hesabın var mı? giriş yap

  • sayelerinde koca bir nesil "-de" ve "-ki"nin kullanımını, her "şey"in ayrı yazılması gerektiğini öğrenmiştir. öğretemedikleri bir grup ruh hastası da başlık açıp bunlara söver.

    ben senin neyi kastettiğini anlamak için cümlenin gelişine bakmak zorunda mıyım dangoz adam? adam "de"yi yanlış kullanıyor, biz kafamızda düzeltip doğrusunu anlıyoruz, herif bir de utanmadan "yanlış yazarım nolmuş?" kafasına giriyor, ruh hastası da "doğru kullan" diyen oluyor. hem suçlu hem güçlü lan. yeni türkiye'nin yeni grameri.

  • mantıkta, çelişik kurallar veya sınırlamalar nedeniyle bireyin kaçamayacağı paradoksal durumları da ifade eder. joseph heller 1961'de yayımladığı romanı catch-22'de ortaya koymuştur.

    catch-22 durumu bir bireyin tabi olduğu, ancak üzerinde hiçbir kontrole sahip olmadığı kurallardan, düzenlemelerden veya prosedürlerden kaynaklanır, çünkü kuralla savaşmak demek onu kabul etmek demektir. diğer bir örnek, birisinin yalnızca ona ihtiyaç duymadan sahip olunabilecek bir şeye ihtiyaç duyduğu bir durumdur.

    örneğin bankadan kredi almak istiyorsunuz ama iyi şartlarda kredi alabilmenizin yolu, neredeyse krediye ihtiyacınız olmadığını bankaya kanıtlamakla mümkün olabiliyor. karşılıklı bağımlı koşullar nedeniyle kaçışın olmadığı bir ikilemdir bu. romanda bu durum şöyle açıklanıyor: savaş pilotu olmak için akıl sağlığı soruşturuluyor: savaşmak isteyenler zaten pilotluğa kabul ediliyor; savaşmak istemeyenler ise, "sadece akıl sağlığı yerinde olanlar savaşmak istemez" denilerek onlar da savaş pilotu oluyor. görsel olarak da şöyle. catch-22 durumuna bir örnek de, monty python ekibinin life of brian filminden görebilirsiniz.

  • efendim, işte bu hayvanların bayrak tutanlarından biri, yani bir efes pilsen sever yanına bir stella sever, bir samuel adams sever, bir youngling sever ve pilsner urquell sever ile birlikte bara gitmiş.

    stella'cı tabiatiyle barmenden stella istemiş, barmen vermiş, samuel adams'çı bir samuel istemiş, barmen vermiş, younglingçi, bir youngling yolla bakayım barmen derken, pilsner urquell'i seven arkadaş da pilsner urquell istemiş.

    efes pilsen sever hayvanoğluhayvan kıro da, bir bardak su istemiş efendim.

    tabi diğerleri şaşırmış, nasıl olur demişler, sen neden bira söylemedin?

    bizimkinin cevabı hazır tabi, "baktım kimse bira içmiyor, ben de içmiyim bari" demiş.

  • · korkmayın. eğer hala heyecanlıysanız kesinlikle trafiğe çıkmayın. trafik heyecan atma yeri değil, heyecan da hiçbir kazaya bahane değil. heyecan, henüz araba kullanmayı öğrenmemiş olduğunuz anlamına gelir.

    · sarı ışıkta durulmaz hocam.

    · yavaş kullanabilmek ustalık ister, sabır ister. sür'ate özenmeyin; marifet değildir. yürümeyi öğrenmeden koşmaya çalışmayın.

    · gereğinden fazla yavaş kullanmak da marifet değildir. trafiğin akışına ayak uydurun. trafik sizin akışınıza uyarsa kulaklarınız çınlar.

    · vites, vitese bakarak değiştirilmez. nasıl öğreniyorsanız öğrenin yerlerini.

    · vites, kadrandaki değere göre de değiştirilmez. arabanın anlık devri ve önünüzdeki yolun eğimine bağlı olarak değiştirmeli.

    · direksiyon kız gibidir. nazik kullanmanız lazım. incitirseniz sarsılırsınız.

    · dönüşünüz bittikten sonra direksiyonun düz konumuna gelmesi için elle çevirmeyin. kendi kendine düzelir o. hızınızı ona göre ayarlamayı öğreneceksiniz.

    · dikiz aynası kullanmıyorum veya kullanamıyorum diye bir durum sözkonusu değildir. kullanacaksın arkadaşım.

    · sinyalin gereksiz olduğu gibi düşüncelere girmeyin. sinyal diğerlerine saygı kadar tedbirdir de.

