hesabın var mı? giriş yap

  • dediler sen bir fakir düzcelisin
    düne kadar ilçeydin, şimdi ilsin
    güldüler düzceli audi ne bilsin
    passat mı çekeyim yanlarına

  • "vermediğniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. devrimi satın alamazsınız. devrimi yapamazsınız. devrim olabilirsiniz ancak..." mülksüzler ile tanıdığım, şu an yerdeniz serisini okuduğum, beni benden alan insan... tavsiye!!!

  • biten ilişkinin ardından kanayan kalp, kırılan kol kanat ve dibi sıyrılan güven duygusunun telafisi için, çoğunlukla hesapsız kitapsız, "boy ver hele yeterince derinse atlarım" demeye kalmadan kendinizi göbeğinde bulduğunuz, çoğunlukla da hiç bir yere varmayacağını içten içe bildiğiniz halde dalıverdiğiniz yeni ilişkidir. rebound sevgiliyi standart sevgiliden ayıran en önemli şey bir öncekinin açtığı yaralardan oluk oluk kan gelmekte, yanan etlerinizin üstünde dumanı tütmekte iken girişilmesidir. bir enkaz devralan yeni sevgili çoğunlukla durumun farkındadır. o, sizi iyileştirip kendi aşk mabudesi yapma iddiasıyla kolları sıvarken siz de ya "ben şurada az soluklanayım da hele, sonra yürür yoluma giderim nasılsa" der, ya da içinizdeki o doymak bilmez romantizm hayvanının açlığına karşı koyamayıp "belki bu sefer olur?" dersiniz. o cevap beklemeyen sorunun altında da elbette "n'olur olsun n'olur n'olur n'olur!!!" vurgusu yatmaktadır.

    ilişki denen zıkkımda, siz ne kadar mükemmel, ne kadar zeki, ne kadar görmüş geçirmiş, efendime söyleyeyim ne kadar kendinizi her duruma hazırlamış sansanız da karşı tarafın hangi kritik noktalarda ne şekil müdahalelerde bulunacağını asla tam olarak kestiremeyeceğinizden kendinizi ava giderken avlanmış bulmanız işten bile değildir.
    sizin o kırılgan, yorgun kalbinizi eline alıp tatlı tatlı seven, öpüp okşayan rebound sevgiliniz zevk sigarasını az önce öptüğü o kalpte söndürüp hayatınızdan giderken geriye kalan parçalarınızla yapacağınız sanatsal çalışmalar da işte insanlığın geleceğine ışık filan tutacaktır. tabi.

  • aslında buraya çok uzun bir entri yazmıştım ama en özet şekliyle türk kızının farkı şudur: naz yapar kezban olur, naz yapmaz adı malum sıfata çıkar. evlilik düşünür gene kezban olur evlilik düşünmez sadece yatılıp kalkılacak kadın olur. aşırı makyaj yapar doğal olmaz (ama erkekler nedense bayılır) makyaj yapmaz bu sefer de kimse beğenmez. net olur, iyi bir kadın olmaya çalışır kolay kadın olur (yabancı kadın yapsa çok net kadın abi ya olur) net olmasa bu sefer de ne isteğini bilmiyor olur. maddiyata önem vermez yalancı olur önem verir paragöz olur.

    kısaca her şekilde türk kadını ne yaparsa yapsın yaftalama altına alınacaktır. isterse en iyisi olsun isterse en kötüsü olsun karşılaşacağı muamele bellidir. yabancı kadınlar yapsa "abi kadın çok klas ya" denilecek şeyler türk kadını söz konusu olduğu zaman sonuna mutlaka bir "ama" ile başlayan cümle getirilmiş olacaktır.

  • başarı dediğimiz kavramın tamamen şanslı insanlar tarafından elde edilebilmesi durumudur.

    bu konuda her ne kadar itiraz edilse ve insanları motive edebilmek adına "çok çalışan herkes başarılı olur" yalanına sığınılsa da bu argüman tamamen yanıltıcı ve istatistiksel açıdan tutarsız bir argümandır.

    istatistik ve dolayısıyla matematik ile ilgilenenlerin karşısına mutlaka bir yerde survivorship bias denilen olgu çıkmıştır ve bu kişiler bu kavrama aşinadır. ancak aşina olmayanlar için survivorship bias kavramını özetlemek istiyorum.

    survivorship bias dediğimiz şey ortaya istatistiksel yargılar koymaya çalışan kişilerin yalnızca belirli bir grup veriyi inceleyip konu ile ilgili olan başka türden verileri göz ardı etmesi sonucunda yanılmaları ve ortaya hatalı bir yargı koymaları durumudur.

