hesabın var mı? giriş yap

  • feraye (yorgo'nun üstündekileri tek tek tanıtarak): pantalon... romadan! ayakkabılar... milanodan! gömlek... floransadan!
    ihsan: göbek... lahmacundan!

  • başlığı böyle açtığım için özür dilerim ama türkiye'de adalet bir süredir böyle yürüyor sanırım.

    olayla ilgili görüntünün de olduğu tweet'i buraya bırakıyorum, entry'nin devamında vaktinizi almamak için bu flood'u kopyala-yapıştır yapacağım:
    https://twitter.com/…k03/status/1105560973186908160

    --- spoiler ---

    27 aralık 2018 tarihinde ıraklı irfan jasim wali wali aşırı hızlı kullandığı range rover araç ile kırmızı ışıkta geçerek abime çarptı.

    abim 40 metre savrularak hayatını kaybetti

    abimin katilini bugün ilk duruşmada serbest bıraktılar

    olay günü emniyetteki ilk ifadesinde babamın karşısında bacak bacak üstüne atıp telefonuyla oynamış ve hiçbir pişmanlık emaresi göstermemiş

    polisin “bu ne rahatlık” uyarısına “beni çıkartmak için bekleyen kaç avukat var biliyor musunuz”demiş

    bugün duruşma çıkışında abimin katilinin beraberindeki 40 kişi bana ve aileme saldırdılar.

    annem ve ablam saldırgan grubun arasında kaldı.

    benim yakama yapıştılar, babama ise ‘yumruk’ attılar.

    abim 30 yaşında bu insan müsveddesi tarafından öldürülmüşken, bugün mahkeme tarafından salıverilmesini ne ben ne de ailem kabul edemiyoruz

    bu yüzden buradan sesimizi duyurmak istedik

    siz de lütfen #süleymanöztürkünkatilitutuklansın yazarak sesimizi duyurmamıza yardımcı olun

    --- spoiler ---

    ben yorum yapamadım, konuyla ilgili bilgim de bu kadar:

    bugün ilk duruşma olmuş, yeşil ışıkta karşıya geçerken öldürülen kişinin ailesi normal bir şekilde duruşmaya gitmişler. katil ise kalabalık gelmiş ve aileye saldırmışlar. baba yumruk yemiş. darp raporlarını alıp şikayetçi olmuşlar. ıraklı katil şu an serbest.

    edit 1: yazmayı unutmuşum, çarpma olayının kamera görüntüleri var. duruşmada sunulmuş.

    edit 2: katilin şu an yurt dışına çıkma yasağı var. yarın serbest bırakılmasına itiraz edilecekmiş. o yüzden kamuoyu oluşturmak önemli.

    edit 3: bir yazar hangi mahkeme diye sormuş, buraya da yazayım; gaziosmanpaşa 15. asliye ceza mahkemesi 2019/95 esas numaralı dosya.

    edit 4: 28 mayıs’ta, saat 10'da 2. duruşma olacakmış.

    *merak edilen bir konu varsa sorabilirsiniz, bilgi alabildiğim kadarıyla burayı edit'leyeceğim.

  • nasıl ki eski zamanlarda zengin insanlar hayır olsun diye köy arası yollara, belirli noktalara hayrat yaptırdıysa. yani çeşme yaptırıp o insanların susuzluğunun giderilmesine, serinlemelerine çare olup sevap kazandırdıysa, aynı olayın 21. yüzyıla uyarlaması.

    belirli noktalara bir wifi router, modem konulup, üzerine artık aynı çeşmelerdeki gibi bir mermer ile, taş ile mehmet efendi hayratı gibi yazılar yazılsa, ruhuna el fatiha dense filan. ismi de mehmet efendi hayratı olsa wifi'ın ve mesela şifresiz olsa filan. bu gibi hayrına işler yapılabilir belirli noktalarda ve sahipleri de sevap kazanır, öldüyse arkalarından yaptırıldıysa filan da kabir azapları azalır, dua alırlar. degerlendirilmesi gereken bir fikir.

