranışlar sergilemesi, havaya girmesi, vb. durumların senelerdir herhangi bir örneğini görmedim, ki dediğim gibi, birçok kafeye ama özellikle de starbucks şubesine girmiş çıkmış biriyim. belki ilk dönemlerinde olan bir durumdu, birileri böyle bir mekanı statü kanıtlama aracı olarak gördü ve buna göre davrandı, ancak ne starbucks'ın artık böyle bir araç olabilecek kapasitesi ne de buna "düşebilecek" insan kalmış olmalı. neticede bir yerde en az 4.50 liraya yüksek statü sahibi olunduğunu göstermek mümkünse, bu gösterimden etkilenecek insanın tüm bu yaşam tarzından tümüyle uzak olması ve bir o kadar ona öykünmesi gerekir, ki bunun karşılığı 4.50 lira olabilsin. mümkün değil. ilgili tespitin bir önyargıdan ya da eskimiş uğursuz bir trendden kaynaklandığını düşünüyorum. kaldı ki birileri starbucks kahvesi ile yüksek statüsünü göstersin, bunda ne sakınca var? herkes statüsünü herhangi bir şekilde belli etsin, ekşi'ye entiri bahanesi olur.

    starbucks'ın sosyokültürel tarafına geçeyim. bir yere gittim, acil kahve içmem lazım, starbucks ve başka kahveciler var, hangisini tercih ederim? kişisel olarak cevaplıyorum: diğer kahvecilerle ilgili olumlu deneyimim yoksa her koşulda starbucks'ı tercih ederim, moda'daki mambocino ve nero'yu aksi duruma örnek olarak gösterebilirim, zira bilhassa ilkinin mekanı dar olmasına rağmen kahve çekirdekleri ve sunumları gerçekten iyi. peki, niye starbucks'ı tercih ederim? birçok şubesinden edindiğim tecrübeye göre, temel gerekçem starbucks'ta belli bir ölçünün tutturulmuş olması ve kahve konusunda macera istememem. fiyat, tat ve mekan bakımından üç aşağı beş yukarı neyle karşılaşacağımı biliyorum.

    bazı ekonomist-psikologlar bu durumu genel olarak "starbucks güveni" şeklinde özetliyormuş. ne yiyip içtiğimize, ne zaman çalıştığımıza ve eğlendiğimize, paramızı ve zamanımızı nasıl harcadığımıza dönük genel yaşamsal tercihler silsilesinin bir parçası olarak starbucks kendi rolünü oynamaktadır. koltuk rahatlığı, beleş internet ve tuvalet (her şubede yok) gibi avantajlar, mekanın çekiciliğini arttırabilir, ancak asıl önemli olan, yukarıda da belirttiğim gibi, starbucks'ın bir macera olmaması, kendi kültürünü bir güven unsuru olarak sunuyor görünmesidir.

    bunun kapitalist bir aldatmaca olduğunu düşünebilir ve savunabilirsiniz, muhtemelen haklısınızdır, ancak bu, rakipleriyle kıyaslandığında starbucks'ın bulunduğu kulvarda başarılı olduğu gerçeğini değiştirmez. nitekim batıda starbucks'a dönük, aynı aldatmacaya dayalı olarak, rakiplerini yuttuğu yönünde bir eleştiri de vardır. ferrel's - fraedrich'in "business ethics. ethical decision making and cases" çalışmasına baktım batıdaki starbucks değerlendirmeleri için, orada diyor ki, "starbucks'ın düşüncesi şu: eğer kahvemizin tadını seviyorsanız, bizim pop kültürdeki tadımızı da seveceksiniz." bu tat, yukarıda da dediğim gibi, genel yaşamsal tercihler silsilesinin bir parçası. bir noktadan sonra bir davranış tarzı olarak kişisel karakterin de bir parçası, evet, youtube'dan da müzik dinleyebilir, mp3 indirebilirsin ama bazı insanlar spotify'a aylık para veriyor. kahveni çekirdek olarak alıp evde çekerek bir ay boyunca işe gitmeden önce kendi kahveni içebilirsin ama bazı insanlar işe giderken starbucks'a uğrayıp para veriyor, bu anlamsız bir tercih değil, kurulu ekonomik sistemde konfor ve güvene dayalı, muhtemelen aldatmaca dolu, anlamlı bir tercih.

    son olarak, 10 sene önce de ekşi'de böyle konular tartışılıyordu, hala tartışılıyor, kalırsa, on sene sonra da tartışılır. bunda hiçbir sorun yok, sorun starbucks'ta artislik yapanların olduğunu düşünenlerden çok "altı üstü kahve lan, amma çok tartıştınız, isteyen alır, istemeyen almaz" yılgınlığına gömülmüş insanlarda. bu tür yılgınlar beraberiyet kurulamayacak insanlardır, kahveyi sütle içerler, çaya şeker atarlar.