hesabın var mı? giriş yap

  • bob ross gerçekten de çok iyi bir ressamdır. amerikalıların "the natural" dedikleri doğuştan yetenek sahibidir. 20'li yaşlarında bir askerken resim kurslarına gider. ama o sıralar soyut resimler isteyen eğitmenlerle pek geçinemez. 1978'de ressam john thamm'le tanıştığında 36 yaşındadır ve o sırada çoktan kendini yetiştirmiş iyi bir ressamdır. thamm, bob'dan neyi istiyorsa onu resmetmesin ister. bob da tıpkı ekran başında olduğu gibi alaska'daki yaşamından manzaralar çizmek istediğini söyler. ve john thamm'in aktardığına göre bob fırçayı eline aldığında atölyedeki herkesi etrafında toplayan inanılmaz bir sanatsal yeteneğe sahiptir.

    şimdilerde çok çeşitli youtube ressamları var ve yine bob ross'un kullandığı yağlı boya tekniğiyle muhteşem resimler yapıyorlar. bir örnek: https://www.youtube.com/…/kevinoilpainting/featured
    15 dakikalık videolarda yapılan bu müthiş resimlerdeki tüm uzun sürecek detaylar ileri alınarak hızlıca atlanmakta, gündüz başlanan resim aslında hava karardığında bitmektedir. yani minimum bir gün süren bir resim yapma süreci söz konusudur. ve birçoğunun önünde de yapacağı resmin bir kopyası vardır; ressamlar bu resme bakarak resim yaparlar. ve kayda alınmayan kısımlarda yapılan uzun süren ayrıntılar resimlerini gerçekten muhteşem kılmaktadır.

    bob ross'un ise resmini bitirmek için yalnızca 30 dakikası vardır ve ileri alma gibi bir şansı yoktur. tuvalde olacak herşeyi 30 dakika içinde kotarması gerekiyordur. o nedenle bu yeni ressamların resimleri çoğu zaman bob ross'un yaptığı resimlerden iyi görünüyor. bob'un programdaki derdi "insanlar mutlu olsun, bir şeyler öğrensin"dir. genelde birbirine benzer manzaralar çiziyor gibi görünse de çok çok farklı, deneysel çalışmaları da fazlasıyla vardır. yarım saat içinde yaptığı şu muhteşem resme bakın mesela: https://www.youtube.com/watch?v=rchxqj4dhlm

    bir de tabi yeni öğrendiğimiz çok dokunaklı bir hikayesi de vardır. bir keresinde oğlu steve'e ilerde programda onun yerini alırken zorluk yaşamaması için dağları bilerek kötü çizdiğini söylemiştir. yani adam yapabildiği en iyi resmi muhtemelen tv başında hiç yapmadı bile. ve biliyor musunuz bence burada konu sadece oğlu da değil, bence bob ross ekran başında onu izleyerek resim yapmaya çalışanlar için bile yapabileceği en iyi resimleri yapmamış olabilir. ekran başındaki izleyicinin bir bob ross'un yaptığına bir de kendi yaptığına bakıp mutsuz olmasını istememiş olabilir. bob ross böyle de hassas kalpli bir adamdır. orduda geçirdiği 20 yıl içinde bir daha kimseye bağırmayacağına dair kendine yemin etmiş bir adam.

