hesabın var mı? giriş yap

  • saat alarmı sabah saat 7.45 e kuruluyken saat 7.35 te uyanıp tuvalete girmek, siz tuvaletteyken çalmaya başlayan alarmı susturamamak..

  • bugün bir cenaze için trabzon'a geldim. forum avm denen yere girdim. birini beklerken.

    awm'nin içinde türk yok. herkes çarşaflı, esmer sakallı, saygısız, barbar, iğrenç arap dolu. çoluk çocuk iğrençlik. saymıyorum neler yaptıklarını.

    ey trabzon'da yaşayanlar. utanın. sizler milliyetçi falan değilsiniz. arapların kölesi olmuşsunuz.

    size her yer trabzon değil size her yer arabistan.

    edit: gezime devam ediyorum bazı fırınların tabelaları arapça. türkçe bir şey yazmıyor. sadece arapça. arapça restoran ismi de gördüm. yemeni house restoran.

    dilenciler. arap köleleri, hizmetkarlari.

  • "...bi de uçlarına taramalı tüfek takarız kimse bize saldıramaz...cuv cuv cuv!" diye devam eden umut sarıkaya karikatürü.

  • gelecekte sıkça yaşanacak bir sorunun bugünkü tezahürü.

    çocuklukta ve ergenlikte hepimiz salaklıklar yaptık ama hafızalardan silindi. şimdiki çocuk ve ergenlerin tüm salaklıkları internette. kendileri bulup silmedikçe de öyle kalacak. 30 yıl sonranın başbakanı şuanda eski sevgilisine twitter'da laf sokmalı twit atıyor olabilir mesela.

  • genelde star ekranlarında yayınlanan 90ların bir komedi filmidir.. sapitop'tan kuşadası tatili kazanan seyfettin ve sedef'in otobüste tanışması ile başlayan olaylar orada da gelişir. korsan ve otobusun muavini süper karakterler olmasının yanı sıra film de süper geyiktir, her çıktığında kendisini izletir, kafa dağıtır.. müzikleri* vitamin tarafından yapılmış (zonta) şarkısıdır..

  • uğur dündar'ı severdim zaten ama artık daha çok seviyorum. şimdikiler sıkıyı görünce hemen dayak yeme moduna geçiyorlar mağdur edebiyatı yapmak için.

  • bu arkadaş dün amerika galibiyeti sonrası zehra'ya ''maç içinde zaman zaman düşüş yaşadın'' diya başlayan anlamsız saçma sapan, gerçekle alakası olmayan bir soru sorup daha teri kurumamış kızı ''düşüş yaşadığımı düşünmüyorum'' diye savunma yapmak zorunda bırakarak sevincinin içine sıçan arkadaş değil mi?

    kardeş sizi seçerek falan mı alıyorlar? canlı yayında kızın yüzü değişti lan...

  • yeaaahh gururla karşınızdayım sayın sözlük ahalisi.

    olay şu:

    "sedat kapanoğlu ve 40 kişiye hapis talep edilmesi" başlığına konu davada ali emre bukağılı sözlük yazarı olan müvekkilim hakkında da şikayetçi olmuştu. detayları geçiyorum. duruşmada beyanım aynen şuydu:

    "efendim bu beyanımın özellikle tutanağa geçmesini istiyorum. çünkü buna da dava açabilirler. "müvekkilim felsefecidir, müvekkilimin yazdıklarını anlayacak entelektüel birikime ve donanıma sahip olmayanlar tarafından söyledikleri yanlış anlaşılarak hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur."

    sonrasındaki diyalog da şuydu:

    ali emre bukağılı'nın avukatı: tutanağa geçsinnn!!!! tutanağa geçsinnn!!!!

    avasas: ben de zaten tutanağa geçmesini istiyorum:)

    işte bunun için suç duyurusunda bulundular. beyefendiye hakaret etmişim, cahil imasında bulunmuşum. kendisi mühendismiş, yüksek lisans yapmış bla bla. suç duyurusu üzerine savcılık benden yazılı bilgi aldı ve dosyayı soruşturma izni için adalet bakanlığı ceza işleri genel müdürlüğü'ne yolladı. işte bugün aldığım bilgiye göre, bakanlık soruşturma izni talebini reddetmiş.

