hesabın var mı? giriş yap

  • zamaninda $arkilarindan birinde 'kapansin camiler,açilsin meyhaneler' cümlesi geçtigi için kasetleri toplatilan ve bu yonünü de çogu kimsenin bilmedigi arabeskçimiz,babamiz.

    $u yukardaki cümleyi en keskin radikal tavuklar bile soyleyemedi diye biliyorum ben,yanli$im varsa düzeltin agam.

  • 2 ay önce tekrardan seferlere başlayan ama halen zorbalıklarla karşılaşan firmaya destek olacağımız kampanyadır.
    bilindiği üzere ankara'nın değerli belediye başkanı, esenboğa havaalanına ulaşım için kullanılan pazarı tek başına domine etmek için havaş firmasına yapmadığını bırakmadı.
    sırf benim karşılaştığım bir kaç köpekçe oyun bile oynandı. (havaş aracına polis çevirmesi yaptırmak, müşterileri uçaklarına 15 dakika geç bıraktırmaya çalışmak vs..)
    bunun yanında kendi sundukları belkoair tamamen dolmuş mantığında çalışmakta, kafalarına göre güzergah uydurmaktadırlar.
    daha dün karşılaştığım olayda; şöföre soruyorum kızılaya uğruyor mu zamanım az ona göre hareket edeceğim diye, bilmiyorum vs.. diyor. amk 5 dakika sonra yola çıkacaksın senin güzergahın nasıl belli oluyor? sonra uğramaz diyor, sonra yolda telefon gelip kızılaya dönüyor ve ben kavga ediyorum bütün çalışanlarla. uçağa saliselerle yetişsem bile yaşadığım sinir harbi beni 2 sene yaşlandırıyor.
    dönüşte bir baktım, kapıda o özlem duyduğum havaş aracı duruyor. abi dedim hayırdır; 2 ay önce başladık ama halen zorbalık yapıyorlar bize, istediğimiz güzergahtan gidemiyoruz, çevre yoldan gidiyoruz dedi. (40 dakikaymış bilginiz olsun.)
    senin ağzını burnunu yerim diyerek havaşa atladım.
    şer..sizlere 5 kuruş daha kaptıracağıma, bundan sonra her zaman havaşa bineceğim.
    siz de 1 kuruşunuz bile bu yolda gitmesin diyorsanız;

    ankara aştiden; yine yarım saatte bir; 154 no lu perondan.. (gelen otobüs peronu.. şer..sizler onda bile en köşe peronu vermiş adamlara)
    esenboğa'da zaten kapı çıkışında. (kaldı ki bu belkoair çalışanları havaalanında müşterileri diğer tarafa çekmek için çığırtkanlık bile yapıyor. gülüyordu havaş çalışanları, şu kepazeliğe bak diye.)

    tamam arakadaş rekabeti anlarım, fiyat avantajı ve kalite sağlar müşteriye. ama bu mafya vari yaklaşım, bu şerefsiz yaklaşıma destek olmayalım lütfen.
    azıcık daha yürüyelim aştide 154 no lu perondan binelim.
    tekrar ediyorum, havaalanı aşti arası 40 dakikadır havaşla. belkoair dolmuşu ile dün 1 saat 10 dakika sürdü
    destkelerinizi beklerim.
    başka bilgi olursa editlerim.

    kullanabileceğim en düzgün dil buydu, kimse kusura bakmasın!

    edit: ücret 8 tl'dir.

    edit 2: aştiden kalkış saatleri çeyrek kala ve çeyrek geçe imiş.

    deep edit: ulan yorumların bazıları cidden komik. hee amk bi siz biniyorsunuz 15 senedir uçağa. lan havaşın tekel olduğu zamanlarıda biliyoruz, herşey tıkır tıkırdı, evet pahalıydı ama hizmetinin karşılığının ederiydi. bunu şimdi çok net görür olduk.

    deep edit 2: ulan belediye geldi belediye geldi fiyatlar acaip ucuzladı diyenler; belediye otobüsünden bahsedersen anlayacağım(55 tane durak olan, 40 dakikalık yolu 1 buçuk saatte ayakta gidebildiğin), ama amk belkoairi bunu 8 lira yaptı zaten, aradaki 2 lira için hayatını verenleri görüyorum. diyecek lafım yok lan size, size her şey reva amk, sürünün amk.