  • moğol hükümdarı cengiz han‘ın 1227’deki ölümünden sonra yerine geçen oğlu ögeday han önderliğindeki moğol imparatorluğu ilk iş olarak çin’in başındaki song hanedanlığı ile müttefik olarak ortak düşmanları olan curçen tehdidini birlikte yok ettiler, 1234 yılında da jin hanedanlığı‘nı bölüp aralarında paylaştılar. fakat bu ittifak uzun sürmedi ve ögeday’dan sonra yerine gelen yeğeni möngke han, song hanedanlığı’na savaş ilan etti. fakat göçebe moğolların süvari taktikleri, song’un güçlü deniz kuvvetinin manevra kabiliyetlerine işlemiyordu. yüksek surlarla çevrili çin şehirleri de moğol saldırılarına karşı koymakta etkiliydi. hatta 1259’da diaoyu kalesi‘ndeki çatışma, möngke’nin ölümüyle sonuçlandı. böylece kardeşi kubilay han, bütün itirazlara rağmen 1264’de kağan ilan edildi ve savaşı kazanmak adına alternatif fikirler ortaya sundu. song yanlısı güçlü derebeylerini taraf değiştirmeleri için ikna etmek ve deniz ticaretine bağımlı song ekonomisini dize getirmek üzere kore ve japonya başta olmak üzere ticaret yaptığı devletler üzerindeki baskıyı arttırmayı planlıyordu. kore’deki goryeo krallığı da song ile benzer bir şekilde moğol istilacılara karşı sıkı bir direniş içerisindeydi. krallığın defakto yöneticisi olan choe ailesi, moğollara biat etmek istemiyordu. cengiz de ögeday da defalarca kore’ye sefer düzenlemiş, fakat bu direnci bir türlü kıramamışlardı. sonunda möngke’nin generallerinden calaertay korçi, korelileri bastırıp veliaht prens wonjong‘u esir olarak getirmeyi başarmıştı. kubilay da hakan olduğunda wonjong’u goryeo’ya geri gönderip tahta oturttu. üstüne bir de kızı kutluk kelmiş‘i wonjong ile evlendirerek goryeo krallığı’nı, moğol imparatorluğu’nun -ya da yeni adıyla yuan hanedanlığı‘nın- kuklası hâline getirdi.

    hâlihazırda japonya’nın vasalı ve en önemli ticaret ortağı olan olan goryeo krallığı’nda yaşananlar ve yuan hükümranlığının ortaya çıkması japonya'daki kamakura hükümetini doğal olarak rahatsız etti. shogunluk, yuan tehdidinin giderek yaklaşmakta olduğunun farkındaydı. shogunluk hâlâ japonya içerisindeki meşruiyet sorunları ile uğraşıyor ve giderek özerkleşen bukelerin sadakatlerini garantileyecek politikalar üretmeye uğraşıyordu. kubilay’ın ardı ardına gönderdiği elçiler ve giderek artan savaş ihtimali, ülkedeki dengeleri daha kırılgan hâle getiriyor ve yönetici sınıfın kafasını karıştırıyordu. kubilay karşısında nasıl bir tavır takınılması gerektiği konusunda ortak bir karara varılması zor görünüyordu. ayrıca japonya’ya has imparator-kanpaku-shogun-shikken ve hatta münzevi imparatordan oluşan yönetme ve karar alma durumu da kubilay’ın ısrarlı taleplerine net bir cevap verilmesini güçleştiren sebeplerin başını çekiyordu. ilk yuan elçileri japonya’ya 1267 yılında ulaştılar. kubilay, “japon ülkesinin kralına” ithaf ettiği mektubunda asırlardır japonya’nın çin’e elçiler göndermiş olmasına rağmen kendisine henüz kimsenin gelmediğini belirtiyor ve goryeo’yu örnek göstererek diz çökmek üzere huzuruna bir japon heyeti davet ediyordu. shogunluk cevap vermiyordu, zira ülke ilk defa bir dış tehditle karşı karşıyaydı ve shogunluk böylesine önemli bir tehdit karşısında ne yapılması gerektiğini bilemiyordu. yuan hanedanı’na biat ederek vasal olmayı kabul ettikleri takdirde kubilay’ın japonya’nın iç işlerine karışacaklarını ve tıpkı çin ve kore’de olduğu gibi rakip klanları kullanarak ülkede zar zor kurulmuş dengeleri bozma ihtimalinin olduğunu biliyorlardı. fakat taleplerini reddetmek de henüz bir savaş hazırlığı yapmadan moğolları öfkelendirmek anlamına geliyordu. bu yüzden japonya kesin bir cevap vermeyerek zaman kazanmaya çalışıyordu. yuan elçilerin kyushu adasındaki yerel yönetim merkezi dazaifu‘dan ileri gitmelerine izin verilmiyor, birkaç ay bekletildikten sonra da herhangi bir cevap verilmeden geri gönderiliyorlardı. her ne kadar japonya’nın bu tutumu moğolları öfkelendirmiş olsa da, kubilay hemen hemen her yıl yeni bir elçi heyeti göndermeye devam etti. yine de hiçbiri heian’daki saraya da kamakura’daki shogunluğa da kabul edilmedi. hatta bazıları japonya’ya dahi ayak basamadan kore ile japonya arasındaki tsushima adasından geri çevrildi. japonların yuan ile iyi ya da kötü herhangi bir ilişki kurmak istemedikleri barizdi. böylece kubilay sefer hazırlıklarına başladı.

