hesabın var mı? giriş yap

  • ulan evi var, işi var. işinde başarılı. yemeği iş yerinde yiyor, kıyafeti hep sabit, alışveriş masrafı yok. kadın bulayım da evleneyim çoluk çocuk yapayım derdi yok. en yakın arkadaşı patrick ile komşular. her gün birlikte takılıyorlar. mahalle baskısı yok. kirli siyasetçiler yok.

    bu ibne mutlu olmasın da kim mutlu olsun?

  • 2007 yılıydı yanılmıyorsam. istanbul'da garajistanbul diye bir mekanda koçani orkestar grubunun konseri var, ben de oradayım çok sevdiğim bir arkadaşımla. konser süper, adamlar zaten inanılmaz eğlenceli. istanbul'a dışardan gelen herkesin ilk fark ettikleri şeylerden birisiyle karşı karşıyayım: pek çok tv ünlüsü var etrafta. tanıdık bir kaç yüz, birkaç ünlü işte. yok dream tv'nin viceyi bilmem ne falan da çarpıyor gözüme. o sırada gözüm bir hanımefendiye takılıyor. çok güzel, çok zarif. çalan grubu dinliyor mutlulukla. kim dersiniz? şevval sam. ama nasıl güzel, nasıl zarif. şimdi şevval sam, şevval sam olarak orada durmuyor olsa, belki de bütün geceyi ona bakarak geçirmek isterdim. ama yapamıyorum. aklım 1 dakika içinde bu zarif hanımın kim olduğunu, ne kadar hoş olduğunu ve aynı anda ona bakmamam gerektiğini söylüyor. niye? çünkü bu hanımefendi sarı fırtına metin'in eşi de ondan. 2007'den önce ayrılmışlardı ama benim için hep metin tekin'in eşi işte. bakamıyorum, utanıyorum. benim için beşiktaşlı olmak, şevval sam'ı görünce utanıp başka yere bakmak, süleyman seba'yı her görüşünde duygulanmak, nartallo'nun bile iyi futbolcu olduğuna inanıp onu sevmek, madida'yı ölmüş bir aile büyüğünü yadeder gibi hayırla yad etmek, hiç tanımadığım taraftarları, inönü'yü dolduran adamları her haftasonu evimden izlerken onlarla gurur duymaktır.

  • ben de son dönemlerdenim sanırım.

    malatya'da okuduğumdan havacı bir albay gelirdi, 1.85-1.90 boyu vardı, fit vücut, hafif kırlaşmış saçlar. dışarıdan görseniz “ne donuk ruhsuz adam” dersiniz, it gibi de korkuyorduk zaten.

    ilk birkaç hafta geçti, alıştık. zaman zaman anekdotlar anlatıp, arada da espriler yapar oldu. o donuk bakışlı adam yeri geliyor gülümsüyor, yeri geliyor yunan'ın megalo idea'sını anlatırken kaşlarını çatıp 12 mil çerçevesinde yapılan icraatları anlatıyor. kıbrıs barış harekatına henüz bir teğmenken katıldığından anısı çok. pür dikkat dinliyorum dersleri, tarihe özellikle de savaş tarihine ilgim var. ders çıkışlarında arada sorular soruyorum, 5-10 dk sohbet ediyoruz. o sıralar 11 eylül olayları, afganistan'ın bombalanması, öcalan'ın yakalanması ve mahkeme süreci derken konu çok.

    bir ders sonrası, fazla merakımı görmüş olacak, beni hava üssü'ne davet etti, annen babanla konuş, cumartesi 9.30'da kapıda ol, dedi.

    müthiş bir heyecanla gittim, annemler tabii ki ses çıkarmadı zira sefil bir öğrenciyim ve ilk defa ilgi duyduğum bir alan var. öss'ye 2 sene kalmış bende pek tık yok.

    gittim, nizamiyede bir 5-10 dakika kayıt, komutanın aranması derken nizamiyeye willys imitasyonu tuzla jeeplerden biri geldi. şöförü uzun dönem bir er, yanlış hatırlamıyorsam nereden tanıyorsun komutanı falan gibi sorular sormuştu. ben de ortama ilk defa girdiğimden çekinerek cevap vermiştim.

