hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.

  • insan'dır...

    lefter'in elini öper.
    sergen benden iyi futbolcu der.
    iyi aile babasıdır.
    elinde telefon ile alışverişte eşini bekler.
    fenerbahçe zor sezonuda ben her göreve varım diye mesaj yollar.
    tribünde yaralanan adamı ziyaret eder.
    rakibe saygı duyar.
    oynayamadığı zaman ağlar.
    oğlum yarı türktür... burada büyüdü... der.

    bu adam iyi ki futbolcu olmuş gelmiş fenerbahçe'ye de onu tanımışız.

  • fransa'da bourdieu'cü bir ekolden mezun oldum. ilk başlarda bize dayatılan bourdieu düşüncesi canımızı sıkmakla beraber, sonralarda iyi ki de bu ekoldenim dedirtmiştir bana ve okuldaki diğer arkadaşlarıma. türkiye'de halen yeteri kadar iyi tanınmayan bir düşünür olan bourdieu'nün kavramlarını ve kuramsal altyapısını aktarmaya çalışayım. nitekim yazılarının ve kitaplarının hemen hepsini fransızca okumuş birisi olarak o'nu iyi anladığımı düşünüyorum.
    bourdieu çoğunlukla, akademi ile ilgili söylemleri, televizyon ve gazetecilik ile ilgili yorumları, ya da etnografik düşünceleri ile tanınır. fakat bunların hepsi bourdieu'nün toplumsal tabakalaşma düşünceleri üzerinden türemiştir. yani bilinmesi gereken ilk şey, bourdieu'nün yola çıkışı, toplumsal tabakalaşmayı anlamaktır. bu da aslında, ilk bakışta "toplumsal tabakalaşmayla ne alakası var bunun?" diyeceğiniz habitus-alan-sermaye trilojisiyle aktarılmıştır. yani aslında bu üçleme bourdieu'nün toplumsal tabakalaşmasının merkez noktasını oluşturur. nasıl mı?
    marx'ın dayandığı ekonomik temelli sınıf çatışmaları, ve ya daha sembolik altyapısı olan weberist düşünceden ziyade, bourdieu toplumun tabakalara ayrılmış bir yapıda olduğunu söyler. ona göre sosyal uzam, binlerce mikro-kozmozdan oluşmuş bir makro-kozmozdur. bu mikro-kozmozlar bourdieu'nün meşhur "alan" (champ) kavramsallaştırmasıdır. yani sosyal uzam denen üst evren, din alanı, akademik alan, kültürel alan gibi bir alt evrenin birleşimidir. her alt evren, kendi kuralları olan bir oyundur. her oyunun kuralları, amaçları ve organizasyonu farklı koşullar tarafından yaratıldığı için, her oyundaki dominasyon kartları da birbirlerinden farklı olacaktır. batak oyunundaki bir kartın önemiyle pokerdeki aynı kartın önemi eşit değildir sonuçta.
    insanın elindeki kozlar sermayeleridir. eğer sosyal olan (le social) karşındakine sosyal uzam anlayışını dayatma mücadelesiyse, insan bu mücadeledeki üstünlüğünü sermayelerle sağlar. bourdieu'ye göre 4 temel sermaye vardır. kültürel sermaye yani neyi ne kadar bildiğin ve sahip olduğun diplomalar, ekonomik sermaye yani ne kadar paran malın mülkün olduğu, sosyal sermaye yani içinde sosyalleştiğin çevrenin kimler tarafından oluşturulduğu ve bunlara bağlı olarak da sembolik sermaye yani şeref haysiyet gibi diğerlerinden bağımsız ama onların katkı sağladığı ve simgesel anlamda sahip olduklarını ifade eden sermaye türü.