    1274 yılında kubilay’ın moğol, çinli ve curçenlerden oluşan yaklaşık 22 bin kişilik yuan ordusu, 700-800 gemilik bir filo ile fujian‘daki quanzhou limanından ayrıldı. ordu hakata körfezinde çıktığı gibi hızla ülkenin içlerine doğru ilerlemeye koyuldu. savunmacıların tek tük, düzensiz ve zayıf direnişleri onları durduramadı. japonlar tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. bu çıkartma ile başlayan saldırının boyutları, japon halkının tahmin edebileceğinin çok ötesindeydi. tarihte ilk defa yabancı bir güç, japon takımadalarını işgal etmeye çalışıyordu. grup formasyonlarıyla savaşan yuan ordusunun yöntemleri samurayların alışık oldukları düzenden çok farklıydı. geniş davulları ve gongları ile japon atlarını korkutarak kontrol edilemez hâle getiriyorlardı. generalleri yüksek yerlere çıkıp gerileme emri için davul, hücum emri için gong çalıyordu ve yuan ordusu bu işaretlere uyarak savaşıyordu. her ne kadar genpei savaşı sırasında daha büyük gruplar hâlinde savaşma tecrübeleri olmuş olsa da geleneksel olarak samurayların teketek dövüşmeyi tercih ettiği, moğolların ise çok sayıda askerden oluşan birliklerini davul ve gonglarla manevra yaptırabilecek yöntem ve taktikleri tercih ettiği görülüyordu. ayrıca yine japonların aşina olmadığı yeni tür silahlar ve özellikle de bir tür barutlu el bombası kullanıyorlardı. yuan askerleri geri çekilirken bu el bombalarını üzerlerine hücum eden samuraylara fırlatıyor ve onları sersemletip karıştırıyorlardı. samuraylar gökgürültüsü gibi olan patlamalarla korkuya kapılıyor, gözleri görmez, kulakları duymaz ve yön duygularını kaybedecek hâle geliyorlardı. yuan ordusu ciddi bir direnişle karşılaşmadan çok süratli bir şekilde kyushu’nun iç bölgelerine yayılmış, ancak fukuoka‘daki sawara‘ya geldiklerinde şansları bitmişti. önce akasaka savaşı‘nda kikuchi takefusa tarafından sürpriz bir saldırı ile kamplarında mağlup edilen yuan ordusu, kaçtıkları torikaigata‘da ise takezaki suenaga ve shiraishi michiyasu tarafından 3,500 kayıp vererek haşat edildiler. bu mağlubiyetler üzerine yorulan yuan ordusu gemilerine doğru geri çekilmiş olsa da, bunu gören japonlar gece saldırıları ile pek çok yuan askerini öldürdü. sonunda yuan ordusu koreli general hong dagu‘nun emriyle japonya’yı terk etmek zorunda kaldı ve genko adı verilen moğol istilalarından ilki japonya’nın zaferiyle sonuçlandı. fakat kamakura hükümeti moğolların döneceğinden emindi ve o gün geldiğinde hazırlıksız yakalanmamak konusunda kararlıydı.

