hesabın var mı? giriş yap

  • gertrude stein otomatik yazma denemeleri yapan bir yazardı. böylece zihnin en karanlık köşelerini aydınlatmaya çalışıyor ve dilin, belirgin yapısının insan zihnini ve düşüncelerini yeterince ifade edemeyeceğini düşünmeye sevk ediyordu okurlarını. tender buttons* adlı kitabında "kırmızı güller" hakkında yazdığı şey şuydu; "pembe kesik pembe, bir çöküntü ve satılmış bir delik, biraz daha az sıcak". stein'ın tuhaflıkları ve absürd cümleleri bununla sınırlı değildir.

    dile ve insan hayatına etkilerine ilişkin bahsetmek istediğim şey, onun yapısının zayıflığı ve buna rağmen bilince ilişkin yaptığı baskıdır. günümüze kadar pek çok -izm insanları etkisi altına aldı. pek çoğu insanları farklı şekillerde etkilemişti aslında. her biri insanlara farklı bir yönünü gösteriyor ve en önemlisi her biri farklı bir sorun olarak kendini yansıtıp, bambaşka fay hatlarına yol açıyordu.

    burada bilinmesi gereken şey hemen hiç kimsenin, hatta bir düşünce eğilimini ilk kez belirtenin dahi ona sahip olamamasıdır. hiç kimse belirli bir düşüncede olamaz. çok koyu birşeyizm taraftarı olan birinin, yeri geldiğinde bunu esnetecek ve çok yoğun topluluk duygusuna ve ruhuna rağmen, buna ters düşecek bir espri yapması anı gibi.

    daha özele inelim. psikolojik sorunların isimlendiriliş anı insanı mahvediyor. hiç kimse şizofren, deli, anksiyete veya borderline değil. ne demek istediğimi şöyle izah edeyim. bu kişiler bu psikolojik sorunlara sahip olsa bile öyle değiller. çünkü bu kelimeleri ve bunların ardında gördükleri tanımları duydukça mahvoluyorlar. bunların hiçbiri onlara ait değil. bu kelimelerle ifade edilen şey sadece bir görünüm. ama insanlar tanımları ve dilin hakikatleri yansıtamayan zayıf varlığını gördükçe, bu problemleri, tekleyerek çalışan zihinlerinde çözemeyip, benliklerinin kimyasını bozuyorlar. bir sorunla baş etmenin en mükemmel yolu, bir soruna sahip olmadığını bilmektir. bir hedefe ulaşmanın en güzel yolu o hedefe belli belirsiz koşmaktır; hatta o hedefi unutmak, onu umursamamaktır. daha iyi ifade etmek için logoterapi kavramını ortaya atan viktor e. frankl'ın sözlerine bakalım;

    “başarıyı amaçlamayın. bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece kişinin, kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi olarak ya da kişinin kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır. mutluluğun kendiliğinden olması gerekir, aynı şey başarı için de geçerlidir: ona aldırış etmeyerek, kendi kendine olmasına izin vermeniz gerekir. bilincinizi dinlemenizi ve bilginiz dahilinde bilincinizin sizden yapmasını istediği şeyi yerine getirmek için elinizden geleni yapmanızı istiyorum. o zaman, uzun vadede —uzun vadede diyorum!— başarı sizin peşinizden gelecektir, çünkü başarıyı düşünmeyi unutmuşsunuzdur.”

    bundan 50 sene önce "çiçek çocuklar" ve davaları önemliydi. meşhur karikatürist robert crumb belgeselinde şunlar geçer;

    kameraman: 60'larla bağdaşmış olman oldukça ironik. çiçek çocuk meselesine pek uyum sağlamış gibi görünmüyorsun.

    crumb: denedim! buraya her gün gelir, onlardan biri gibi olmaya çalışırdım. temel amacım, bedava sevgi olayından yararlanmaktı. ama o konuda çok iyi değildim. insanlar narkotikten misin diye sorarlardı. karşılıklı birbirinizi överken sizden uzaklaşırlardı. ben şu an tam da öyleyim.

