hesabın var mı? giriş yap

  • sene 2002-2003 falan, üniversitedeyim o zamanlar izmir’de. tarsus’lu bir arkadaşım vardı onunla buluşacaktık, kordon’da rakı içecektik. buluşmadan 2 saat önce aradı abi benim memleketten arkadaşlar geldi, onlar da bize katılsa olur mu dedi. ben de hiç sevmem bu son dakika değişikliklerini, tanımadığım insanlarla takılmayı falan. küfrede küfrede tamam dedim. akşam gittim bunlar 3 erkek oturuyor, 2 tanesi (biri benim arkadaşım olmak üzere) zenci kadar esmer diğer çocuk da uzun boylu sapsarı bişey. neyse söylene söylene oturdum 4 erkek napcaz diye, arkadaş öbür çocukla tanıştırdı. sonra da kıvanç’ı tanıyosundur zaten dedi. o laftan sonra 1 dk. falan bakmışımdır adama yok ya çıkaramadım aynı bölümde miyiz diye sordum. arkadaş olm adam güzellik yarışmasında birinci oldu hiç mi görmedin amk dedi. ben de abi erkek güzellik yarışmalarını takip etmiyorum senin gibi diyerek aklımca lafı soktum arkadaşa. neyse uzun lafın kısası bütün akşam oturduk kıvanç anlattı durdu, gülümsemedim bile, 2-3 kez muhabbete girdim sadece. aslında adam da kötü niyetli değildi, benim sıkıldığımı anlayıp bana kişisel sorular bile sordu ama işte olmayınca olmuyo. yıllar sonra o kıvanç türkiye’nin en popüler insanlarından biri olurken ben de aynı meymenetsiz surat ifadem ile bu satırları yazıyorum.

  • pasifik kıyıları ve güney doğu asya'da pek çok insanın besin kaynağı olan yarasadan yapılan çorba. tahmin edeceğiniz gibi sadece çorbası yapılmıyor yarasanın, epey bir yemek türü var.

    çin, seyşeller, endonezya, vietnam, guam ve diğer bazı asya ve pasifik kıyıları ülkelerinde ve kültürlerinde çeşitli miktarlarda tüketiliyor yarasalar. sadece besin kaynağı olarak değil, derileri için de yarasaları avlıyorlar. av teknikleri ise genelde ağ ve av tüfeği.

    yarasaya ait herhangi bir yemek, her ne kadar bize şu anda epey iğrenç gelse de bulunduğumuz coğrafya çevresinde (avrupa ve orta doğu'nun bazı bölgeleri) bir dönem tüketilmiş. avrupa'da yarasa konusunda en bilinen örnek, italya'nın kuzeyinde vicenza şehrinde yer alan costozza köyü. şimdilerde italya'da yarasalar yasalarla koruma altında olsa da bir dönem bu bölgede yarasa yemek ciddi bir kültürmüş.

    yarasaların tadı türüne göre değişiyor ancak internette bu eti tecrübe eden insanların genel görüşü yarasanın tadının daha çok sert tavuk etine ve sincap etine benzediği yönünde. düşük yağa ve yüksek proteine sahip yarasalar ızgarada, güveçte ve derin yağda kızartılmış şekilde tüketilebiliyor.

    yarasa eti, pişirme esnasında idrara benzeyen keskin bir koku yayabiliyor; bu nedenle insanlar bu kokuyu bastırabilmek adına soğan, sarımsak, acı biber ve bira gibi eklemeler yapıyorlar.

    bu günlerde çin'de yeni bir koronavirüs (wuhan virüsü, 2019-ncov) tipinin ortaya çıkmasıyla sosyal medyada yarasa çorbası görüntülerini sık sık görüyoruz. wuhan virüsü konusunda yarasalardan şüphelenildiği doğru ancak bilim insanları virüsün kaynağı konusunda henüz net bir açıklama yapmadılar.