    şimdi ben ne yapayım? bu muhtereme 1 kuruşluk sembolik manevi tazminat davası mı açayım?

  • bugün, 70'inci yaşını kutlayan şair. şiirin muzaffer sarısözen'i, türkü babası...

    yozgat, yerköylüdür. onun da cemal süreya gibi, turgut uyar gibi, ece ayhan gibi, orhan veli gibi, sabahattin ali gibi memuriyete bulaşmışlığı vardır. 26 sene toprak mahsulleri ofisinde memurluk yaptıktan sonra emekli olmuş ve antalya'ya yerleşmiştir. her nedense türkiye'nin her yerinde dinletilere, kitap günlerine gider ama en az etkinliği antalya'da yapar.

    türk şiirine, "senin korkularını benim inceliğimi" gibi bir şaheseri kazandırmıştır. ahmed arif'in anılarını okurken bir bölüme rastlamıştım. oktay rifat, ahmed arif'e "sen nazım hikmet'ten başka şair bilmez misin" diye sitem eder. ahmed arif de kendisine "bilirim elbet" diyerek, "hani kurşun sıksan geçmez geceden" şiirini okur. sonrasında kendi cümleleriyle şöyle devam eder:

    "fakat oktay rifat çarpıldı. 'korkunç, korkunç güzel bir şiir,' diye söyleniyor. 'ben bu şiirle elli tane şiir yazarım,' diye sürdürdü konuşmasını, 'malzemeyi nasıl böyle hoyratça harcıyor bu yahu...' o zaman şu karşılığı verdim: 'sen elli tane yazarsın, sulandırırsın konuyu, şiiri, mısraı… bu boya ile elli resmi boyarım diyorsun. o zaman bu şiir olmaz. yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. sen prevert’ten yürütüyorsun, charles nodier’den yürütüyorsun, sonra da bir yenlikmiş gibi sunuyorsun bunları…'"

    acaba diyorum, "oktay rifat bu şiiri görseydi, bu şiirden kaç şiir çıkarırdı?" çok merak ediyorum. şiirde öyle dizeler var ki, şiiri satır satır bölseniz, her bir mısradan bir şiir çıkar... öyle büyüleyici. üstüne üstlük zalim gibi yazdığı yetmemiş, bir de zalim gibi okumuş...

    "şimdi anlıyor musun
    gidişinin neden ayrılık olmadığını,
    bir yaprak düşmesi kadar ancak,
    acısı ve ağırlığı olduğunu.
    bir toplama işleminin
    sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
    boşluğa bir boşluk katmadığını,
    kar yağdırmadığını yaz ortasında....

    ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından
    kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı.
    ben bulutları gösterirken,
    'bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna'
    yanıt aramanla halkalanmış,
    'aşkın şarabının ağzını açtım,
    yar yüzünden içti murt bende kaldı'
    türküsü tenimde düğümlenirken,
    odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
    dağlarda öldürülen çocukların
    fotoğraflarını kenara itip,
    'bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?'
    dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan."

    heyt be... dizelere bak, destur deyip dağları düz eder... ekmek teknesi'ndeki ölü berber korkut gibi "allah" çektirir adama*

    yozgatlı olduğu için, türkülere hakim olduğu kadar özellikle orta anadolu bozlaklarına bir meyli vardır. bu şiirde, teninde düğümlendiğinden bahsettiği, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" türküsü bir çorum bozlağıdır ve şekip şahadoğru'na aittir.