    diyelim ki siz başarılı olabilmek için uygulanacak bir yöntem bulmak istiyorsunuz. bu yöntemi bulabilmek için ise başarılı olan insanların hayatlarını inceliyor ve bu insanların uyguladıkları ortak teknikleri bir araya getirip "bu şeyleri yapan insanların hepsi başarılı olmuş, demek ki başarılı olmanın yolu bu şeyleri yapmaktır" sonucuna varıyorsunuz. bu noktada siz o şeyleri yaptığı halde başarılı olmayan insanları hesabınıza dahil etmediğiniz için aslında survivorship bias yanılgısına düşmüş oluyorsunuz.

    başarılı insanlar olarak nitelendirdiğimiz insanların hepsi özünde belirli aşamaları geçmiş ve bu aşamaları geçtiği için başarılı olmuş insanlardır. bu aşamaları geçmeleri ise tamamen şans faktörü ile belirlenmiştir. bu aşamaları "iyi bir eğitim görmek, doğru yatırım yapılacak sektörden biriyle karşılaşmak, ihtiyaç duyulan zamanda yeterli bilgi birikimine sahip olmak" gibi örneklerle değerlendirebiliriz.

    bu duruma bir fotoğraf ile örnek gösterelim: solvay konferansı

    yukarıdaki fotoğrafta belki de insanlık tarihinin en başarılı fizikçilerini bir arada görebilirsiniz.

    şimdi sorumuz şu.

    bu fotoğrafta hiç çinli, afrikalı, pakistanlı ya da türk fizikçi görebiliyor musunuz? eğer göremiyorsanız neden göremiyorsunuz?

    bu fotoğraftaki insanların hepsinin çok çalışan insanlar olduğu bilinen bir gerçektir. ancak bu fotoğrafa bakarak gördüklerimizden çok bu fotoğrafa bakarak göremediklerimiz önemlidir. çünkü bu fotoğraftaki kişilerin tek ortak özelliği çok çalışmak değildir.

    örneğin bu fotoğraftaki kişiler hep aynı ortamda büyümüş, birbirine yakın zeka seviyesine sahip, birbirleriyle fikir alışverişi yapabilme imkanına sahip olmuş, dünyanın en kaliteli ortamlarında eğitim görmüş ve yaptıkları büyük işleri yayınlayarak dikkat çekebilecekleri yerlerde bulunmuş insanlardır.

    buna karşın fotoğrafra marie curie örnek gösterilerek "marie curie kadın olmasına ve o dönemde kadınlara imkan tanınmamasına rağmen o çok çalışarak başarılı olmuş" argümanı gösterilebilir. bu argüman ise marie curie'nin hayatıyla ilgili bilgi eksikliğinden kaynaklanır.

    marie curie'nin dikkat çekebilmesi ve başarılı işler yapabilmesinin sebebi tamamen çok çalışması değildir. marie curie ne kadar çok çalışırsa çalışsın pierre curie gibi bir adamla karşılaşmadığı ve bu adam onun yanında durarak hakkını savunmadığı takdirde başarılı olamayacak ve belki de onun başarısı başkalarının üzerine kalacaktı. marie curie'nin başarısının temelinde yatan en önemli unsur doğru zamanda doğru yerde bulunması, yani çalışmasının karşılığını almasında ona yardım edebilecek insanlarla tanışmış olmasıdır. kaldı ki marie curie çok çalışarak kendi başına başarılı olsa bile "neden bu kadın çok çalıştı" sorusu sorulmadığı takdirde tekrar yanlış çıkarımlara varırız. mesela o dönemde marie curie ile aynı zeka seviyesi ile doğmuş ve aynı potansiyele sahip olan ancak çevre baskısı sebebiyle çalışmak istediği alanda çalışma imkanına erişememiş kaç kadın vardı? marie curie kadar emek sarf ettiği halde marie curie'nin talihine sahip olmayan kaç başarısız kadın sayabiliriz?

    mesela liselerde sorulan ve oldukça popüler olan "başarı çok çalışmak mıdır yoksa şans mıdır" sorusu düşüncesizce sorulmuş saçma sapan bir sorudur. çünkü bu sorudaki "çok çalışmak" tabirinin kesin ve net sınırları yoktur.

    mesela çok çalışmak ne demektir? diyelim ki ben günde 15 saat çalışıyorum ama bunu sadece fakir bir ailede doğduğum için param olmadığından ve hayatta kalmak zorunda olduğumdan istemediğim bir alanda yapıyorum. bu durumda çok çalışmış sayılır mıyım?

    eğer sayılırsam çok çalışmanın beni başarıya değil tam aksine başarısızlığa sürüklediğini, çünkü bu eylemin başarıya giden yolda zamanımı ve hayatımı çalan bir eylem olduğu sonucuna varırım. eğer sayılmazsam da hayatta kalmak zorunda olduğumdan istediğim alanda çalışma imkanı bulamadığımdan çok çalışmak dediğimiz şeyi tamamen şanssız bir biçimde doğmuş olduğumdan yapamadığımı, dolayısıyla çok çalışmak olarak bahsettiğimiz kavramın aslında şans faktörünün bir getirisi olduğu sonucuna varırım.

