ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
nevşin mengü'nün mayolu fotoğrafı
-
vücuduyla para kazanmayan bir kadın için çok doğal ve güzel bir fotoğraftır.
gentrification
-
ekonomik yapıyı devletlerin etkisinden mücerred kılıp piyasayı rekabetin yönlendirmesi temeline dayandıran 2.dünya savaşı sonrasının etkin ekonomi modeli diyebileceğimiz neoliberalizm paylaşım ve üretim modellerini etkilediği için toplumsal yapıları da dönüştürmeye başladı. demografik yapıyı tüketim esasına göre dizayn eden bu dönüşüme sosyoloji literatüründe "gentrification"; ismi veriliyor. türkçeye ise mutenalaştırma, seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, sıhhileştirme, mahremleştirme, centrifikasyon, jantileşme, kibarlaştırma gibi isimlerle çevrilmiş durumda. ama en yaygın olanı kendi içinde bir ironi barındıran "soylulaştırma"; sözcüğüdür.
peki nedir soylulaştırma, soylulaşan nedir, neden birilerini soylulaştırılma ihtiyacı duyulmuştur?
soğuk savaşın ilk dönemlerinde dünyanın bir kısmı sosyalist rejimlerle,diğer kısmı ise basit kapitalizmle idare ediliyordu. hatta sosyalist blok ülkeleri diğer ülkelerin kapitalizminin marksist teoride olduğu gibi geçiş basamağı olduğunu düşünüyorlar ve sosyalist enternasyonallerinde bu geçişi hızlandırmanın hesabını yapıyordular. ama neoliberal ekonomi modelinin global açılımı birdenbire bu işleri tersine çevirdi. çünkü kapital sahibi kitle paravan şirketlerle üçüncü dünyada üretim işini ucuza getirmeyi başarmıştı. bu ülkelerde avrupa ülkelerinin işçilerininki gibi elde edilmiş haklardan, sendikalardan söz edilemeyeceği için düşük ücretlerle ve kötü şartlarda işçi çalıştırmak mümkündü. üstelik bu ülke yönetimlerinin serbest sanayi bölgeleri oluşturarak postmodern gettolar meydana getirmesi bu işi daha da kolaylaştırmıştı. bu modeli benimseyen büyük firmalar zamanla avrupa ve amerika'daki fabrikalarını kapattılar. daha sonra da üretimle değil marka satışı ile ilgilendiklerini deklare ettiler. nitekim bu model daha sonra ilk kez "nike" tarafından denendiği için "nike tarzı üretim modeli"; olarak adlandırıldı.
avrupa'da ve amerika'da fabrikaların kapatılması ise iki önemli sonucu beraberinde getirdi. biri işçi sınıfının hizmet sektörüne yönelmesi, diğeri ise insanların ürettiklerine göre değil tükettiklerine göre tanımlanmasıydı. ilki müstahdemlerin çalışma ortamlarını ayırarak sendikalaşmanın, ortak platform oluşturmalarının önünü kapattı. ikincisi ise toplumdaki sınıf sisteminin değişmesine, orta sınıfın eriyerek alt sınıfa iltihak etmesine sebep oldu. alt sınıf ve üst sınıf arasında makasın açılması zamanla suç oranının ve toplumsal huzursuzluğun artmasının başlıca nedeniydi. tüketen kesimin "normal" olarak tanımlandığı sistemde tüketemeyen kesim, yani "anormaller",hem görüntüyü kirlettiği, hem suç potansiyeli taşıdığı için(!) önce ötekileştirildiler, sonra yok sayılmaya çalışıldılar. işte şehirdeki bu dönüşümün ilk basamağını soylulaştırmadır.
sosyo-kültürel açıdan bozulmuş, çöküntüye uğramış, dolayısıyla fiziksel çevresi de bozulmuş alanlarda, özellikle de tarihi kent parçalarında sosyal yapının ıslah edilmesi şeklinde tanımlanan soylulaştırma bir tür toplumsal mühendislik işlemidir. tüketim toplumuna katılamayan bilhassa tarihî kent parçalarına yerleşmiş göçmenlerin ve fakir yerli halkın şehir dışına yerleştirilerek yerlerine zengin, tüketebilen kitlelerin yerleştirilmesi pratiği insan sorunsalı atlanarak hazırlanmış ticari bir organizasyondur. şehirleri yaşanılan yerler olarak değil pazarlanan yerler olarak betimleyen neoliberalizm,vitrini en göz alıcı şekliyle dizayn etmeyi umduğu için mutsuz(=fakir) insanları veya köhne yapıları tasfiye etmenin yolunu aramıştır. hak sahibi olmanın kuvvetle orantılandırıldığı bu sistemin insanları çarkın işlemesi için üzerine düşeni yapacaktır. yani neoliberal dinin katedralleri olan alışveriş merkezlerinde satın alma işlemiyle ibadetlerini yerine getirecek, böylece üretilen yeni malların tüketimi için zemin hazırlayacaklardır. markalaşma ise bunun toplumda içselleşen bir statü olmasını kolaylaştıracaktır.