    kubilay ikinci saldırı için aceleci olmadı. bir sonraki hamlesi yine barışçıldı. 1275 yılında budist rahiplerden oluşan yeni bir elçi heyetini japonya’ya göndermiş olsa da, sekizinci shikken hojo tokimune buna elçileri idam ettirerek karşılık verdi. bu büyük bir düşmanlık göstergesi olup tek taraflı bir savaş ilanına denk bir davranıştı. shogunluk da bunun ve potansiyel sonuçlarının bilincindeydi ki olası bir yuan istilasına karşı çoktan hakata körfezinde çıkartma yapılabilme ihtimali olan yerlere sekirui denen iri taşlı surlar inşa ederek savunma hatları oluşturmaya başlamışlardı. yuan ordusu tarafından yıkılan hakozakigu tapınağı yeniden inşa edildi. 120 samuraydan oluşan bir gözlem birliği hakata körfezinde konuşlandırıldı. hatta hiçbir zaman hayata geçirilmemiş olmasına rağmen goryeo krallığı’na general shoni tsunesuke önderliğinde bir karşı saldırı yapılması bile gündeme getirildi. sonunda 1279 yılında, song hanedanlığı da yuan hanedanlığı tarafından dize getirildikten sonra kubilay bütün dikkatini japonya üzerinde yoğunlaştırdı. goryeo’ya 900 adet savaş gemisi inşa ettirmesi emri verildi. toplam 150 bin asker ve denizciden oluşan yeni işgal orduları toplandı. yapılan plana göre 1281 yılı haziran ayında ıki adası üzerinde buluşan ordular hakata üzerinden japonya’ya çıkartma yapacaktı. ancak daha hiçbir şey başlamadan her şey ters gidiyordu. bazı gemiler gecikti, hakata sahillerindeki sekirui nedeniyle yuan askerleri karaya çıkmakta zorluk çekiyordu, samuraylar düman ordusunun büyüklüğünden çekinmek yerine daha gemilerinden inmeden üzerlerine hevesli bir şekilde hücum ediyorlardı ve beklenmedik bir anda aniden patlak veren ve tanrıların bir lütfu olarak görüldüğü için kamikaze (tanrı rüzgârı) adı verilen bir tayfun, yuan donanmasını denizin dibine gönederdi. yuan ordusundaki 150 bin askerden yaklaşık 90 bin kadarı çok çabuk kaybedilmişti. samuraylar, zorla savaştırılan song askerleri hariç tayfundan sonra bulabildikleri tüm yuan askerlerini öldürmüşlerdi; song askerleri de yakalanıp köle yapıldı. kubilay bu yenilgi üzerine üçüncü bir sefer emri daha verdi, fakat bu kez kendi generallerinden ve vasallarından toplu bir direnişle karşılaştığı için japonya hayalinden tamamen vazgeçti. kubilay’dan sonra torunu temür han da 1295 yılında japonya’ya boyun eğmesini talep etmiş olsa da hiçbir zaman işgale cesaret edemedi.

  • türkiye'nin en iyi lisesinin kapatılması talebi. sebebi neydi? sebebi futboldu. sdfghhjjjkhahaha

    edit: gsl'li değilim.

  • komutanlar kendi aralarında tartışıyorlar. konu: biz haftada iki ya da üç karıları düzüyoruz. bu görev midir angarya mı? yarısı görevdir yarısı angaryadır diyor ve sonuçta bir yere varamıyorlar. hal böyle olunca hırs da yapmış vatandaşlar münazarayı sonlandırmak adına başkana çıkıyorlar: paşam bir maruzatımız vardır, biz işin içinden çıkamadık. yardım edin lütfen!
    buyrun diyor paşa. durumu anlatıyolar. paşa kızarıp bozarıyor ve sonunda "ben bilmem, yanlış adama sordunuz. halktan birine sormak lazım bunu, objektif bakar " diyor. kışlada halka en yakın kişi olarak paşa emirerini çağırıyor. giriyor selam verip asker. oğlum sana bişey soracağım, iyi düşün ve fikrini söyle, diyor. emredersiniz komutanım!. paşa soruyu soruyor. soru biter bitmez asker yapıştırıyor cevabı
    - görevdir komutanım
    - ama oğlum hiç düşünmedin. nasıl vardın bu fikre?
    - angarya olsa bize yaptırırdınız komutanım!

  • ağaçlar olmalı.insanlar bi kötülük yaptığında,doğaya zarar verdiğinde oksijeni tak diye kesmeli.bak bakalım bi daha yapabiliyo mu?
    evet güzel fikir,ağaçlar olsun dünyanın hakimi.