    bağırış çağırış tekmille odaya girdi, ben de arkasından girdim. “gel bakalım” dedi, oturdum. önce bir çay içtik, çayı şekersiz içemeyen biri olarak gıkım çıkmadı, şekersiz şekersiz içtim. sonra uzun gün başladı, üssü, hangarları ve heyecanımın zirve yaptığı jetleri gezdirdi. bir f4'ün pilot koltuğuna oturdum. o yaş için pahabiçilemez bir deneyimdi. ardından içine giremesek de komuta merkezini ve radar kulelerini gösterdi. tabii sayısız hikaye ile, önceden diyarbakır üssünden kalkıp nasıl gabar'da keşif yaptığını, suriye hava sahasına girip nokta operasyonlarını, middilli açıklarındaki it dalaşını… hepsini o sıralar kavrayamasam da, gözümde gitgide efsaneleşti albay.

    gün sonu eve dönünce gördüklerimi yaşadıklarımı yazmıştım, ama annem sağolsun bazı günlük defterlerimi atmış.

    neyse, albayımla iletişimim sürekli devam etti, bayramlarda aradım, bir sonraki sene başka birini derse gönderdiler, göremedim ta ki öss'ye kadar. bu dersler ve iletişim sonrası hava harp okuluna girmeyi ve pilot olmayı iyiden iyiye kafaya koymuştum. puanım da yeterliydi. öncesinde biraz konuştuk, bana sürekli zorluklarından bahsetti, alternatif mühendislik vb alanları önerdi. ama ben o heyecanla tüm aşamaları geçtim ve girdim.

    çok uzatmayayım, 2005'te mezun oldum, devam eden eğitimlerle 2010'da sayısız sorti, zorlu bir fiziksel sınanma sonrası f16 pilotu oldum. bu dönemde yaşadığım yıldırmalar, güç odaklarının mobbingleri çok yıpratsa da artık her şey geride kaldı diye düşünüyordum.

    kazın ayağı öyle değilmiş, tüm detayları veremem ama yaşadığım bazı olaylar hayatın daha kıymetli olduğunu gösterdi ve istifa ettim tüm tazminatları ödeyerek. 2014'te ticari tarafa geçip bir havayolunda pilotluk yapmaya başladım, halen de böyle devam ediyorum. ama gıpta ile bakmıyor değilim f16'lara, ne zaman malatya'ya gitsem o f16 sesi ile anılara dalıyorum.

    komutanıma gelecek olursak, ben pilot olmadan o emekli oldu. kurmay değildi zaten. albaylık son durak. ancak maalesef balyoz-ergenekon kapsamında haince tutuklandı emeklilik hayatı sürerken, sürekli iletişimde kaldık, her fırsatta hasdal'da ziyaretine gittim. sonradan öğrendime göre genelkurmay istihbarat'ta görev yapmış bize ders vermeden önce ve icraatları göze batmış. albayım 2021'de covid'den vefat etti, memleketindeki cenazesine katıldım, helallik alamadım ama ne hakkım varsa helal ettim.

    güzel bir ders, güzel bir uygulamaydı milli güvenlik dersi ve bir askerden dinlemek konuları. müfredatta artık olmaması çok acı.

  • ağustos 1997, kaç lira aldığımı hatırlamıyorum ama bilgisayarımın belleğini 16 mb'den -o zamanlar ev bilgisayarlarında pek bulunmayan bir miktar olan- 64 mb'a çıkarmış, sonra da onlarca internet explorer penceresi açıp windows'un hâlâ düzgün çalıştığını görerek zevke gelmiştim (maldım evet).

  • tek basina yeterli degil ama toplumlarin ortalama zeka duzeyi ile birlestirildiginde bir insan toplulugunun neden gelisip gelisemeyecegini bize buyuk oranda anlatan bir kitap. peki neden toplumlarin zeka duzeyi olmadan tek basina yeterli degil? soyle aciklayayim:

    guney kore ve kuzey kore'yi cok iyi biliyoruz. guney kore son derece gelismis, surekli icatlar yapan, yuksek teknoloji ureten, her gecen gun zenginlesen bir ulke. guney kore'nin kisi basina dusen milli geliri kuzey kore'nin 20 katindan fazla, kuzey'deki aclik ve yoksulluk yuzunden guney kore'liler kuzeylilerden daha uzun boylu, daha uzun omurlu. kuzey kore'nin birakin teknoloji uretmeyi dis yardimlar olmadan halkini doyuracak gucu yok.