kent sosyolojisinde chicago ekolü'nün temel sloganlarından olan toplumsal dönüşme kendini mekânda yansıtır önermesine tersinden bakıldığında, mekânda meydana gelen dönüşüm de toplumsal yapıda farklılaşma yaratacaktır. böylece soylulaştırılan bölgede suç oranının azalacağı iddia edilmektedir. öte yandan fakirlere kamu eliyle yeni yaşam alanları sunularak durumları düzeltilecektir. devleti ekonomiden soyutlayan neoliberal düşüncenin fakirlere kamu eliyle kaynak sunmaktan söz etmesi kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. öte yandan şehirden soyutlanan fakir halkın ekonomik hayata nasıl entegre olacağı ise ayrı bir soru işaretidir. suç oranına gelecek olursak, evet chicago'da suç oranı azalmıştır, hapishanelere mahkûmların sığmadığını hesaba katmazsanız tabi...
galatasaray
-
skor odaklı bir taraftar olmadığımı ön bilgi olarak sunarak; biri fener derbisi olmak üzere son 5 maçının 4'ünü kazanmış, son 4 senenin en iyi 8 haftalık açılışını yapmış, sezon başında teknik direktör, sezon içinde yönetim değiştirmiş bir takım olmasına rağmen maç fazlasıyla da olsa an itibari ile zirvede... aynı durumda fenerbahçe olsaydı, an itibariyle tüm gazeteler:
- ismail kartal'ın anka kuşu gibi küllerinden doğuşunu,
- emenike'nin afrika'daki fakir günlerini,
- sow'un müslümanlığını,
- aziz yıldırım'ın ileri görüşlülüğünü,
- emre b.'nin nasıl bir lider olduğunu,
- meireles'in nasıl şarkı söylediğini,
- fenerbahçe'nin şampiyonlar ligindeki tek temsilcimiz olduğunu,
- volkan demirel'in ( lan bunun yine ayılığından bahsederler, ayı her zaman ayıdır ) yazıyor olurdu.
aynı basın cimbom için neler konuşuyor?
* sabri'nin yönetim tarafından affedilmesi,
* kadronun yönetim tarafından kurulması,
* sneijder'ın ilk 11'den kesilmesi,
* sneijder'ın kaprisleri,
* sneijder'ın karısı,
* prandelli'nin vizyonsuzluğu,
* prandelli'nin disiplini elinde tutumaması,
* prandelli'nin bugün yarın kovulacağı,
* yeni yönetimin, emanetçi olduğu,
* bu futbolla almanya'da kaç yiyeceğimizi
bunlar konuşuluyor. bizim mal taraftar da bunları her zaman ki gibi yiyor.
yaran facebook durum güncellemeleri
-
''beni öldürmeyen şey, beni küçültür'' - süper mario*
çanakkale belediye başkanı'nın 18 mart konuşması
-
ne yazık ki apo'nun nevruzda okunacak mektubu kadar önem arz etmeyecektir. başkanın konuşması zoruna giden trt, apo'nun mektubunu günlerce tekrar tekrar yayınlayacaktır.
mit'in operasyonları pkk'ya önceden haber vermesi
-
bir fuat avni iddiası.
kriptolu telefonlar kandile verilmiş. askeri operasyonlar önceden haber verilmiş. durumdan tsk'nın haberi yokmuş. ama alman istihbaratı dinlemiş. yakında ortaya çıkacakmışmış da mışmış.
https://twitter.com/…ni_f/status/560082403780476928
https://twitter.com/…ni_f/status/560083501111066624
gerçekse yer yerinden oynar falan diyecek halim yok. gerçek bile olsa bi bok olmaz. sana, bana, bize müstahak abicim.
başlığı da sırf paylaşmak için açayım dedim. bi kenarda dursun. meraklısına..
alaçatı'daki hesap çılgınlığı
-
alaçatı'ya gitmeyerek çözebilirsiniz. ted talk'uma geldiğiniz için teşekkür ederim.
sibel önder
-
işi gücü entry sildirmek olan "avukat"lara örnek olasıdır.
ssg
-
yüzüne gülen kendisine yalakalıkta sınır tanımadığını tahmin ettiğim yetki verdiği insanların arkasından neler çevirdiğini bilse sözlükten ve sözlük konseptinden tiksinecek olan vasat yazar. yarattığı kutsal bilgi kaynağı yetkili abiler için kız bulma databaseine dönüştü. kimsenin kaldırdığı kızda gözümüz yok allah daha çok versin gani gani versin ama yetki verdiğin adam karı kız düşürürken sözlük yetkilerinden faydalanıyorsa benim zirvede parayla içtiğim içeceği yazdığı karılara bedavaya getirip ben eşek gibi sıra beklerken onlara sıra bekletmiyorsa orada isyan ederim. hayır bu saydıklarımla kalsa iyi iyice bokunu çıkarttı yetkili abiler sırf yazdığı kızı etkilemek için kızın sinir olduğu adamlar sözlükten uçuyor artık.