  • bu kadın yıllar önce çok talihsiz bir olay yaşadı ve yıllarca onu unutmaya çalıştı belkide hala unutmaya çalışıyor.
    bir zamanlar yaşadığı kötü bir olayı sürekli buraya servis etmek espiriler kasmak...

    bakın beyler bayanlar hayat her zaman size güzel anılar vermez herşey elinizde değildir çünkü.bir gün süslenip dışarıya çıkıyorsunuz ve yolda yürürken bir araba çarpıyor o kazada ayağınızı ve elinizi kaybediyorsunuz olur mu olur.
    aradan yıllar geçiyor ve siz bu kazayı unutuyorsunuz ama düşmanınız ( düşman bile yapmaz) o kazayla ilgili sürekli espiri yapmaya çalışıyor sizce nasıl hissedersiniz?
    biraz empati yapın .

  • 7 öğrenci bir eve doluşulur. sürekli "gürültü yapıyorsunuz" "eve geç geliyorsunuz" "merdivenlerde ses yapmayın" "bu kadar kişi eve doluşmayın" uyarılarıyla rahatsız eden apartman sakinleri, "gaz kaçağı var siz iyi misiniz" diye sormaz. tüm öğrenciler ölür. ertesi gün "zaten içiyorlarmış" denir.
    öğrenci evinde yaşanabilecek en dumur olaylar bunlardır.

  • saygı değmeyen vatandaş okur belki
    troll olduğunuz belli de gençler yalan ile beslenmesin diye yazalım

    * kuva-yi milliye ortak bir tepki olarak bir çok yerde başladı. organize hale getirildi, ordu kuruldu.
    * başta kalan tek düzenli ordu doğu anadolu'da kazım karabekir'indi. doğu'da milis güçten ziyade daha çok düzenli ordu hakimiyeti vardır. ermenileri bertaraf etmiş, batıdaki mücadelenin kafa olarak rahat yürütülmesini sağlamıştır.
    * güneydoğu'daki kuva-yi milliye'ye ekipman ve teknik destek yardımını ugandalılar yapmadı. ayrıca orada subaylar da vardı. bölgedeki kuva-yi milliye güçlendirildi ve organize edildi.
    * ege,marmara, karadeniz ve doğudaki rum ve ermenilere her türlü desteği veren batı ittifakıdır. karşında yalın bacak, tek başına, kendi imkanları ile mi yer aldı bunlar?
    * vali ile yönettiğini söylediğin yeri kurtuluş savaşından 100 yıl önce osmanlı kaybetti. ege işgali de osmanlı'nın kaybıdır. hesabını onlara sorarsın.
    *işgal edilen yerlerdeki paylaşıma göre de kaç düvel ile mücadele edildiğine bakarsın.
    * karşılıksız yardım almamak için açken bile rusya'ya buğday gönderip öyle silah alıp, zar zor düşman ile başabaş bir orduyu kurabilmek bir başarı iken, herkes işgal edilen yerleri kabullenip, elde ordu kalsın diye uzun vadeli direnişi savunurken ( öyle olsa yunan'dan ve diğerlerinden toprağı nah alırdın), ben bu ordu ile zafer alırım demek mucize gibi. çünkü o dönemki savaş şartlarına göre savunmayı kırman için düşmandan fazla olman lazım (1e 3 oranında olması lazım). ama sen anca başabaş bir ordu kurabilmişsin.
    * 200 yıldır savaş kaybeden, savunmada kalmayı öğrenen toplumu,orduyu bir de bu kadar güçlü bir ittifaka karşı savaşmaya ikna etmiş ve orduyu da hücum edecek zihniyete kavuşturmuşsun. 6 ay boyunca yerinden bile oynamaz denilen ihsaniye savunma hattını 1-2 günde yerle yeksan etmişsin.
    daha sayamayacağın bir milyon tane zorluk ve yokluk şartında zafer almışsın. girdiği topraktan çıkmayan, dönemin süper gücü ingiliz'i istanbul'dan atmışsın.sonrasında masada olabilecek en iyi sonucu almışsın.
    ama 100 yıl sonra baaaazı at organları çıkıp sana sallayabiliyor işte.
    batı uşağı, yunan hayranı feslinin izinden gitmeyin. bilgisizce de sallamayın.