  • dünya lideri türkiye’nin diplomasız baş ekonomistinin ülke ekonomisini getirdiği hal: merkez bankası memurları kapalıçarşıda tekerlekli çelik sandıklarla döviz toplarken görüntülenmiş.

    yakında tarım bakanlığı memurlarına da pazarda limon sattıracaklar.

    edit: iletişim başkanlığı, yayımladığı dezenformasyon bülteni adlı, ismiyle müsemma belgede bu haberi yalanlamış. "türkiye cumhuriyet merkez bankası (tcmb), kapalıçarşı’da doğrudan herhangi bir döviz alım satım işleminde bulunmadığı gibi, haberlere konu olan görsellerde herhangi bir tcmb çalışanı bulunmamaktadır" demiş.

  • ege (6,5) geceleri yatarken hala biberonla süt içmektedir, herkesin bir keyfi, tiryakiliği olduğu için bu durum anlayışla karşılanır. evde süt bitmiştir ve çocuklar meyve suyuna ikna edilir...

    ege: ama elma suyu istemem, kayısı suyu koy biberona.
    romica: kayısının posası biberonu tıkar, içemezsin.
    ege: posa ne ki?
    romica: hani içerken ağzına lifleri dokuları pütürtülü geliyor ya, o işte...
    ege: pütürtü ne demek?
    romica: böyle minicik parçalar, bak mesela fırının kapağı cam olduğu için kaygan, dolabın kapağı ise o kadar kaygan değil, elini sürersen anlarsın, aynı bunun gibi elma suyu posasız olduğu için daha akışkan, biberonun deliğini tıkamıyor.
    ege: nereden biliyorsun elma suyunun posasız olduğunu?
    romica: bak biberona, arkasını görebiliyorsun, su gibi saydam, kayısı suyuna bak, arkası görünmüyor, saydam değil.
    ege: saydam yerine cam gibi desen olmuyor mu?
    romica: bazen olur bazen olmaz, elma suyu istiyor musun?
    ege: ya süt ver ya da kayısı suyu! çok uykum var ve beni posa mosa kandırıyormuşsun gibi geliyor!

  • http://www.dtc.umn.edu/…lyzko/doc/internet.size.pdf
    http://www.sims.berkeley.edu/…nfo-2003/internet.htm

    adreslerindeki bilgilerden yararlanarak internetteki toplam verinin; (paylaşımda olan dosyalardan bahsetmiyoruz, sadece web bazında) 2002 yılında 532,897 terabyte olduğu, o zamandan sonra dayaklaşık 100% luk bir buyumeden bahsedebileceğimizi ve 2005 itibarı ile toplam verinin 1.000.000 tb civarında seyrettiğini söyleyebiliriz.

    e 256 adsl modemi olan bir insan evladının da saniyede 16 kb indirdiğini düşünerek,
    ve 1.000.000 tb 'ın da 210.138.654.745.600.000 kb olduğunu hesplarsak;

    sonuçta tüm interneti indirmek için gereken zaman; 6.756.000.988 yıldır
    bunları depolamak için gerekli hd fiyatı da yaklaşık: 1.000.000.000 € ya gelir (biraz daha fazla ama toplu alımda kdv'den bişeler kırparız)

    o hd blogunu soğutmak içinde 50 60 adet antonov an 225 uçak motoru gerekir.

    imkansız gibi görünse de, türk mantığımla; "upload edildiyse download'da edilir" diyorum.

  • ben de kendi sürecimi anlatayım. aslında bu konuda yazmayı düşünmüyordum çünkü benim için basitçe “anne olmak” bu. ancak hem koruyucu aile olmayı düşünen insanlara yardımcı olmak hem de düşünmeyenleri teşvik etmek için yazmaya karar verdim.

    lise yıllarımdan beri istediğim bir şeydi evlat edinmek. son 5 yılda ise yoğun olarak düşünmeye başladım. uzun süre cesaret edemedim. hatta, şimdi ne gerek var, deli miyim ne güzel yaşıyorum işte dediğim de oldu. bir gün yapacağımı biliyordum bu arada. sadece uygun zamanı bekliyordum.

    en sonunda takvime not düştüm. 1 mart 2020’de başvuracaktım (oğlumun doğum tarihi). başvurmadım. daha sonra bir belgesel izledim, korkunç bir belgesel. bir erkek çocuğun ailesi tarafından uğradığı işkenceleri ve ardından ölümünü konu alıyordu. o çocuğu kurtarmış olmayı o kadar çok istedim ki. haftalarca aklımdan çıkmadı. bana son cesareti veren de gabriel fernandez ismindeki bu çocuk oldu.