    araştırmacılar, 2019-ncov'daki protein kodlarının, daha çok çin'de bulunan iki yılan türünün taşıdığı koronavirüstekilerle benzerlik gösterdiğini belirledi. çalışmada, bulguların virüsün en olası kaynağının yılan olabileceğine işaret ettiği belirtildi. yani şimdilik olağan şüphelilerimiz yarasa ve yılanlar diyebiliriz.

    bu arada ek bilgi olarak, yarasalardan ilk kez şüphelenilmediğini de belirtelim. 2002-2003 döneminde çin'de 8000'den fazla kişinin hastalanmasına, 700'den fazla kişinin de hayatını kaybetmesine neden olan sars adlı bir hastalık vardı. sars, yine wuhan virüsü gibi koronavirüs ailesine mensup virüslerden kaynaklı bir solunum yolu hastalığı. o dönem de bilim insanları yarasalardan (özellikle de at nalı yarasası türü) ciddi şekilde şüphelense de hastalığın çıkış noktası konusunda net bir bulguya ulaşamamışlardı.

    kaynak 1, kaynak 2

  • bu kesinlikle babamdır.

    hayatının her anında her kim olursa olsun bir önemi yoktur.

    bir mevzu için öğleden sonra vali ile görüşmeye gittik. sekreteri, sabah gelmedi ne zaman geleceğini de bilmiyorum dedi. olsun biz bekleriz dedi.
    saat 15:30 gibi gelen valinin önüne atlayıp aslanım sen niye görevinin başına gelmiyorsun da bu kadar milleti bekletiyorsun demişliği vardır.

    bu ve buna benzer yüzlerce anısı vardır.

  • ilk kez stephen hero'da ete kemiğe bürünen joyce'un alter-egosu stephen dedalus, katolik prensiplerle, cizvit anlayışla, sistemle, aileyle ve toplumla yüzleşerek esas kimliğini bulmaya çalışır. joyce'un bizzat dil vasıtasıyla, kuşatılmış bir dublinli olarak ingiliz kültürüyle mücadele edip onu altüst etmesi gibi dedalus da bu saydıklarımın üstesinden gelmeye çalışır. sanatçı her şeyden önce özgür olmalıdır. hele de deneyci, yenilikçi bir sanatçı olmak düşünü kuruyorsa her şeyi göze alabilmelidir. geleneğin bütün göstergeleriyle savaşı göze alabilmelidir.

    nitekim joyce, fazlası var eksiği yok, böyle bir sanatçıdır. bir de bütün bunlar onu kesmemiş olacak ki ulysses'in açılışında gene fransa'dan henüz dönmüş bulunan şair adayı dedalus'a rastlarız. latince meraklısı bu yarı izole yarı saplantılı kimlik dediğim gibi joyce'un izdüşümüdür. joyce da onun gibi bir zamanlar paris'te tıp öğrenimi görmüş ama maddi sebeplerden bırakmak zorunda kalmıştır. dedalus da ulysses'te sürekli vurgu yapıldığı gibi gene maddi olanaksızlıklardan dolayı dublin'e avdet etmek mecburiyetinde kalmıştır. sıkışmış bir kişiliktir.

    joyce bu romanda bilinç akışını kullanmış olsa da ulysses'deki gibi karmaşık anlatı tekniklerini iç içe kullanmamış ve daha yalın bir yapıt ortaya koymuştur. geothe ve flaubert'in de denediği "gelişim romanı" çerçevesinde dedalus'u enine boyuna incelemiştir. sanatçının portresi dublin'in kasvetinde nasıl bir renge bürünür? şair veya sanatçı olmak oscar wilde'ın da dediği gibi yoksa çok büyük bir başarısızlık mıdır? katolik dünyası sanatçının sırtında bir kambur mudur? baba-oğul çatışmasının gri alanları nelerdir? bunlar otobiyografik detaylarla işlenmiştir.

    joyce'la tanışmak için genellikle dublinliler adlı öykü kitabı önerilir. ama bu romanla da başlanabilir. ulysses'e yumuşak bir giriş değildir elbette. joyce'un iç dünyasını, edebî çizgisini anlamak, dedalus'u yakından tanımak için okunması zaruridir. ingiliz dilinin bir irlandalının kaleminde nasıl kanatlanıp uçtuğunu görmek için de okunmalıdır. felsefeden, antik yunan'dan, poetik damardan sürekli beslenen büyük bir sanatçının geothe ile flaubert'den aşağı kalmadığını yordamak için de elden geçirilmelidir.

    ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)

  • kadın kötü bir şey söylemediği halde birazdan modern çomarlar tarafından linç edilir.

    kendi görüşüdür, selda bağcan öyle giyinmeyi seviyorsa istediği gibi giyinebilir. ama gidip de kimseye "sen niye açık giyiniyorsun," diye saldırmadığı sürece ki böyle biri değil problem teşkil eden bir durum yok ortada.

    ayrıca yukarıda biri öyle bir vücudum olsa ben de kudururdum diye karşısındaki insanı aşağılayıcı tutumda bir yorumda bulunmuş. eminim selda bağcan kazandığı onca başarı ve geldiği o konumda senin gibi modern köylüyü çok kıskanıp kuduruyordur.

  • minibüs şöförünün yola tükürmek için hareket halindeyken kapıyı açıp eğilmesi ve aşşağı düşmesi ve minibüsün, yolcular çığlık çığlığa iken kendi kendine gidip bi arabaya çarpması...*

  • uçakta olmuş başka yerde olmuş hiç farketmez. türkiye gerçeğidir.

    vakti zamanında ( bu yaz başı ) adanaya gidecek uçağa binmek sebebiyle kadıköyden iett otobüsüne bindim ki sabiha gokcene gideyim. sabahın 7 si falan. 2 tanede müptezelligin dibine vurmuş kafaları beton olmuş gençte bindi. tabi mevzu para vermem beleş binerime döndü. şöföre ana avrat sövmeler keserim lan gırtlağını tarzında muhabbetler. tabi şöför amcam dayanamadı koca otobusu içindekilerle durdurdu polisi çağırdı. otobustekıler galeyan - hadı gıdelım ucaga yetısecegız , bız sızın kavganızı seyretmek zorundamıyız falan. polis geldi gençler sakin olun adam olun minvalinde kelimeler söyledi basti gitti. ne zaman ki elemanlar pendik civarinda inmek için hareketlendi o zaman film koptu. arka kapıdan gelen iki eleman on kapıdan yolcu alan soforu cektı dısarı cıkarttı. rahat 60-70 olan otobusten ben ve bir genc cocuk dısında bır allahın kulu ınmedı. ben kı boyle durumlarda belayı direk ustume cektıgımden alıskınım. cocuklardan bırının salladıgı kemerın tokası kaşıma geldı ıkıncı salladıgı kemerı savusturdum benı pas gectı otobusun camını tuzla buz etti. hala otobusten ınen bir kisi yok. hea sonuc ne oldu. sofor amca bıraz hırpalandı ama 2 muptezelin anasının amınıda pendık koprusu asfaltına gomduk 3 kişi.

    bu uçaktaki yaşananın da pek farkı yok.

    gercı olan bızım kaşa oldu. o şekilde toplantıdan toplantıya girdim : )

  • benim bu. yapım böyle. herhangi bir psikolojik tespit kasacak değilim. kimseyle kötü değilim. kimseyle aram da bozuk değil.

    boş muhabbete gelemiyorum.

    enteresan şekilde beni arayıp sorarlar mesela.

    sanırım nedeni görüşülen akraba sayısının minimum sayıda olması ve iş için başka bir şehirde yaşadığın için geçmişinden uzakta olmak.

    ömrümde hiç toplu mesaj da yollamadım mesela.

    aslında kalabalık ortamları severim. ama istediğim zaman girip , istediğim zaman da o kalabalıktan çıkıp yalnız kalabilmeliyim.