    bourdieu, habitus denen bir kavram yaratmıştır. habitus anlaşılması çok kolay bir kavram değildir, ama sondan başa doğru anlatayım ki daha rahat anlaşılsın. öncelikle sadece toplumsal tabakalaşmadan kaynaklanan sebeplerle değil, metodolojik olarak da weber-marx ve bourdieu aynı sosyolojik yorumlamanın içinde değillerdir. şöyle ki, yapısalcılığın durkheim'le beraber en önemli temsilcisi olan marx ve düşman taraftaki bireyselciliğin reisi weberist düşüncenin sürekli kapıştığı, yapısalcılık-bireyselcilik / objectivizm-subjectivizm tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır bourdieu ve bunu da habitusla yapmıştır. çünkü habitus, bireyin yapısal faktörler tarafından şekillenmiş, onunla iç içe geçmiş, fakat en önemlisi üretici bir olgudur. yani sosyal eylemi yani pratiklerin uygulanmasında bireyle iç içe geçmiş bu yapının inşa ettiği üretici olgu bourdieu sosyolojisini yapısalcı-inşacı yapmaktadır. birey, pratikleri sosyal uzam üzerinde habitusunun ait olduğu noktaya göre realize eder.
    kafa karışıklığı yaratmadan, daha da derine inmeden gelelim bunlar nasıl bir sosyal tabakalaşma altyapısı sunar bize?
    bourdieu'ye göre sosyal uzam, ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye tarafından belirlenen noktalar kümesidir. her nokta, belirli bir sermaye miktarına, dağılımına ve zaman içerisindeki evrimine işaret eder. o halde, bourdieu sosyolojisinde toplumsal tabakalaşmanın temel prensibi, sermayelerin miktarı, dağılımı ve zaman içerisindeki değişimine bağlıdır. istisnalar vardır örneğin don kişot etkisi, bundan birazdan bahsedeceğim.
    birbirine yakın pozisyonlar, benzer günlük pratikleri üretirler. o halde, sosyal eylem, bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. o halde, benzer pozisyonlar, habitusları benzer koşullar altında şekillenmiş eyleyenlerin bir araya geldikleri alanlardır. o zaman, "habitus sınıfsaldır" der bourdieu. başka bir deyişle, aslolan sınıf habitusudur. bu durum, aslında beğenilerin sadece bireysel değil, yapısal olduğu konusunda da bizi ikna eder. kendim bir örnek vereyim: siyah, modifiyeli, içinden gümbür gümbür demet akalın şarkısı gelen bir araba lastik yaka yaka el freni çekerek önünüzden geçti. hepimiz biliyoruz ki, o arabayı süren adam yani sahibi bir doçent ya da profesör değil. bir heykeltıraş ya da şair değil. peki bunu nereden biliyoruz? çünkü bir doçentin veya heykeltıraşın sahip olduğu sermaye dizilimi bu tür pratiklerin ortaya konduğu sınıf habitüsüne ters düşmektedir. yine hepimiz biliyoruz ki, hafta sonları jazz bara gidip tenis oynayan birinin kültürel sermayesi, pavyona gidip arkadaşlarıyla mangal başında rakı içen biriyle aynı değil. belki de bu iki pratiğin de gerektirdiği ekonomik sermaye aynıdır? o zaman onları ne ayırıyor? habitusları ayırıyor.
    bourdieu'nün (bkz: la distinction) kitabı yaklaşık 800 sayfa ve dolu dolu bir toplumsal tabakalaşma düşüncesi aktarıyor. ben burada o 800 sayfayı yazamam tabi. dolayısıyla ana hatlarıyla budur o'nun düşüncesi. eksik yazdığım binlerce şey var biliyorum. fakat tamamlamak istiyorsanız düşünceleri bourdieu'den tavsiye edebileceğim:
    raisons pratiques
    la distinction
    sur la télévision
    espace social et génese des classes
    social space and symbolic power
    séminaires sur le concept de champ