    önce kadıköy’deki sosyal hizmetler’i telefonla aradım. ne yapmam gerektiğini öğrenmek için. telefon konuşmasını yarıda kesip ben gelebilir miyim şimdi oraya dedim ve gittim. uzmanla uzun uzun konuştuk. bana gerekli evrakların listesini verdi ve 1 ay içinde getirmem gerektiğini söyledi. içlerinde uğraştıran tek belge sağlık raporu. pandemi döneminde onu alabileceğim en makul hastaneyi aradım ve başkent üniversitesi hastanesine karar verdim.

    ardından covid şüphesi ile karantinaya girdim ve belgeleri hemen hazırlayamadım. neyse sonuçta 1 ay içinde hepsi tamamdı. bu arada bir motivasyon yazısı yazılıyor – ki onu yazmam rahat 20 gün sürdü. çok iyi düşünmüşler bu yazıyı istemeyi. insan kendisi de tekrar tekrar düşünüp değerlendiriyor. motivasyon yazısının bir parçası da nasıl bir çocuk istendiği. tabii istediğiniz olacak diye bir kural yok. örneğin bebek istersiniz, ancak uzmanlar bebek bakmak için sizi yetersiz görürse büyük çocuk önerebilir. yazının bu kısmını ben sürekli değiştirdim. önce 5-6 yaşında erkek veya kız çocuk yazdım. ardından buna cesaret edemedim. travmalarını çözemeyebilirim diye korktum. iş ciddiye binince gabriel’i kurtaramadım da diyebiliriz. şimdi üzüldüm böyle söyleyince.

    büyük çocuktan çekinmemin iki ana nedeni vardı, 1. bekar anne olmak, 2. evdeki kedi ve köpeğim. şu an bu korkumun yersiz olduğunu düşünüyorum fakat o an çocuğun kedi ve köpeğe zarar verebilme ihtimalinden de korktum. bir neden daha var gerçi, çocukların karakter gelişiminin en çok 0-3 yaş arasında gerçekleşmesi. bir travması da varsa bu dönemde bunu çözebilirim diye düşündüm.

    nasıl çocuk konusuna geri dönersek, sonraki seçimim 0-3 yaş arası erkek veya kız oldu. cinsiyet seçmekten hep uzak durdum çünkü evladın kızı erkeği olmaz. fakat çevremden ben bekar kadın olduğum için, yani çocuğun babası olmadığı için kız almamın çocuk için daha iyi olabileceği fikri geldi. rol model olmak ve onu anlamak açısından. ben de son noktada oraya 0-3 yaş kız çocuğu yazdım. yalnız bu detayda yazarsam bu yazı hayatta bitmez ama neyse.

    araya şunu da sıkıştırayım. neden evlat edinme yolunu seçmedim? ilk görüşmeye gittiğimde çocuğu kaybetme korkum nedeniyle bana evlat edinmek de önerildi. düşündüm ve çocuğumun koruma altındaki çocuklardan biri olduğuna ilişkin duyduğum aşırı kuvvetli histen dolayı bu yolu izlemeye devam ettim. hatta o an kurumda olduğunu da hissediyordum. bunu motivasyon yazıma da ekledim. “şu an orada olduğunu hissediyorum, hazırlanmam için süreci uzun aylara yaymayın lütfen, ben hazırım…” gibi bir şeyler. çünkü bu süreç şu şekilde işliyor, ayda 1 olmak üzere 5 görüşme. bunun nedenlerinden biri de ailenin kendisini hazırlaması ve vazgeçecekse de vazgeçmesi.