    · parmakla yol istemeyin, trafikte en çok buna sinir oluyorum.

    · direksiyon hakimiyetini kavrayabilip kavrayamadığınızı en iyi kendiniz bilirsiniz. eğer kavrayamamışsanız teyple, telefonla uğraşmayın.
    canınız yanar. başkasınınki de yanar.

    · bir cadde veya sokakta dur/kalk şeklinde ilerlerken bir aracın sağından hızla geçmeyin. karşıdan karşıya geçen yayalar olabilir, dikkat edin. yayalara zaten dikkat edin. çocuklara fazla fazla dikkat edin. motorsiklet, bisiklet ve diğer tekerlekli araçlara dikkat edin.

    · trafikte kul hakkı mefhumu yoktur. yol hakkı vardır. kaza olmadığı sürece yol hakkı mefhumu da yoktur.

    · zırt pırt kornaya basmayın. minibüsçü gibi ne o öyle?

    · diğer sürücülere ve yayalara karşı toleranslı olun. her zaman...

    · otobüslere mümkün olduğunca yol verin. dolmuş ve taksicilerinse yolundan çekilin. onlar alırlar o yolu. çok dikkat edin. *

    · biri size makas atıyorsa veya hızla geliyorsa rotanızı ve hızınızı sakın bozmayın. o sizi görüp o esnada ne yapmayacağınızı kestirebilir. kendinizi kurtarmak çabasıyla farklı hareketler yapmaya çalışıp faciaya yol açmayın. bırakın geçsin gitsin.

    · trafik sıkışırsa sinirlenmeyin. kurtuluşunuz yok.

    · otobanda trafik sıkışmışsa, şerit değiştirerek ilerlemek sadece zaman kaybettirir.

    · son olarak... antifiriz benzin deposuna konulmaz. etmeyin, eylemeyin...

  • az evvel bilgisayardaki işlerime yönelmeden bir tv'ye bakayım dedim. ülke tv'de kendisini gördüm.

    "ne demek ya polise karşı gelmek?"

    "çocukken polis görünce saygı duruşunda bulunurdum."

    "türkiye'de demokrasinin bu kadar ilerlediği başka bir dönem olmamıştır."

    filan gibi şeyler söyledi. bilin bakalım ben ne söyledim?

  • "allah, der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım... ve ekler , o'nsuz yaşayamam deme, seni o'nsuz da yaşatırım... ve mevsimler geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur.. aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya işte.. olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.. düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın.. en garibi de budur ya, öldüm der durur, yine de yaşarsın."

    mevlana

  • skim böyle başak burçluluğu... bilgisayardaki sistem dosyalarını düzenlemek:(

    levent diye, o devrin digimon'u bir arkadaş toplamıştı ilk bilgisayarımı. sene 95. ilk günün akşamı evde kurcalıyordum, tek tek bütün klasörlere girip her bir dosyaya tıklıyordum peki buna basınca noluyo, e peki buna basınca noluyo diye diye.. böyle kurcalarken fark ettim ki aynı dosyalardan birden fazla yerde var. bir win32 mi windows mu ne öyle bir yerde var, bir program files diye bir yerde var, içlerinden bazıları başka bi yerlerde daha var... "dağınık levent tabi (anne tonlamasıyla verip de veriştirdim levent'e) elli kez kopyalamış aynı dosyaları bilgisayarın hafızası dolacak boşuna" diyerek kolları sıvadım ve müthiş bir işgüzarlıkla sabaha kadar benzer/aynı adlı tüm sistem dosyalarının eşlerini silip silip tek klasör altına topladım hepsini. sonuç olarak da sabaha bilgisayarı kucağıma almış halde ıkına sıkına 3 otobüsle bakırköy'den hacıosman'a gidip, suratımda takınabildiğim en sempatik "ben bi bok yidim" gülümsemesiyle levent'in ziline basmam gerekti.

    yalnız o vakitler bilgisayardan alınan zevk bile başkaydı be... windows plus'ta mı ne gelen, tren istasyonlu wall paper'ı görmek için evden kalkıp 2,5 saatlik yolu tepip sarıyer'deki arkadaşa gitmişliğim olmuştu. wall paper görmeye bak sırf. bu da mallık değil mi? değildi işte. abimden ablamdan çok seviyordum be o ilk bilgisayarımı. ne de güzel bilgisayardı... pentium 133 mmx, 16 mb ram, cücük kadar hard disk. autocad'e tıkladıktan sonra yatardım on dakka uyuyum o açılana kadar diye.