  • bir insan evladının başına gelebilecek en korkunç talihsizliklerden biri. asıl prison break budur işte dostlarım. mağazanın girişinde bulunan ve arasından geçtiğimiz o mendebur zamazingo bazen çalar ansızın... şaşırır kalırız. hiçbir suçumuz yoktur oysa. tişörtüyle olsun, dizkapağına kadar uzanan çiçekli mayo şortuyla olsun yaz sezonunun en gözde ürünlerini almışızdır parasını ödeyip. sevdiğimiz dergileri, dvdleri, kitapları almışsızdır helal paramızla. kimi zaman iki eppek, makarna, yoğurt ve "yaz geliyor, evde geniş geniş, ferah ferah giyilir bu... marka aranmaz ev kıyafetinde... bayaa da güzel lan aslında" şeklinde sinsi sinsi düşünerek migros marka şort alırız, üzerinde alın teri olan ve bir beybi gibi cüzdanımızda özenerek sakladığımız o ellilik, kimi zaman yirmilik banknotlarla.

    bu derdi çeken bilir. winçester arşidükü gibi bir havayla yaptığım nice alışverişin meksika sınırında yakalanan kaçak göçmen gibi bittiğini bilirim. oysa param olduğu zamanlar yaptığım o sevimlilikler, "kaça bölelim?" diye soran kasadaki emekçi dosta yaranmak için en beybimsi halimle "hiç farketmez" deyişim, kasadaki emekçi dostun "iki taksit?" deyince içimden hemen bir hesap yapıp "altıya bölün o zaman" diye rica edişim, kasadaki emekçi dostun bana bakışı... öten bir alarmla dağılan bir dünya. yıkılan hayaller. girilen suçlu psikolojisi.

    insan suçsuz yere alarma yakalanınca belli tepkiler veriyor. ben şahsen ilk seferinde içinde koray mağazasından aldığım üç adet atlet, iki adet don bulunan poşeti hemen yere koyup, dizlerimin üstüne çökmüş ve ellerimi başımın üstünde birleştirmiştim. çünkü birinin "fiiiiriiiz... put di fakin' pekıç devn" diyeceği hissine kapılmıştım. sonradan yozgat'ın sorgun ilçesinden olduğunu öğrendiğim babacan bir yiğido güvenlik görevlisi gelip "bugün o ötüp yattı abi... bozulmuş herhal" deyip kaldırdı beni yerden. sinirim bozuldu, ağladım. don atlet çalan adam konumuna düşmüştüm çünkü. sağolsunlar yüzümü yıkayıp, su verdiler. daha sonra da birkaç kere başıma gelince bu, verilecek en iyi tepkinin sırıtarak ve çalışanlarla beş bin yıllık dostmuş gibi bir edayla kasaya yönelmek olduğunu anladım. tam mağazadan çıkarken arasından geçtiğim o şey dividividiviviviv diye ötünce "ilahi çocuklar" yahut "hey allahım, hem mağazanın sahibiyim hem bana çalıyor alarm ohohoho" şeklinde bir kendine güven ifadesiyle kasaya yönelip sorunu çözmeye başladım. alarm sesini duyunca çömelip ağlamaktan ya da gaza gelip "beni yakalayamayacaksınız aşağılık herifler" diye bağırarak kaçmaya çalışmaktan çok daha olgun bir hareket bu. bir de görüyorum, alarma yakalanınca "acaba rezil mi oldum?" diye düşünüp mağazadakilere kızanlar oluyor, ben yapmadım ama yapanları anlıyorum. nihayetinde ömür törpüsü bir durum bu.