  • altında ki yorumla güldürmüştür.
    "rastaman future : genetik miras olarak kendi suratını verdikten sonra 10 tane araba alsa ne yazar?"

    yıldırım demirören yeter.

  • 5 yıl önce çok sevdiğim kız arkadaşım beni para yüzünden terk etmişti.
    çok koydu bana. okulu bıraktım. çalıştım çabaladım.
    çok mücadele verdim.
    sonuç değişmedi hala fakirim.
    ileri görüşlü kızmış.
    bana çok şey katabilirdi.

  • bu mesleğin en acı tarafı şu: çok güzel bir gökdelenin, konser salonunun, stadyumun önünden geçerken insanlar "binaya bak ne kadar güzel, mimarı kim acaba?" diye sorar. kimse inşaat mühendisi kim diye sormaz.

    kendi kendine duruyor o bina ayakta çünkü.

  • bulgarlara neden kızıldığını anlayamıyorum. ucuz bulmuş alıyor. biz de zamanında hopa'da aynısını yapardık. kızılması gerekenler bulgarlar değil..

  • zaman mekan algısını yok eden, masalsı bir woody allen filmi. sanatsal yönünü bilemem ancak şu nokta çok güzel:

    film, hemen hepimizin ortak yanılgısı geçmişi idealleştirme, onu herkesin mutlu mesut yaşadığı bir zaman dilimi olarak görme durumuna da güzel bir açıdan bakıyor. çağdaşımız gil 30lu yılları, 1930ların adrianası yüzyılın başlarını, yüzyılın başındakiler rönesansı (doğru hatırlıyorsam) özlüyor, onu en iyi kabul ediyorlar. yani her çağ, kendinden öncekini idealleştiriyor, onu özlüyor.
    çoğumuzdaki geçmiş zamanda yaşama arzusuyla aynı, o kadar da iyi olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz zamanları özlüyoruz; tıpkı bizden öncekilerin yaptığı, bizden sonrakilerin de yapacağı gibi.
    bu açıdan bakıldığında film, salt bir paris ve insanları hikayesi olmaktan çıkıp tüm insanların ortak hikayesi olma özelliği kazanıyor diyebiliriz sanırım.

  • 4 yaşından daha büyük değilim. diş hekimi annem, ben küçük olduğum için evimizin bir bölümünü muayenehane olarak kullanıyor. bir gün yaşlı bir dede geliyor. elma şekeri yanaklarından yaşlar akıyor, belli ki çok ağrısı var. annem hemen gerekenleri yapıyor, ağrısını dindiriyor. ama dedenin gözleri kurumak bir yana, barajlar dolduruyor. çocuk aklımla çözemiyorum n'oluyor, acaba o da diğer hastalar, çocuklar gibi korkudan mı ağlıyor. peki neden gözleri-yaşları yerde, anneme dualar mırıldanıyor? sonradan öğreniyorum tedavi bedelini ödemeye gücünün yetmediğini. ve hatırlıyorum, yine gözleri yerde, bana, sattığı elma şekerlerinden verdiğini. ve unutmuyorum, ertesi sabah, ertesi hafta, ve onun da ertesi haftalar, kahvaltıda o dedenin köyünden gelen kar beyaz yumurtalar yediğimizi.

    aradan bir sene kadar geçiyor. televizyon izliyoruz. dışarısı kar fırtına. kardan adam yapmak için havanın az biraz durulmasını beklerken biz, kapı çalınıyor. kapı açma heveslisi ben, uça koşa kapıyı açıyor şaşkınlıkla bakıyorum. "aa o dede", yanaklarından tanıyorum. ellerinde yine elma şekerleri, bembeyaz köy yumurtaları. ama bir şey daha var bu sefer; bir çok insanın ödeyemeyeceği, kimisinin de ödeyebileceği halde, dişlerini yaptırdıktan hemen sonra kayıplara karıştığı için ödeyemediği o parayı, ak dede, pembe yanak dede, elma şeker satan, köyünden gelen yumurtalardan torunlarına üç-beş arttıran dede, gece gündüz demeden çalışıp, belki biraz daha ağarıp, biraz daha kızarıp biriktirmiş, parayı anneme uzatıyor. gözleri hala annemin gözleriyle buluşamıyor. ağlayacak gibi oluyorum, boğazımda yumruk var, beceremiyorum. anneme bakıyorum, gözlerinde renkler, resimler, kelimeler; ha düştüler, ha düşecekler. "ama ben o parayı sana helal ettiğimi defalarca söylememiş miydim ah amcacım" diyen annem değil, annemin sesi bu değil.

    hala elma şekeri yerken bir tuhaf olurum.

  • cahilliğin hükmü.

    önceden okumak kıymetliydi. okuyan, bilen insanın görüşleri, alanında uzman kişilerin söyledikleri dinlenirdi. son 19 senedir cahiller toplumda nerelere gelebileceğini görerek pervasızlaştı. okumanın, bilmenin kıymeti kalmadı. köylü kurnazları normalde gelemeyecekleri statülere yalakalıkla, çakallıkla geldi. cahillik bu topraklar üzerinde yeniden hüküm sürmeye başladı.