    belgeleri toparladım gittim. kafamda da şu düşünce var, küçük çocuk istediğim için 6 aydan erken olmaz. bir yandan sabırsızım bir yandan da 6 ay işlerim açısından çok ideal bir zaman. belgeleri bu kez farklı bir uzmana teslim ettim ve o uzmanla uzun uzun konuştuk. o bana sorularını sordu ben ona. burada gerçekten tecrübeli bir uzmana gittiyseniz çok çeşitli sorular sorarak sohbet ortamında sizi anlıyor. kız çocuk konusunda yanlış düşündüğümü söyledi mesela. ben de hemen vazgeçtim. fark etmez dedim. gerçekten fark etmez.

    uzmanla görüşmemizin sonunda, henüz o motivasyon yazımı okumadan, tam da tahmin ettiğim gibi oldu. oğlum oradaydı. o gün fotoğrafını gördüm. şunu belirteyim benim sürecim rekor seviyede hızlı ilerledi. örneği olmayabilir. bunun nedenini şöyle açıklayabiliyorum ancak, kader. oğlumun bana gelmesi gerekiyordu. onu çok istedim ve kendime bir şekilde mıknatıs gibi çektim diye düşünüyorum. kurum açısından da nedeni şu, hazır olduğuma karar verdiler, güvendiler, pandemi nedeniyle süreçlerin askıya alınabileceğinden çekindiler, bana uygun bebeği hali hazırda bulmuş olabileceklerini düşündüler ve bekletmenin bir anlamı yoktu. 4-5 gün sonra oğlumla tanışmam konusunda sözleştik ve ben eve gittim. sonra dank etti. neden o kadar bekleyelim? hemen arayıp daha hızlı görüşüp görüşemeyeceğimi sordum ve ertesi güne ayarlandı. bu arada tabii inanılmaz heyecanlıyım. o günden oğlumun eve geldiği gün + 1 haftaya kadar yemek yiyemedim heyecandan.

    süreçle ilgili atladığım şeyler olabilir, koruyucu aile olmak istediğinizde bu detayları zaten öğreneceksiniz diye çok takılmıyorum.

    tanıştığımız ana geliyorum. bana onu cam arkasından gösterdiler, pandemi nedeniyle. şimdi düşününce bak yine kalbim çarptı. aşık olmak gibi bir şey oldu. vuruldum ya bildiğiniz. nasıl güzel, nasıl tatlı, nasıl minik. acayip bir his. o da beni görünce güldü. bakmaya doyamadım o camın arkasından. daha sonra gönüllü annelik formunu doldurdum ve oğlumun gönüllü annesi oldum önce. her sabah kurumda onu ziyaret ettim. maskeyle. onunla oynadım, onu besledim, kitap okudum, uyuttum vs böyle şeyler. bu süreçte de uzmanlarla görüşüyorsunuz. hem bebek sizi nasıl karşıladı hem siz nasıl hissediyorsunuz vs. gibi. onlar da uyumunuza bakıyor. bizim nasıl vurulduğumuz zaten kabak gibi ortadaydı.

    eve gelme sürecini de hızlandırdım ben çünkü hem orada daha fazla kalmasına gerek yoktu, hem de solunum problemi vardı ve yurtta kalması iyi gelmiyordu. 1 hafta sonunda geçici sözleşme ile bendeydi. bu bir haftalık süreçte yatağını, oto koltuğunu, bebek arabasını, kıyafetlerini vs. işte bir bebeğe neler gerekiyorsa hepsini hazırladım. çok acayip bir haftaydı. bulutların üstünde gibiydim net ve tabii ki böyle bir şeyi daha önce hissetmemiştim.