(bkz: #27237782)
haksızlığa sessiz kalmak ve haksızlıkları görmezden gelmek de bu durumu onaylamaktır suça ortak olmaktır sedat. meşgulüm ayağı yapıyorsun ama yemeyip içmeyip binlerce entry kasmsışşın, in artık o kaf dağından da al şu kendi eserlerinin ifadesini. ya da alma gold üyelik sistemine geç tüm sözlük kızları birer düşünen hayvan, hümanist yamyam haline gelen kadrona mayolu birer boy fotoğrafını yollasın güzel olanlar gold üye olsun. biz de ona göre bilelim kimler sözlüğün hanım ağası, kimler 100 entry girmediği sözlüğün zirvelerine 10.000 entry giren adamdan önce alınacak, kimlerin lafıyla uçma ihtimalimiz var. ya da hiçbirşey yapmamaya devam et ilk zirvede "ferrarim yok :(" diye ajitasyon yapıp 10 ferrari alacak parayı kazandığın detayını gizlediğin sözlükçüler eski zirvelerdeki kadar rahat konuşmana izin verecek mi birlikte görelim.
ekşi itiraf
-
öğretmenlik mesleğimin ilk yılında tecrübesizlik mi yoksa öğrencilikten kalan bir refleks mi bilinmez öğretmenler odasına girerken kapıyı vurup öyle içeri giriyordum. sağolsun öğretmen arkadaşlar da 1 yıl boyunca ne zaman gelsem 'kapıyı vurmadan nasıl giriyorsun terbiyesiz çık dışarı' tarzı geyikler çevirmekten geri kalmadılar. o değil de öğrenci psikolojisini atlatmak zormuş onu fark ettim ben. sigara odasında tüttürürken aniden kapı açılıp müdür geldiğinde de o an bir heyecanla fırlattım attım sigarayı. müdür dedi hocam sen manyakmısın niye attın caanım sigarayı, dedim örtmenim nnolursunuz babama söylemeyin bir daha olmayacak söz..
seyit rıza
-
230 köy ile dönemin en büyük aşiret ağalarından. devletin köylüye dağıttığı toprakları hilelerle üstüne geçiren, istanbul'da yaşayan aşiret mensuplarından da adam yollayıp vergi toplayan...
çok büyük devrimci çok
zamanın ötesinden gelen ekleme: aynı zamanda başöğretmendir. ee ne de olsa aşiretinin çocuklarını okula yollamayıp kendisi eğitirdi.
pablo picasso
-
fotografin oldugu bir donemde, objenin aynisini cizmenin sanat olmadigini savunarak kendisini kor olarak dusunup, hissettigi ve duydugu sekilde cizimler yapmaya baslamasiyla dogmustur kubizm. ki hak vermemek elde degil.
bir sanat eserini yorumlarken, sahibinin eseri ortaya cikarirken neler dusunup hissettigini merak etmekten, zihin devinimlerinin ve sinirlarinin izini surmekten kendimi alamiyorum. kendini resmettigi portrelerinin zaman icindeki degisimini incelemek hayli urpertici; olumsuz anlamda degil, bilakis muhayyilesinin sinir tanimazligiyla cezbeden bir urperti bahsettigim:
1896 - yas 15: http://i.hizliresim.com/rm13dm.jpg
1900 - yas 18: http://i.hizliresim.com/bpzrnv.jpg
1901 - yas 20: http://i.hizliresim.com/0nz1x9.jpg
1906 - yas 24: http://i.hizliresim.com/g86q15.jpg
1907 - yas 25: http://i.hizliresim.com/jadagq.jpg
1917 - yas 35: http://i.hizliresim.com/zk3zyg.jpg
1938 - yas 56: http://i.hizliresim.com/4rzpng.jpg
1965 - yas 83: http://i.hizliresim.com/21arpa.jpg
1966 - yas 85: http://i.hizliresim.com/g86qbo.jpg
1971 - yas 89: http://i.hizliresim.com/y5qexk.jpg
1972 - yas 90: http://i.hizliresim.com/j368ml.jpg*
1972 - yas 90: http://i.hizliresim.com/z5m397.jpg*
1972 - yas 90: http://i.hizliresim.com/vad0dv.jpg*
1972 - yas 90: http://i.hizliresim.com/a3ylk2.jpg*
ve sorar ressam: "who sees the human face correctly: the photographer, the mirror, or the painter?" *