hesabın var mı? giriş yap

  • kınanacak bir durum değil ey sözlük ahalisi..
    bu kumar denen bağımlılık, belki uyuşturucudan bile daha kötü bir bağımlılık.

    zenginmiş, fakirmiş ciddi anlamda fark etmiyor.
    benim rahmetli pederden biliyorum. 90'lı yıllarda, oluk oluk para getiren bir kafe sahibiydi bizim peder.
    şöyle söyleyeyim öyle iş yapıyordu ki, o günün parasıyla günlük 1 asgari ücret iş yapıyordu.

    fakat peder beyin, 13-14 yaşından beri asla geçmeyen ve hayatına mahvedecek bir hastalığı vardı; kumar bağımlılığı

    dedemden yediği dayaklar istanbul'a 4. köprü olur bu hususta. dedem de kumarbaz bir adamdı.
    zaten dedem, tütün tarlalarını, koyun sürüsünü vs yemiş bitirmiş hep kumarda.

    babamın da ondan kalır yanı yoktu.
    askerde defalarca zar yakalatmış bu yüzden dayak yemiş, en sonunda hamamböceklerini yakalayıp yarıştırarak, kumar tutmuş bir adam. öyle hastalıklı..

    bu kumarla geçen yıllar, bizim için öyle bombok bir durumdu ki. babam işlettiği kafeden günde 1 asgari ücret para kazanırken, biz evde yiyecek ekmek bulamazdık.
    peder beyin içtiği biraların şişelerini satarak ekmek aldığımı bilirim.

    eve gelen haciz kağıtları, bakkalın çakkalın veresiyeyi kesmesi, üstümüze başımıza konu komşunun verdiği eski kıyafetleri giymemiz gibi türlü rezillikler de cabası......

    ve peder bey kumarhanelerde ( o zaman türkiye'de otellerde kumarhaneler açıktı) dünyanın parasını yerdi.
    ki normal kahvehanelerde, batakhanelerde oynadığı kumarlarda kaybettiği paraları saymazsak., sadece otellerdeki makinelerde, şuanki kaba hesapla 1 ev, 1 dükkan, 1 araba, 1 yazlık yemiş bitirmiştir.

    oteller kapanınca, yer altına indi bu kumar işleri.

    son baskınlarda görüyoruz işte, polis gelince kümesteki tavuklar gibi kaçışanları. gülüp geçiyoruz ama cidden sorsanız baksanız hepsinin ailesi perişandır.
    ceplerinde doğru düzgün para yoktur.
    bizim peder beyin, işte o baskınlardaki gibi kaçak kumarhanelerde yediği para da otellerde yediğinin x2 katı....
    üstelik evde çoluğu çocuğu açken, hacizlerle boğuşurken....

    bu yüzden serdar ortaç'ın geldiği noktayı az çok anlayabiliyorum. maalesef tedavisi mümkün bir hastalık da değil.
    babamsa 2006 yılında, tam da serdar ortaç'ın şuan olduğu yaşta, akciğer kanserinden, sefalet içinde öldü.
    annemden boşanmış, etrafında hiç arkadaşı kalmamış, oturacak başını sokacak bir evi dahi olmayan, saygınlığını yitirmiş, kumar oynadığı kahvehanede yatıp kalkan evsiz birine dönüşmüştü.
    o zamana kadar ömrüm hep pederin alacaklılarıyla, kendisinin psikopatlıklarıyla geçmişti.
    ilk defa o öldükten sonra rahat nefes alabilmiştim.
    doktorlara sorarsanız ölüm nedeni akciğer kanseriydi ama bana sorarsanız kesinlikle kumar derim.

    kısacası dostlar, tedavisi imkansız bir hastalık.
    o yüzden kesinlikle bulaşmayın derim.
    kumar öldürür ama öncesinde süründürür.
    ama öncesinde, paranızı, işinizi, çevrenizi, ailenizi, karakterinizi alır sizden...

  • diyalog tekrarı: tahminen üç saniyede bitmesi gereken karşılıklı bir diyalogun sürekli tekrarlarla uzatılması yöntemiyle gerçekleşir. sadece üç kelime ile anlatılabilecek olay örgüsü işkenceye dönüşür.