    janis joplin'in bana verdiği öğüdü hatırlıyorum. "crumb, senin sorunun ne? kızlardan hoşlanmıyor musun?" ben de, "elbette kızlardan hoşlanıyorum, sen ne diyorsun?" dedim. dedi ki, "sadece saçını uzat, saten, dalgalı bir gömlek edin. kadife ceketin, ispanyol paça pantolonun ve platform ayakkabıların olsun." "öyle yolunu bulursun." bunları yapamadım işte. bütün bunlar bana çok aptalca geliyordu, ayak uyduramadım.

    william james, "dil, bizim hakikat algımızın aleyhine çalışır", demiş. çünkü sorunlarımıza keyfi tanımlar koyarak kendimizi sıkıştırıyoruz. bütün bu süreç, sloganlarla, kampanyalarla, konjonktürün oluşturduğu steryotiplerle çözülebilecek sorunlar yumağına odaklanmak belirgin nihai bir amaç gibi görünmeye başlıyor. hemen her şey indirgemeci, pozitif bilimin çözebileceği bir sorunmuş gibi algılanmaya başlıyor.

    bazen hayattaki her şeyin isimlendiriliş anından sonra önem kazandığını fark ediyorum. çünkü zihnimizin arka planında tüm bu sözcüklere bir çözüm üretmeye çalışıyoruz. zaman geçtikçe her şey eskiyor ve unutuluyor deniyor ama baki olan şey dilin ve sözcüklerin bize oynadığı bu oyun. bugün hala bazı şeylerin, diğer sözcüklerle düzeltilebileceği zannediliyor. halbuki sözcüklerin derinine indikçe patafizik de güçleniyor. kenara köşeye bırakılan her tanım, sırasının geleceği zamanı bekliyor.

    birçok defa yaşantımda şu olaya benzer tuhaflıklara şahit oldum: bir keresinde bir kız bana bir şey söylemişti. ona güzel bir şekilde cevap verecektim. aklıma güzel bir cümle geldi. cümlenin ortasında sıradaki kelimeyi söylersem, istediğim güzel etkiyi bırakamayacağımı bir an sezdim. bu nedenle bir manevrayla başka bir kelime kullandım ve başka bir şey söyledim. aslında pot kırmadım. bahsettiğim kelimenin ve bu kelimelerden türemiş skeç tiyatroların marjinal durumları değil. vurgulamak istediğim şey, bu kelimelerin bize unutturduğu ama hayatımızın büyük çoğunluğunu kapsayan, ciddi bir sonla, hasarla veya kahkahayla bitmeyen anları.

    her neyse bu başka kelimeyi söyleyince sohbet, başka türlü akışa geçti. somutlaştırmak istiyorum.

    kız: bu dersten 2 defa kaldım. bu dönemde geçebileceği sanmıyorum.
    ben: (aklımdan geçen, söylemek istediğim) ne kadar çalıştığını gördüm. aa ile geçeceğine eminim.
    ben: (aslında söylediğim) ne kadar çalıştığını gördüm. kalacağını sanmam.

    bu küçük manevranın yarattığı kelebek etkisi umrumda değil. bu bir aşk hikayesi de değil. bu sadece düşüncelerimin akışının belli belirsiz oluşunun, yaşantımın arka planında kelimelerimin beni bazı kalıp laflara yönlendirmesi.

    bu kısa diyalogda, trenin makas değiştirmesi gibi, diyaloğun akışının değiştiğini gördüm. birçok konuşmada da olduğu gibi çok kısa bir an sonra da unttum ki, aslında belki de böyle konuşulmayacaktı. aslında hissettiği söylemeyi ilk başta düşündüğüm şey bile değildi. ama kelimeleri kafamda dizdiğimde, tam kalbimden geçeni de söyleyemeceğimi zaten anlamıştım. cümlemde oynama yaparak hakiki hislerimden temelli uzaklaştım. tüm hislerimi çerçeveleyebilecek bir dil göremiyorum. aslında kalbimden geçenler şunlardı.