    çok güzel bir bozlaktır bu eser. ve şiirdeki bu bölüm, bana göre bu bozlağın şah dizesidir. (bkz: türkülerden şah dizeler) şöyle ki; şekip şahadoğru, çok usta bir söz söyleyici. burada, "aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" derken, bahsettiği şey aslında ayrılık. murt, anadolu'da yaban mersininin meyvesine verilen addır. özellikle akdeniz bölgesinde ve çukurova'da bu şekilde kullanılır, hatta bu bölgelerde, kimse yaban mersininin ne olduğunu bilmez; murttur o. yaşar kemal okuyanlar, aşinadırlar. güzel şarap yapılır murttan. "yar yüzünden içti" dediği de, "yar üst kısmından, yüzeyden içti" anlamına geliyor. yani, "şarabın yumuşak içimli, tortusuz kısmını yar gömdü, bize dibinde posası kaldı" diyor, çaktırmadan. şükrü erbaş da, türküyü o kadar güzel tahlil etmiş ki, “cuk” diye oturtmuş şiirin orta yerine. iyi de etmiştir.

    şükrü erbaş, türkiye’de belki de bir cumhurbaşkanın, bir şiirine karşılık “tenkit mesajı” yayımladığı tek şair olabilir.

    infial yaratan "köylüleri niçin öldürmeliyiz" şiiri yayımlandıktan sonra, dönemin cumhurbaşkanı süleyman demirel, şiire ilişkin bir tenkit metni kaleme alarak, şiiri yayımlayan gazeteye gönderir. metin aynen şöyledir:

    "köşenizde yayımlanan ve köylülüğü konu alan şükrü erbaş'a ait şiiri okudum. köylülüğü ağır şartlar çerçevesinde sunan söz konusu şiirin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu görülüyor. şiirin, köylüleri eleştirir görünürken aslında ironik bir üslupla, bizzat şartlar içerisinde değerlendiremediği köylülüğü, ona tepeden bakarak uygarlık yolunda yük gibi gören yanlış anlayışı eleştirdiği kanaatindeyim. bununla birlikte, gerektirdiği gibi derin bir anlayışla okunmayıp, sadece düz anlamı itibariyle dikkate alındığında köylümüzü zem eden bir metin olarak yorumlanabilecek ve birtakım yanlış anlayışlara yol açabilecek niteliktedir."

    şükrü erbaş’ın, “başıma bela oldu” dediği şiirle mücadelesi, böylelikle başlamış olur. şair, sonraki yıllarda bu şiir nedeniyle defalarca ölüm tehditi ve imzasız hakaret mektubu alır.

    sosyalist bir şairdir. “edip’e yanıtı bilinen sorular” sormuştur.

    "kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
    'önce vatan' yazısı bir hüzün değil midir?
    bunca kanın helalini kim kime nasıl öder
    mezar taşlarıyla barış olur mu?
    gecesi buz anısı kül ışığı kırbaç
    hangi gurbet bir sürgünün yüreğini doldurur
    'kim istemez şad olmayı cihanda' edip
    viranede baykuş sesi zafer midir?"

    şiirlerinin satır aralarında çok güzel aforizmalar gizlidir.

    "geceyi seyrede seyrede öğrendim ki, ışık insanın içinde yanmıyorsa yüzüne de vurmuyor." demiştir, mesela…

    sonuç olarak güzel insandır şükrü erbaş. hayatta olan bir şairle ilgili yazacak pek bir şey yok aslında. kendisi aramızda sonuçta, canı isterse anlatır kendisine dair bir şeyler. ama dün instagram’da paylaştığı bir fotoğrafın altına, “doğum gününüz şimdiden kutlu olsan hocam” yazmıştım. çocuksu bir sevinçle cevap verdiğini görünce, buraya bir şeyler yazmak istedim.

    bizlere okuyup iç çekeceğimiz, daha nice dizeler miras bırakması ve bilmediğimiz nice türküler öğretmesi dileğiyle...

    "ben şiir yazmazsam, yitirir dilini içimdeki çocuk." demişti... hep yazar umarım...

    "canı cehenneme rahat uyuyanın,
    kapısını örtenin perdesini çekenin.
    yüreği yalnız kendiyle dolu
    duvarları ancak çarpınca görenin.
    canı cehenneme başkasının yangınıyla
    evini ısıtıp yemeğini pişirenin."

    eyvallah hocam, o kadar haklısın ki... alayının canı cehenneme. ama sen var ol. senin doğum günü kutlu olsun. iyi ki doğmuşsun, iyi ki yazmışsın...