  • aile hekimliğinin zorluklarından biridir gezici hizmet. mesleki jargonu mobildir.

    evet ortada bir hizmet vardır ama devletçe içeriği belli değildir. türk işi yani. her ilde farklı şekilde uygulanır. kimi köye gider ilaç yazar, kimi aşı yapar, kimi yatan hastalara bakar, kimi de hiç gitmez gitmiş gibi yapar.

    yıllar önce bulunduğum doğu ili genelinde, ailelerin maddi ve coğrafi imkansızlıktan hastaneye ulaşması zor olduğundan, aşı-izlem gibi uygulamalar yapılıyordu mobilde. biz de giydik önlüğümüzü, gittik aşı ve izlem yapmaya. tabi köyde bir korku havası, beyaz önlüğü gören çocuklar kendini oradan oraya atıyor.

    bir evin kapı girişinde aşı yaparken, arkadan birinin yaklaştığını hissettim, sırtıma dokundu. dönüp baktığımda önünü ilikliyordu yaşlıca bir amca. doğu şivesi ile "hocam çok yaşlı bir babam var, ölüm döşeğinde ama rica etsem bir tansiyon bakar mısın, çok üzülüyorum." dedi.

    zaten hayır demezdim ama bu nezaket karşısında bekletemedim bile. aile sağlığı çalışanı aşıları yaparken ben de gittim dedeye bakmaya. yürürken oğlu, dedenin ne kadar dindar olduğunu anlatıp durdu. 10 yıldır yatıyormuş kısmı felçli ve 10 yıldır sürekli tesbih çekip dua ediyormuş. geldiğimizde ben dedenin olduğu odaya girince, oğlu da terlik getirmeye yandaki evine gitti.

    köyde yaşayanlar bilir, evin dışında ufacık bir odada yatıyor dede. giriş kapısı 170 cm. penceresi yok. her taraf yeşile boyanmış, kapı bile. köşede hafif bir yükselti kenarında delik, hem tuvalet hem banyo. duvarda dedenin, siyah beyaz flu askerlik fotoğrafı ama tavana sıfır :) bir de üzerinde bilmem ne ticaret yazan, kenarları iğrenç kırmızı plastikten kare şeklinde ve çok ses çıkaran saat, tabi o da tavana sıfır. sanırım bir de kuran var başucunda asılı. yerler plastikten yapılmış ahşap desenli örtü (bkz: marley) ama zemin düz olmadığı için taşlar batıyor ayağa. ve yaz günü bile soğuk yerler.

    aklımda soru işareti. 10 yıldır televizyon olmayan odada ölmeyi bekleyen dede. sıkılmadan bunalmadan. sürekli yorgan altından tesbih çekerek 10 koca yıl.

    yer yatağına uzanmış, arkası dönük, üstünde 5 kat yorgan.

    yatağa yaklaşıp dedeyi uyandırmak adına silkeledim. "dede, dedee, deeeeddeeee"

    hafiften hareketlenir gibi olunca, ben de arkamı döndüm çantadan tansiyon aletini almak adına.

    o sırada bir hızlı hareket oldu dededen. ne olduğunu anlamadım. birden doğruldu, ben de hızlıca anlamak için ona doğru dönünce göz göze geldik. gözlerini sonuna kadar açmıştı. ve susuz kalıp çatallaşmış sesine rağmen bağırdı bana.

    dinim islam, kitabım kuran, peygemberim muhammed aleyhisselam.

    olayı anladım ama gülmekten konuşamıyordum. dede sınavına çok iyi çalışmıştı ama muhtemelen beyaz önlük yüzünden kafası karışıp, cevapları yanlış zamana denk getirmişti. hani yetkim olsa alırdım cennete. o kadar kesin, kararlı, inanmış söyledi. sonra bende beklediği azraili mi bulamadı yoksa farkına mı vardı bilmiyorum arkasını dönüp yine yattı.