    "seni çalışırken gördüm ama aslında bir insanın konuları ne kadar anlayarak çalıştığını bilmek güçtür. saatlerce baktığın kitaplardan hiçbir şey anlamamış olabilirsin. çünkü belki de kafan başka yerdedir. bu tamamen senin konuya duyduğun alakayla ilgili. ayrıca belki de iyi çalışmışsındır ama bu sınavda farklı bir soru grubu ile karşına çıkacak hoca, çan eğrisinin kıl payı altından kalman vs. gibi nedenlerden yine de dersten kalabilirsin. çok belirsiz şeyler bunlar. aslında emeğine saygısızlık etmek niyetim değil, çalıştığını gördüm lafını samimiyetle söyledim vs. vs."

    aslında çok belirsiz bir düzlemde, duygularımdan uzak, kalıp cümleler kuruyorum. hislerde çok büyük derinlik varken, dil, bu büyük düzlemde çok ince bir çizgide ilerliyor. çoğu alan boş kalmış.

    http://postmodernizm.blogspot.com.tr/…rsizligi.html

  • eger bir aile mecburiyetten bu daireye bu kadar para verirse.allah bu toplumu helak eder..vicdansız.bir toplum helak olmuştur zaten.

  • "evlenme hazırlığı içinde olan bir çift trafik kazasında ölüp cennete gider. damat adayı durumu görevli meleğe anlatarak evlenip evlenemeyeceklerini sorar.

    "bir bakayım" der görevli melek. aradan 3 ay geçtikten sonra mağdur çifte: "her şey ayarlandı. sizi evlendirebiliriz" diye müjdeli haberi verir.

    damat adayı peki der; "biz düşündük de, acaba evliliğimiz yürümezse bizi boşayabilir misiniz ?"

    görevli melek gök gürültüsü sesiyle son derece kızgın bir şekilde:

    "siz manyak mısınız? cennette bir imam bulabilmek için 3 ayımı verdim. avukat bulmak ne kadar sürer tahmin edebiliyor musunuz?"

    (bkz: bu da böyle bir anımdır)
    melek olan benim.

  • yeğen (y, yaş 8), ben (b)

    yeğen ile evde baş başa yemek yemekteyken yeğenin ayranını masaya dökmesiyle başlayan diyalog.

    y: olsun dayı.

    ben cevap vermeden masayı silerken.

    y: olsun olsun.

    b: oğlum ayranı sen döktün, teselli için benim sana olsun demem lazımdı.

    y: olsun olsun.

  • ben bekliyorum. 10 yıldır barbie'nin tüm çilesini çektim. tüm masraflarına katlandım. çay fincanlarında çay içtim. mini masalarına sığmaya çalıştım. köpeğiyle pembe arabasına bindirip arkasından el salladım. pipisiz ken'e aşık oldu teselli ettim. gün geldi kaka yapan köpeğinin kakalarını topladık.

    ben bu filme gideceğim ve en çok ben hak ediyorum.

  • 2013'te new york'ta 5.caddedeki apple store'dan iphone 5s satın almıştım. gün boyu bir sürü fotoğraf çektim. akşam olup da otele döndüğümde çektiğim fotoğraflara bakarken her yeni fotoğrafı görüntülediğimde ekranda incecik kırmızı bir çizginin belirip kaybolduğunu fark ettim.
    bu çizgi loş bir ortamda çok dikkatli bakınca gözüküyordu.
    oldukça canım sıkılarak ertesi sabah yine mağazanın yolunu tuttum.
    bir sonraki gün dönüş uçağım var ve telefonun arızalı olduğunu kabul edip tamir edeceklerine olan inancım sıfır.