    o alarm cihazlarının arasından her geçişimde hiçbir suçum olmadığı halde "alarm çalarsa ne yaparım?" diye düşünüyorum: acaba şimdi alarm yanlışlıkla çalsa ve çaylak bir güvenlik görevlisi ben durumu açıklayamadan ateş edip beni vursa, sonra başıma toplansalar ve ben ağzımın kenarından s şeklinde akan kanla ve öksürerek cebimden aldığım ürünlerin fişini çıkarsam... masum olduğum anlaşılsa ve herkes ağlasa böyle, üzülse... ben başım sol tarafa düşmeden önce son nefesimde beni kucağında tutup ağlayan güvenlik görevlisine "neden? neden canıtın? neden?" desem o da ağlaya ağlaya "abi benim adım halil ibrahim" dese... işte alarm yanlışlıkla öter korkusuyla hep bunları düşünmek zorunda kalıyorum. mecbur muyum lan ben bu korkularla yaşamaya? mahvoldu psikolojim yeminle...

  • araştırma görevlisi olduğu andan itibaren;

    a) danışman hocasının kadrolu kölesidir. bina içi, binalar arası hatta kampüs dışı, araştırma görevlisi oluşuyla ilgili/ilgisiz her tür ayak işine koşturmakla mükelleftir.

    b) tez izleme komitesindeki diğer hocaların da emir eridir. danışman hocasının yüklediği kadar olmasa da, onların "rica ettiği" her tür işi seve isteye yapmak, sağa sola gitmek zorundadır.

    c) bölümdeki diğer hocalar da denk getirebildikleri anlarda ona iş yüklemekte beis görmeyeceklerdir. zira ülkedeki en güçlü dokunulmazlık profesörlere verilmiştir ve zavallı genç akademisyenimizin tüm kariyeri bu hocaların çoğunluğunu oluşturacağı veya etki altına alacağı jürilere bağlıdır.

    d) hocalar genelde bilirkişilik, ödenekli projeler, danışmanlıklar gibi, asli görevleri olan eğitim/öğretimden çok daha mühim(!) işler peşinde olduklarından, derslere girmekte pek de istekli olmayacaklar ve araştırma görevlimize "hadi sen gir de bugün bir uygulama yapın" falan diyeceklerdir. sınav zamanları gelince de hocalar sınıfa, amfiye 5-10 dakika uğrar, kalan 1 hatta bazen 2 saat boyunca ise araştırma görevlileri ayakta sınavı takip ederler.

    ezcümle; akademik hayatında, iç mekan - dış mekan ayrımı olmaksızın, yaya olarak en fazla kilometreyi araştırma görevlisi olduğu süre boyunca kat edeceği, en çok ayakta kalacağı süre de bu döneme denk geleceği için dayanıklı ve rahat bir ayakkabı seçmek zorundadırlar.

    ne yapaydı? makosen mi giyeydi?

  • nur yerlitaş ilk misafir yarışmacıya sorar:

    - gözlerin lens mi?
    - evet
    - anladım zaten

    ikinci misafir yarışmacıya da sorar:

    - gözlerin lens mi
    - hayır
    - farkettim burdan geçerken

  • dünkü (bkz: 44. altın kelebek ödül töreni)de birbirini alkışlamaya bile erinen insanları bir an gözümün önüne getiren video. her yerinden amatörlük akıyor ama sıfır kibir.

    defne joy foster hala hayatta, herkes içinden geldiği gibi davranıyor. sanki arkadaşları arasında eğleniyorlarmış gibi. ayna'nın, mustafa sandal'ın, sibel bilgiç'in, özlem tekin'in, yaşar'ın, haluk levent'in, ümit sayın'ın yıllarca dinlenecek ve bugünün şarkıcıyım diye geçinen şarkıcılarını her daim gölgede bırakacak şarkıları yeni yeni çıkmış. şebnem dönmez'in hemsimcim olarak ekrana hayran hayran baktırdığı, levent kırca'nın hala yaşadığı ve alkışlarla sahneye geldiği korkmadan siyasi yorumlar yaptığı, ödül verenlerin bile ödül vermesi gereken kişiler olduğu* kısaca törene benzeyen bir tören.