    şu anda 10.5 aylık. nasıl seviyorum nasıl nasıl. hayallerimden bile güzel. kendim yapsam asla böyle güzel bir çocuk yapamazdım. hayranıyım.

    biraz da gerçeklere dönecek olursak, koruyucu ailelikte her zaman için geri alınma riski vardır. benim oğlumun geri alınma ihtimali olmadığı söylendi, tabii ki teorik olarak mümkün ancak bu ihtimal çok düşük diyelim. ben onunla tanışmadan önce bu ihtimalden çok korkuyordum. ancak onunla tanıştıktan sonra bunun olmayacağına çok inandım. içimdeki his ömür boyu birlikte olacağımızı söylüyor. bizi kim görse bu çocuk senin çocuğun olmak için doğmuş diyor. ben de bakıyorum tıpkı ben valla ya. harbi hiç benzemiyoruz ancak ben ona bakınca kendimi görüyorum.

    koruyucu aile olmak isteyenlere önerim, bu iş çocuk oyuncağı değil, gerçekten emin olduğunuz noktada başvurun. ancak korkacak bir şey de yok. benim gibi 5 sene düşünmeyebilirsiniz. orada bir sürü çocuk annesiz babasız büyüyor. kurumda fiziksel ihtiyaçları çok iyi karşılanıyor. iyi besleniyorlar, iyi bir rutinleri var, oyuncakları, onlarla oynayan ablaları var. ancak hiçbiri bir aile olamaz. kurumdaki hiç kimse ona bizim baktığımız gözlerle bakamaz. bir kalabalığın içindeki bir çocuk onlar. ağlamayı bile bilmiyorlar. her ağladıklarında bakılmayacağını öğrenmişler çünkü. minicik bebekler bile kendi kendine uyuyor, aksi mümkün olmadığı için. kim bilir kaç gece uyutması için birini aradılar, beklediler, ancak olmadı. benim oğlum geldiğinde hem ağlamıyordu hem kendi kendine uyuyordu. şu an avaz avaz ağlıyor gerektiğinde ve ancak kucakta pışpışlanarak ve aynı zamanda da ninni söylenerek uyuyor. geldiği günden beri biberonu benden başkasından almadı, kabul etmiyor. o bir çeşit emzirme oldu aramızda. benden başkası uyutmak istediğinde kapıya bakıyor, bekliyor. kıyamıyorum mecburen ben uyutuyorum. şu ana kadar 3 saatten uzun ayrı kalamadım. ayrı geçirdiğimiz günlerin acısını çıkarıyoruz karşılıklı.

    son bir şey ekleyeyim. kurum sizin hazır olmadığınızı düşünüyorsa dosyanızı askıya alıyor. yani ben istiyorum bana çocuk verin durumu yok. her ne kadar bir sürü çocuk aile bekliyor olsa da kurum emin olmadan tek bir çocuğu bile aile yanına yerleştirmiyor. geri getirilmeleri veya o ailede zarar görmeleri çok daha büyük travma çünkü.

    kendi duamı kendim edeyim, oğlum benimle büyüsün ve uzun, sağlıklı, mutlu bir ömrü olsun. en büyük duam bu artık. dilerim bu yazıyı okuyup da koruyucu aile olmak için başvuranlar, bir çocuğa hak ettiği sevgi dolu hayatı verenler olur.

  • bir defasında eve misafir gelen 2 farklı aile vardı. bunlardan bir tanesinin kızı normal düz bir çocuk olarak en doğal hakkıdır tabi çizgi film izlemek istedi. diğer ailenin yaşça daha küçük oğlan evladı da izlemek istedi. sonra bu oğlan çocuğunun aşırı bilinçli annesi başladı diğer çocukla çoocuklar tv izlemez biz bekir tunç'a hiç tv izlettirmiyoruz vs. zavallı çocuk neye uğradığını şaşırdı.. ama kız ikna olmadı. sonra aldı kumandayı eline bizim aşırı bilinçli teyze başladı uygun çizgi film aramaya.. yok burda şunlar var yok bu argolu yok burda bağırıyorlar. tom jerry açmadı kadın ya tom jerrye tavayla vuruyormuş falan neyse kız çocuğu vallahi daha olgun davranıyordu. bunu izleyin diyorlar, izlemeye başlıyor, aşırı bilince takılan içerik çıkınca tak o da kapatılıyor. şaka gibi kız sıçarım böyle işe minvalinde bağırdı çağırdı bastı gitti sokağa. anası arkasından tabi sonra diğer aile de peşlerinden.. helal kız sana dedim içimden.. misafirliği tek başına bitirdin..