    mağazadan girdim, frank adlı bir müşteri temsilcisi beni karşıladı.
    durumu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. oldukça gergin ve endişeli görünmüş olmalıyım ki çocuk beni sakinleştirdi. ''şimdi telefonunuzdaki sorunu bulmaya çalışacağım dedi ve gitti''.
    frank müdürüne gidecek, durumu anlatacak, müdürü inceleme formu oluşturun diyecek, formu doldurup bana imzalatacaklar, sonra da bir hafta on gün sonra telefonunuz tamir edildi, gelin alın diyecekler ama ben ertesi gün dönüyorum nasıl olacak bu işler diye düşünürken frank geldi,
    öncelikle böyle bir alışveriş deneyimi yaşadığım için çok üzgün olduğunu belirtti. sorunu zor da olsa tespit ettiğini ve ilk yazılım güncellemesiyle muhtemelen problemin giderileceğini ancak yine de riske atmamak için ürünü yenisiyle değiştireceklerini tane tane anlattı.
    benim telefonumu kutusu ve fişiyle birlikte lastikleyip bana yeni sıfır kapalı kutu iphone verdi. çektiğin bir sürü fotoğraf vardır, onları da yeni makineye aktarayım deyince gerçekten frank'ın elini saygıyla sıktım.

    bunu neden bu başlıkta anlattım. adamların yarattığı bir müşteri memnuniyeti düzeyi var. türkiye'de yaşandığında genpa'nın kollarında ordan oraya heder olurken adamlar sorunu 15 dakikada en alt kadrodaki elemanlarıyla çözüp size 5 yıl sonra bile saygıyla hatırlayacağınız bir anı bırakıyor.

    amazon'un türkiye'ye gelmesi harika bir haber. ama buradaki apple ile oradaki apple arasındaki fark neyse aynısı amazon türkiye için de korkarım geçerli olacak. çünkü gelen markanın bizi yukarı yükseltmesi gerekirken biz markayı aşağı çekiyoruz.
    edit: kitaptan tablete yaptığım pek çok alışverişten oldukça memnun kaldım. kolay gelsin’le anlaşmaları büyük isabet.

  • alması gereken brüt aylık maaşın 537.5 lirasını vergi olarak ödeyen, aldığı 2020 lira ile ev geçindirmeye çalışan birisi zaten 20 krş ile zengin olmayacağını biliyordur. ama bu 20 kuruşun bir hafta boyunca birikip en azından bir ekmek parası çıkacağını düşünüyordur. sen en pahalı suyu al iç şifa olsun. 10-20 krş ihtiyacı olan insanın haline de karışma.

    düzeltme: imlâ

  • inşallah oğlun ilerde bu ismi ona koyduğun için senden nefret eder. bir çocuğun kaderini, şansını, bahtını sağa sola caka satmak için berbat etmişsin. ne desem gg.

  • geçen hafta: "beşiktaş 100 gol barajına yaklaşır." (evet daha ilk haftadan)

    bu hafta: "beşiktaş erken havaya giriyor. yüksek egolu oyuncuları var. quaresma, mario gomez"

    ulan geçen hafta 100 gol atar bu takım demişsin, şimdi çıkıp erken havaya giriyorlar diyorsun. geçen sene de mi vardı quaresma ile gomez? aynı şeyleri geçen yıl da dedin, aynı şeyler geçen yıl da oldu.

    sonra da çıkıp "gomez'le başlayacaksın arkadaş, geçen hafta 3 gol attı diye olmaz cenk" dedi. %100 eminim ki, mario gomez başlasaydı ve beşiktaş yine kaybetseydi bu kez de "geçen hafta 3 gol atan cenk var. sırf yabancı diye gomez ile başlamak nedir!" diyecekti.

    rastgele konuşan cahil adam.

  • müş. siyah ekran çıktı efendim
    ben. yazın kullanıcı adınızı
    müş. yazdım
    ben parolanızı da girin
    müş taman
    ben. garip karekterler akmaya başladığında klavyeden f7 ye basın
    müş. elimle mi?
    ben. eee siz bilirsiniz

  • sener senin oynadigi ve fena sayilmayacak filmler den biri,o donem turk sinemasinin konulari arasinda sikca islenen rusvet,durustluk,v.b erdem temali filmler arasinda iyiler arasinda sayilacaklardan ...
    ama filmin sonuda ayrica trajik...