    bir iki ay sonra da zaten defin raporu için geldi oğlu.

    dedem umarım cevapların doğrudur. ne güzel şey değil mi, böylesine inanmak :)

  • 1935 yılı oscar ödülleri sadece 16 tanedir. kendi dalında 12 adaylığa gösterilecek olan bu film beş tane ödül kazanmıştır. bugüne kadar beş veya daha fazla ödül alan filmlerin sayısı sadece iki sayfalık bir listeye sığdığı düşünüldüğünde filmin romantik komedi türünde en iyilerinden olduğunu söyleyebiliriz. bazı sahneleri ve replikleri o kadar güzeldir ki, tekrar başa sarasınız gelir. gecenin bu vakti, şu ankara soğuğunda içimi ısıttı.

  • 7 haziran mhp (nickten de anlasiliyor sanirim)

    1 kasim chp

    arkadas.. sustuk sustukta artik buramiza kadar geldi. sen kiytirik halinde hicbir sey yapmadan 3. parti olmussun, milletvekili sayin 4. partiyle ayni.

    kilicdar ayagina gelmis, basbakanlik teklif etmis, 1 sene sursun 6 ay sursun onemi yok. yapsana ya koalisyonu, al bakanliklari ac eski defterleri. kimin ne yolsuzlugu varsa acima birak yargiya hesap versinler.

    bu kadar pislik aciga cikinca don millete, yeniden oy iste.

    ama yok. sen ne yaptin haci? anca kulustur arabada ferdi tayfur dinle.

    sirketim olsa ve benim calisanim olsan 50 kere kovmustum seni.

    3 nesillik gelenegi bozma pahasina da olsa oy moy yok sana. kusura bakma.

  • 5000 lira para alıp mekanın reklamını yaptığı şeklinde, gördüğüm en adi iftiraya maruz kalmış insan. programı yapan insanlardan biri olarak şunu söyleyebilirim. değil para almak bazen para verdiğimiz bile oldu.. çekim yaptığımız yerin hesap almama ısrarlarını aşıp hesap ödediğimiz de.. ben dahil vedat milor ve tüm ekip ısmarlanan yemeğe bile mahçup olurken bir kendini bilmezin oturduğu yerden saçmalaması hiç bilmediği halde yorum yapması, iftira atması ekşi sözlüğün alehinde konuşanları ne kadar da haklı çıkarıyor maalesef.

  • office'in en öngörülemez karakteri. tam bir wild card. ve bence göründüğünden daha derin bir karakter.

    diziye ilk başladığında bugüne kadar gördüğün hiçbir karaktere benzememesi ile ve belki biraz da diğer karakterlerin tepkilerinden etkilenerek en nefret ettiğin karakter oluyor. iğrenç espriler yapan, inanılmaz cahil biri gibi geliyor insana önce. o konuşurken duvarlar üzerine geliyor. yeter be adam diyorsun.

    biraz daha iyi tanıyınca özünde kötülük olmadığını anlıyorsun. aslında kullandığı kelimeleri kötü niyetle kullanmadığını, yaptığı şakaların çoğunlukla herhangi bir gizli anlam içermediğini anlıyorsun. tek istediği yaptığı şakalara gülünmesi olan dışlanmış bir adam görüp üzülüyorsun.

    ve sonra insanların michael scott'a biraz haksızlık ettiğini düşünmeye başlıyorsun. şakaları sosyal açıdan uygunsuz olsa da daha iyisini bilmediği için böyle şakalar yaptığını anlıyorsun, ve onları göz ardı etmeye alışıyorsun.

    sonra, michael scott'ın çocukluğuna ve kişisel yaşamına biraz daha eğildiklerinde taşlar yerine oturuyor ve onu sevmeye başlıyorsun.

    benim için michael scott'ın karakter gelişiminde ve izleyici üzerinde uyandırdığı hislerin belirlenmesinde birkaç kırılma anı var.