    butun bunlara sebep olan sey ise acemoglu'nun bahsettigi extractive (dislayici) ve inclusive (kapsayici) yapilanmalarin etkisi. guney kore kapsayici kuzey kore ise dislayici kurumlara sahip. bunun sonucunda guney fezaya giderken kuzey acliktan kiriliyor.

    ancak bir tane bilmemiz gereken onemli nokta var, o da iki ulkedeki ortalama iq duzeyleri. kuzey korelilerin butun sikintilarina, geri kalmisliklarina ragmen ortalama iq duzeyleri guney kore'lilere cok yakin. ayrica sunu da bilmek lazim guney kore'lilerin ortalama iq duzeyleri dunyanin en yukseklerindendir.

    bu ne anlama geliyor? su anlama geliyor, son 50 kusur yilda dislayici kurumlarin baskisiyla geri kalan kuzey kore'de zeka duzeyleri hala guney kore kadar yuksek yani 105 civarlarinda. eger kuzey kore'deki dislayici kurumlarin baskisi yarin ortadan kalkarsa (kuzey kore guney'e katilirsa) kuzey koreliler kisa zaman icinde ayni guney koreliler gibi teknoloji ureten, zengin ve basarili bir millete donusecektir.

    kuzey korelilerin iq duzeyinin onemi bu noktada ortaya cikiyor, kuzey koreliler dislayici yapilanmadan kurtulduklari anda dunyanin en gelismis ulkelerinden biri olma yolunda ilerleyebilecek bir ortalama iq duzeyine sahipler. oysa ayni guney kore gibi kapsayici kurumlarla yonetilen pek cok guney / orta amerika, dogu avrupa ulkesi guney kore'nin gelismislik duzeyine ulasamiyor. iste burda benim bahsettigim toplumlarin zeka duzeyi devreye giriyor.

    brezilya her ne kadar guney kore gibi kapsayici kurumlara sahip olsa da ortalama iq duzeyi guney kore gibi 105 degil 90 oldugundan guney kore'nin gelismislik duzeyine ulasamiyor. yani kapsayici / dislayici kurumlar bir ulkenin gelisimi icin tek sebep degil, ortalama zeka duzeyleriyle birlikte iki sebepten biri.

    bu yuzden brezilya gibi ulkelerde kapsayici kurumlar var olsa da ortalama iq duzeyleri guney kore duzeylerine cikmadigi muddetce brezilya'nin g.kore kadar gelismesi asla mumkun olmayacaktir. oysa kuzey kore'de ortalama iq duzeyleri yuksek oldugundan k.kore dislayici kurumlarindan kurtulup kapsayici kurumlara gectigi an g.kore duzeyine yukselecektir.

    tabi kapsayici kurumlari kurabiliyor olmak da bir zeka duzeyi gostergesi. toplumu yoneten elitler hicbir zaman gucu baskalariyla paylasmak istemediginden dislayici kurumlar yaratir, bu noktada elit olmayan kismin yani halkin cok buyuk bolumunun elitlere baski uygulayip onlari dislayici kurumlari kapsayici kurumlara cevirmeye zorlamasi gerekir. iste elit olmayan halkin bu durumu algilayabilmesi ve uygulayabilmesi icin belli bir duzeyde olmasi gerekir. g.amerikalilar bunu yapabilirken kuzey korelilerin bunu hala yapamamasini uzak dogu'nun asiri muhafazakar, bireyden cok topluluga onem veren kulturune bagliyorum.

    uzakdogulularin asiri muhafazakar ve bireycilikten uzak kulturu yarataciligi koreltiyor. buna basit bir ornek olarak apple/samsung mucadelesini verebiliriz. bati kulturunun urunu olan apple icat eder, yenilik getirir, dunyayi degistirir, samsung ise apple'in urettigi urunleri optimize edip yeniden uretir. belki samsung optimize ettigi urunlerle apple'i asar ama asla apple gibi dunyayi degistiricek icatlar yapamaz. iste bunun sebebi muhafazakar uzakdogu kulturudur. peki bu kulturun / davranissalligin genlerle alakasi var midir? belki olabilir ama henuz bu alandaki arastirmalar cok yeni ve bir karar vermek icin yeterli degil.