hesabın var mı? giriş yap

  • yurdumuzda deli tütün adıyla, batıda ise aztek tütünü adıyla bilinen; çok kolay yetişip çok verim alınabilen bir tütün türünden, nicotiana rustica'dan üretilir. tütün asma ve meşe külüyle (bazen de ceviz) karıştırılır.

    aztek şamanlarının sıklıkla kullandığı nicotiana rustica'nın özelliği, sigaralarda bulunan tütünden, yani nicotiana tabacum'dan yaklaşık 30 kat daha fazla nikotin içermesidir. maraş otunun bağımlılık yapmasının da, sigara kullanmayan birinde kafa yapmasının da sebebi içindeki nikotindir.

    bu tütün türü, ayahuasca yapımında da sıkça kullanılır, sigara gibi sarılıp içildiğinde bir nefeste sigara ihtiyacını giderir ve evde bir saksıda bile kolayca yetiştirilip içilebilir hale getirilebilir.

    afganların kullandığı, maraş otuna benzer şekilde tüketilen nasvar da bu tütün türünden yapılır.

  • dikkate değer olay.

    adam cıvıklık yapacak olsa bile parayı basıyor tesisatını yaptırıyor. mark gibi vileda kovasını alıp kafaya dikmemiş, takdir ettim.

  • star wars teklifini reddeden sevgilinin bu hareketinin ilişkiyi bozacağını iddia edenlerin büyük ihtimalle bir ilişkisi yoktur. eğer varsa sevgilileri bu teklifi reddetmemiştir veya reddetme potansiyeline sahip değildir. öyle bir filmle bozulmaz bu işler. bozulur da, üçüncü sınıf ergen sitcomlarında falan olur öyle sahneler. sanırım geyik olsun diye yazılıyor bunların çoğu veya star wars sevdiğini belli etmek için de olabilir bak.

  • bir bilgelik hikayesi vardır. bu, adı da "ihtiyar bilge" anlamına gelen lao tzu'nun anlatmayı çok sevdiği bir hikaye imiş;

    köyün birinde bir yaşlı adam varmış. çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış. öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. bir sabah kalkmışlar ki, at yok. köylü ihtiyarın başına toplanmış: "seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
    ihtiyar: "karar vermek için acele etmeyin" demiş. "sadece at kayıp deyin, çünkü gerçek bu. ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? bunu henüz bilmiyoruz. çünkü bu olay henüz bir başlangıç. arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

    köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "babalık" demişler, "sen haklı çıktın. atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var."

    "karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "sadece atın geri döndüğünü söyleyin. bilinen gerçek sadece bu. ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. bu daha başlangıç."

    köylüler bu defa açıkça dalga geçmemişler ama içlerinden "bu adamın akli dengesi yerinde değil" diye alay etmişler. bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. köylüler gene gelmişler ihtiyara. "bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. oysa sana bakacak başka kimsen de yok. şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.

    ihtiyar "siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "o kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez."

    birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. köyü matem sarmış. çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. oysa bizimkiler belki asla geri dönmeyecekler. oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer."

    "siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar, "oysa ne olacağını kimse bilemez. bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece allah bilir."

    "acele karar vermeyin. hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. karar; aklın durması halidir. karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi ve gelişmeyi durdurur. buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar ve insanı huzursuz eder. oysa gezi asla sona ermez. bir yol biterken, yenisi başlar. bir kapı kapanırken, başkası açılır. bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."*

    psikolojik ve nörolojik araştırmalar şu konuda hemfikir; gerçekleri ve verileri toplayan, pozitif ve negatif durumları tartan aklın yanı sıra, her birey duyulara dayalı bir karar verme mekanizmasına sahip.
    psikolog maja storch "her insan hem akıl hem duyusal dürtüleri farklı oranlarda karar verme sürecine dahil eder. " diyor. bir tutam akıl, bir çay kaşığı duygu..

    fakat yine de karar verme süreci her insanın kabusudur. bu durumlarda storch "kararım yanlışsa en kötü ne olabilir ?" sorusunu kendine sormak ve sezgilere güvenmek gerektiğini söylüyor. , hollandalı bilim adamı ap dijksterhuis da "sezgilerinize güvenin" diyenlerden. fakat sezgi, önyargı demek değil. her ne olursa, hele karar verirken önyargılı olmamak çok önemli. ölçüp, biçmek, olabildiğince ani ve acele kararlardan kaçınmak, doğru kararlara varmanın reçetesi olabilir. çünkü lao tzu hikayesinde olduğu gibi, hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

    kararlar mükemmel olmayabilir; biz mükemmel değiliz. bu nedenle, hayat hep bir öncekini düzeltmekle geçer.
    andre gidé, lao tzu'nun yolundan giderek şöyle demişti; "yaşamın kanunudur: önümüzde bir kapı kapanırsa, bir diğeri açılır. ama kayıplara o kadar üzülürüz ki, yeni açılan kapıya dikkat bile etmeyiz."

  • ayrılık insanlar icin: kadını erkeği tabiki de olmaz, ama erkeğin ki daha ağır geciyor nezdimde. erkek aşk acısı yaşamaz, ölüm yaşar, kendinden geçer, depresyona girer, kafasına her şeyi takar. bakımsızdır, pasaklanır, küflenir evi.
    bir kaç dk yüzünü görebilmek için günübirlik şehirlerarası yolculuğa bile çıkar. terkedilirken bile fedakarlık yapar.
    bu erkeğin çevresinde mutlaka: "sana kız mı yok" diyen bir klişeci de mevcuttur. yarasını deşer.
    erkek, aşk acısını unutmaz, unuttuğun zanneder.
    alkol, saçma sapan ps oyunlarında teselli arar.

    ya kızlar?

    hemen şıkır şıkır giyinip çoşmaya giderler. bir de sosyal medyadan ayrıldığını herkese duyurma merak vardır, mutlaka pusuda bekleyen bir adam da olur nedense. instagram, twitter hemen aktifleşir. acılarını eğlenerek, gerdan kırarak atmaya çalısırlar. bir de bunlardan yanında "ececim sana hic yakışmıyordu zaten" diyen bir gerizekalı da mutlak bulunur. sonra bi çocukla tanışılır, bir öpüş yapılır, diğer gerizekalı acı mı çekiyor, üzülüyor mu, kim takar yalova kaymakamını, güzelinden bir fotoğraf paylaşılır. olaylar gelişir.

    biri saksımızı çiğneyip gitti
    biri duvarları yıktı
    camları kırdı
    fırtına gelip aramıza serildi
    biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
    her şeyi kötüledi
    bizi yaraladı
    biri şarabımızı döktü
    soğanımızı çaldı
    biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
    ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor

  • son yılların yeni trendi.

    dobrayım, açık sözlüyüm ayağına insanların kalbini kırmak moda olmuş durumda.

    özellikle kendinden zayıf ve güçsüz insanlara karşı uygulanan bir çeşit güç gösterisidir bu.

    açıksözlü olmak ile patavatsız ve küstah olmak arasındaki farkı dahi idrak edemeyen insanlardır bunlar.

  • kpss'den bir türlü atanabileceği kadar yüksek puan alamamış özel sektör kölesi bir garibanın tespiti. amk sanki özel sektörde çalışınca dünyayı keşfediyorsunuz. atomu parçalıyor, meteorlara söz geçiriyorsunuz. keşke memur bari olabilseniz...