    --- spoiler ---

    en önemlisi bence çocukların işe geldiği bölümde onlara izlettiği kaset. michael'ın bu garip kişiliğinin çocukluktan beri devam ettiğini ve sebebinin de akranları tarafından dışlanması olduğunu anlıyoruz.

    çocukların acımasızlığı ile başlayan bir süreç sonunda 40lı yaşlarda bile iletişim kuramayan, tek istediği şakalaşıp eğlenebileceği arkadaşlara sahip olmak olan bir çocuk adam olmuş michael.

    belki de hep dışlanıp hor görüldüğü için sosyal ortamlarda nasıl davranması gerektiğini kavrayamamış. işinde başarılı olup terfi alması bile insanların saygısını kazanmaya yetmemiş.

    kafamda kaldığı kadarıyla, sanırım ilk kez bu bölümle michael için üzülüyor ve onu anlayıp ona sempati beslemeye başlıyoruz.

    kronolojik olarak doğru olmayabilir ama sanırım bu sıralarda, belediye ile işi bağlamak için jan ve michael belediyeden bir adamı yemeğe çıkarıyorlar. bu bölümde ilk kez michael'ın satış elemanı olduğu yıllardaki performansı hakkında ipucu ediniyoruz. ve iyi bir satış elemanı olmasının şans veya rastlantı olmadığını, michael'ın satış yaptığı insanları iyi tanıyarak başarılı olduğunu görüyoruz. aslında göründüğü kadar aptal biri olmadığını jan ile birlikte fark ediyoruz.

    daha sonra, kampa davet edilmediği için kendi kendine kampa gitme kararı aldığı bölümde de ilk kez michael scott'ın aslında gerçekten de iyi bir patron olduğunu anlıyoruz.

    ofisi idare etsin diye bıraktığı jim, her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor ve michael scott'ı michael scott yapan sahnelerden biri bence geri döndüğünde konferans odasında jim ile yaptıkları konuşmadır.

    o konuşma sonunda fark ediyoruz ki michael aslında kafasına göre hareket eden boş beleş biri değil. birlikte çalıştığı insanları da öyle ya da böyle tanımış, deneyimli bir yönetici. insanlar için sağlamaya çalıştığı bir iş ortamı var. orası gerçekten de onun ailesi gibi.

    sonra, jan'in dava sürecinde yaşadığı şeyler ile de, o güne dek yaptığı işi çok gördüğümüz (veya daha fazlası olamaz zaten dediğimiz) michael'ın aslında çok daha iyi yerleri hak eden bir karakteri olduğunu görüyoruz. bütün hayatını ona hiç saygı duymayan bir şirkete adamış ve hiç karşılığını alamamış bir çalışan.

    ve son olarak holly'nin gönderilmesini telafi etmek için yolladıkları kanada gezisi dönüşünde david wallace ile telefonda yaptığı konuşma çok önemli.

    bütün sadakatini sunup karşılığında bir tutam saygı beklediği şirketin ona karşı olan düşmancıl tutumunu fark ettiği o andan sonra daha başka bir michael var.

    o ana dek hep insanlara değerini anlatmaya ve kendini kabul ettirmeye çalışan biriyken o andan sonra kendi değerinin farkına varıyor michael.

    çünkü gerçekten de dunder mifflin michael scott'ın ne kadar yüksekten uçabileceğini bilmiyor.

    kendi şirketini kurma macerasından sonra geri döndüğünde kendini kanıtlamış biri olarak dönüyor.

    --- spoiler ---

    biri benden michael scott'ın özetini istese bu sahneleri izletirdim.

    her şeye rağmen michael hep biraz sinir bozucu bir karakter olarak kalıyor ama michael'ın kafasının çalışma şeklini çözdükten sonra onu öyle kabul ediyor ve ona karşı bağışıklık geliştiriyorsun.

    ve michael'ın olmadığı bir ofisin ne kadar kötü olduğunu ise maalesef izleyip görüyorsun.

    michael scott ilk lokmada nefret edip sonra vazgeçemediğin bir yemek gibi. bazen onu yemekten sıkılsan da onsuz bir hayat düşünemiyorsun.

    bu arada, bazen steve carell'in mimiklerini donald trump'a benzetiyorum. neden bilmiyorum.