hesabın var mı? giriş yap

  • sen büyük evsahibi, rulo yapmalik dergi editoru, terlik fabrikatoru saim bey. sen mi büyüksün? hayır ben büyüğüm, ben, yaşar usta. sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun. larvalarima, yumurtalarima hiç birşey yapamayacaksın. zehirleyemeceksin, ezemeyeceksin, mağlup edemeyeceksin bizi. çünkü biz birbirimize feromonlarla bağlıyız. biz bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? dokunma artık kolonime. dokunma yavrularima. eğer onların antenine zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile yememis olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden ucar sen uyurken agzina girerim. girerim ve gotunden cikana kadar da dönüp arkama bakmam bile.

  • bakan: açık havada ve kapalı ortamda yeterli havalandırma varsa maske kalktı,
    türkler: maske kalktı
    kimse bundan sonra maske filan takmaz arkadaş

  • görüntüdeki tüp oksijen (o2) tüpü değil, azot(n2) tüpüdür. sanayide gaz altı kaynağında koruyucu gaz olarak kullanılır, ayrıca elektrik-elektronik sistemlerinin bulunduğu su ile söndürme yapılamayacak alanlarda söndürücü(boğucu) gaz olarak da kullanılır.

    tüpü taşıyan kişiler çelikçi/kaynakçı büyük ihtimalle kıyafetlerinden belli. azot gazının yangın söndürmede de kullanıldığını biliyorlar muhtemelen ancak açık havada işe yaramayacağını kestirememişler. eğer o tüp oksijen ile dolu olsaydı manzara çok daha şenlikli olurdu kesinlikle.

    kaldığınız yerden dalga geçmeye devam edebilirsiniz.

  • bilmesi.
    evet adamın çok şey bilmesi, ama ukalalık gibi değil, hmmm nası desem, işinde uzman olması diyim.
    yani ne sorsan yanıtlaması, ya da bir hobisi var diyelim, örneğin caz, adam caz tarihinden, enstrümanlarına kadar her şeyi biliyor mesela,
    ama gösteriş yapmıyor, sırası geldikçe, ona soruldukça tevazu içinde yanıtlıyor.
    bilgi güçtür.
    bilgi diğer tüm defoları kapatır.

  • bir bira sevdalısı olarak arkadaşı çok iyi anlıyorum. bana da mesela viski acayip tatsız, acı, ağır geliyor. bir ara "olm bunu bence laf olsun diye içiyorlar kimse de birbirine itiraf edemiyor" diyordum ve buna inanıyordum hatta.

    sana biranın olayını anlatayım. bir kere birayı hemen sarhoş olmak için içmezsin. elini, ağzını oyalasın diye önünde durur. çay gibi, kahve gibi. yanına bir sürü kızartma, atıştırmalık yakışır. ağzın ekşimez, acımaz. yavaş, yavaş içersin. şanslılardansan 4, benim gibi her gün içenlerdensen 6.da sarhoş olursun. bazı geceler sarhoş olmak istersin 2.birada baileys mi seviyorsun kardeşim baileys içerek devam edersin. ben tekila söylüyorum genelde öyle gecelerde.

    maya kokusu, ağızda dağılan arpa, mısır, nişasta, patlamış mısır notalarına girmeyeceğim. belli ki tadı sana hitap etmiyor ama tadı da biradan biraya acayip tatmin edici oluyor bazen.

  • atatürk'ün şıklığının dikkat çektiği görüntüler. öyle böyle giymiyormuş adam, her giydiği ayrı güzel. görüntüler çok değerli. halkın liderinin nasıl halkla beraber iç içe olduğu görülebilir. o zamanlar bile o kadar düşmanı varken deniz kıyısında sadece bir çocukla denize girebilmek her lidere nasip olmaz. keşke o dönemlerde yaşayıp kendisiyle tanışma şerefine erişebilseydik.

  • tehlikeli oyunlar romanında şöyle der:

    “korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü rastlantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen. ayrıntılarıyla düşünmek şart. yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir. yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır. başka türlü korunamazlar. başka türlü yaşayamazlar. allahım neler düşünüyorum! düşün oğlum hikmet. düşün ki bunlar başına gelmesin. iyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. onlar başına gelsin. mesele bu kadar basit işte.”

    edit: henalama'ya teşekkürler.

  • benim küçük kız bu.
    sanırsın babasının malı.
    öyle sert kapatıyor ki sıpa, içim gidiyor.
    sonunda "papı papandı baba" deyince canı sağolsun diyorum.

  • sene 1994 aylardan temmuz veya ağustos. hava hayvan gibi sıcak. mahallede top oynadıktan sonra caminin abdesthanesinde su içiyoruz. recep tayyip erdoğan o vakitler istanbul belediye başkanı. mahallemizde bir kuran kursunun açılışına gelmiş. kursta henüz öğrenci olmadığından açılış ve medya için görüntü yapsın diye mahallenin bütün bacaksızlarını toplamışlar. bizde suyumuzu içtikten sonra bedava yemek ve tatlı hevesiyle doluştuk kuran kursuna. yanımdaki arkadaşla ikimizi hemen girişte bir sınıfa soktular. girişte pamuk helva ve elma şekeri satanları görmüştük. acaba tatlı olarak elma şekeri mi verecekler demeye kalmadan sınıfa rte ve bir sürü adam doluştu. bir de o kadar sıra arasından geldi bizimkine oturdu. adam uzun aga. tartsan 40 kilo çekmeyecek iki tane velediz ama sığışamadı mini boy sıraya. çözümü, beni kucağa arkadaşı da koltuğunun altına almakta buldu. sonra beş dakika tayyibin kucağında bir sağa bir sola bakarak patlayan flaşlara poz verdik.

    itiraf ediyorum. bugünkü durumun suçlularından birisi benim arkadaşlar. daha o vakitlerden yaklaşan tehlikeyi herkese anlatmam lazımdı. adam şimdi koca ülkeyi kucağına aldı poz veriyor. bize en azından elma şekeri ısmarlamıştı, size o da yok...

    edit: arkadaşlar olay güneşli semtinde geçti. ikitelli'ye yakın bir mahallesinde ufak bir kurs. istanbul'un çeşitli semtlerini sayan bir sürü mesaj geldi. başından benzer olaylar geçen yazar arkadaşlar varmış. bence hepimiz bir araya toplanıp "anonim rte mağdurları" adında bir topluluk kuralım. arada yüksek tavanlı bir yerde toplanır, terapist eşlinde sandalyeleri çember yapar bir birimize yaşadığımız trajedileri anlatırız.

    hatta şöyle diyaloglar döner.

    ben: merhaba, benim adım shinigami.
    topluluk: merhabaa.
    ben: ... işte şöyle böyle oldu, sonra bi baktım beni kucağına almış ühühühü.
    terapist: acını anlıyor ve hepimiz yüreğimizin derinliklerinde paylaşıyoruz kardeşim.

    gerçi şimdi düşündüm de durup dururken kaç yıldır büyüdüğü yerden söküp taşıttığı ağaçtan tut, şemsiye ile dürttüğü güvercine kadar çok geniş bir kitle var. bırak kazlıçeşme'yi avrupa yakasına sığamayabiliriz. her hangi bir şehit yakını bize güneş altında konuşacak söz bırakmayacağı için o iş yatar genşler. vazgeçtim.