    çok çalışmak denilen şey herkesin istediği her zaman istediği her şekilde yapabileceği bir eylem değildir. eğer başarılı olmak istiyorsanız başarılı olmak istediğiniz konuda çok çalışmalısınız, ancak o konuda çok çalışabilecek zamanı ve imkanı bulabilmeniz, bulsanız dahi çalışmanızın karşılığını alabileceğiniz bir ortamda bulunmanız tamamen şansa bağlıdır.

    diyelim ki çok yetenekli ve çok çalışkan bir matematikçisiniz. diğer insanların on saatte yapabildiği bir şeyi siz bir saatte yapabiliyorsunuz ve diğer insanların bir saat çalıştığı yerde siz on saat çalışıyorsunuz. şu an 18 yaşında olmanıza rağmen yoğun çalışma programınız ve üstün yeteneğiniz neticesinde iki yıla kalmaz mükemmel bir işe imza atacaksınız ve tarihin gördüğü en başarılı insanlardan biri olacaksınız. tam siz günde on saatlik çalışma temponuzu kırılması imkansız iradenizle sürdürürken yaşadığınız coğrafyada pandemi çıktı. tüm önlemleri almanıza ve evde kalmanıza rağmen aşı olmak için gittiğiniz hastanede 19 yaşındayken hastalık kapıp öldünüz. iş bitmedi ve kimse sizi hatırlayamayacak. her şeyi yapmış olmanıza rağmen şansınız yaver gitmediği için başarılı bir insan olamadınız. tüh! kısmet değilmiş.

    bu gibi örnekler sayısızdır ve bu örneklere kurban giden kişiler hatırlanmadığı, dolayısıyla bilinmediği için başarılı olan insanları inceleyen çalışmalarda bu kişilerin başarısızlıklarının veri olarak kullanıldığı sık görülmez. dolayısıyla başarılı insanların ortak özelliklerinin şans olduğu sonucuna varmak da mümkün olmaz.

    özünde çok çalışmak dediğimiz şey tamamen çevre şartları ve doğduğumuz an sahip olduğumuz özelliklere bağlı olarak yapabileceğimiz bir şeydir. eğer adhd hastası iseniz doğduğunuz andan itibaren beyniniz çok çalışamamaya programlıdır ve siz çok çalışamazsınız. bu durumda siz temelde çok çalışmadığınız için mi, yoksa çok çalışamadığınız, yani şanssız olduğunuz için mi başarısız olursunuz?

    burası bir bakıma arşiv görevi gördüğünden olur da ileride başarılı bir insan olursam diye gelecek nesiller için bir not düşmek isterim.

    ben her gün sabah akşam çalışan ve bütün hayatını ilgilendiği konuya adamış olan bir insanım. olur da bir gün biyografimi okuyup "çok çalıştığı için başarılı oldu" sonucuna varırsanız bu düşünceyi kafanızdan silin. çünkü eğer başarılı olduysam bunun sebebi çok çalışmam değil, çok çalışabilen bir insan olarak doğmuş ve hayat tecrübelerim neticesinde bir şekilde çok çalışma alışkanlığını kazanmaya itilmiş bir insan olmamdır.

    yabancıların bu durum için çok yerinde ve daima hatırlanması gereken bir sözü vardır: it is what it is.

    bu cümleyi türkçeye yapacak bir şey yok şeklinde çevirsek de aslında doğrusu ne ise o'dur.

    yani kısmetse olur, değilse olmaz. başarılı olmak istiyorsanız elinizden gelen her şeyi yapın. ama olmuyorsa da kendinizi suçlamayın. epiktetos 'a kulak verin. çünkü hayatınız her zaman kontrolüne sahip olmadığınız çevre şartları ile şekillenecektir.

  • "anne olmanın ne gibi pozitif ayrımcığı var da bu kişiler ücretsiz seyahat edebiliyor? işsiz, dünya kadar insan para ile ulaşımı kullanacak ama annelere bedava olacak…"

    siz kafayı yemişsiniz ya. trollük yapayım derken iyice alta sıçmalı delirdiniz aq

  • bir beşiktaşlı olarak söylüyorum;

    adam, sırf anılarını anlatsa aldığı parayı hakeder.

    dağılın amk yavşak fenerliler.

  • envai çeşit peynirlerin, zeytinlerin, jambonların, balın, kaymağın bulunduğu cağnım kahvaltı masasından sadece bir (rakamla 1) yudum portakal suyu hüpletip aceleyle işe-okula-her ne cehennemin dibineyse oraya gitmek. süper bi detay bence.