    -mert'i en son kemal'in evinden çıkarken görmüşler
    -kemal'in evinden mi?
    -evet kemal'in evinden
    -evden çıkmış ve gitmiş öyle mi?
    -mert kemal'in evinden çıkmış arabasına binip gitmiş
    -mert'in kemal'in evinden çıktığına emin misin?
    -mert'in evden çıktığını duydum, görmedim
    -kemal'in evinden mert'in çıktığını görmüşler demek...çok enteresan
    -evet ben de ilk duyduğumda şaşırdım. mert'in kemal'in evinden çıkarken görülmesi insanı şaşırtıyor

    (allah belanızı versin)

  • uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşı aradım, bir sigorta şirketinde çalıştığını bildiğimden aramızda geçen konuşmanın fitilini verdim, şöyle:
    - beyefendi ben çükümü sigortalatmak istiyorum, fakat paha biçemiyorum.
    - biz biçeriz efendim, zaten 200 gram et parçası, fazla prim ödemezsiniz.
    - peki, başına birşey gelirse, siz yenisini takıyor musunuz?
    - yenisini takıyoruz efendim, fakat aynı yere değil.
    - orrozbuçocuuuuuu!!!
    (gülüşmeler)

  • mükemmel bilgilendirici entryleriyle günüme anlam katan vasat yazar. hayrına takip edin de twitterının reklamını yapmayı bıraksın;

    (bkz: #31188923)
    (bkz: #31187886)
    (bkz: #31184785)
    (bkz: #31176335)

    kankası düşünen hayvan sayesinde uçmayacaktır blog reklamı yapan ve kimsenin kankası olmayan sivyusun aksine.

    ps: ufak bi bilgi daha vereyim sadece ama sadece 2 gg yüzünden 3 ay çaylak oldum zamanında kendisinin 26 ggsi var ne hikmetse halen yazar. sözlükte iltimas ve torpil yoktur diyenlere bu arkadaşın moderasyon tarihçesine bakmasını öneririm.

  • tek bir para birimine sahip bir dünya çok daha verimli olacaktır, aynı zamanda çok daha kırılgan.

    -farklı ekonomiler birbirine sıkı sıkıya bağlı olacak ve tüm korumacı engeller kalkacaktır. böylece küresel ticaret çok daha hızlı yayılacaktır.

    -ülkeler kendi paralarını basamayacak, bu yüzden sadece ekonomik büyümeye güvenecektir.

    -para, güçlü ekonomilerden zayıf ekonomilere serbestçe akacaktır.

    büyüme güçlü olur, ancak uzun vadede sürdürülebilir olmazdı.
    birbirine bağlı bir dünya çok daha kırılgandır.
    bir ülkede ortaya çıkan herhangi bir yerel kriz, hemen her yere yayılacak ve bir tür zincirleme reaksiyona neden olacaktır.

    mö 1177 tek bir para birimi kullanıldı. medeniyetin çöküş nedenlerinden biri oldu.

    avrupa birliği projesinde tek bir para biriminin benimsenmesi kuşkusuz yerel ekonomileri, ticareti iş gücünü ve serbest dolaşımını artırdı. zaten bu ülkeler ticaret kolaylığı ve karşılıklı büyümeyi teşvik etmek için ortak bir para birimi benimsedi.
    aksi halde ülkeler arasındaki ticaret hantal ve giderek daha karmaşık hale gelirdi.

    bununla birlikte, kriz dönemlerinde olumsuz etkilerini görmeye başlıyoruz. avrupa'daki birçok taraf paralarını geri almayı dahi düşünüyorlar.

  • yazarları açısından çok belirgin bir faydası var romanların: onlar, yaşamlarını uçurumun kıyısına sürüklemesi an meselesi olan kişisel krizlerinin üstesinden yazarak, kurguya dökerek, öyküleştirmek suretiyle geliyorlar. roman yazmak bir zorunluluk onlar için, yaşamsal bir niteliği var. tek bir kriz anını her seferinde bambaşka öyküler içinde anlatılaştırıyorlar. bu yaşamsal faydanın yanı sıra toplum tarafından tanınırlık, maddi kazançlar, sanatçı sıfatının prestiji gibi ikincil faydalar da var ama en başta geleni yaşayabilmek için yaratmak.

    okurlara ne oluyor peki? yararlılık açısından ele alıyorsak bir yazarın kazançlarıyla kıyaslanamaz okurunkiler. eğer gelecekte bir roman yazarı olmayı kafasına koymadıysa, okudukları hakkında geniş kapsamlı eleştiriler yazabilmek, yorumlamak değilse amacı, yani sırf keyfine okuyorsa, romanlardan arta kalan nedir onun için?

    okumanın keyfidir okurun eline geçen. barthes'ın "metnin hazzı" dediği şey roman okurunun yaşadığı histir. yazarın keyiflenebilmesi ancak kitabını tamamlayıp da piyasaya sürebildikten ve orada belli bir satış başarısı kazandıktan sonra mümkünken ve bu süreç son derece acılıyken, roman okurununki saf bir haz almadır. hazıra konar ve romanlar arasında keyfini sürer.

    roman okumak bana ne veriyor? başkalarının yaşam hikayelerine bir göz atmamı, merakımı bir süreliğine dindirmemi sağlıyor. biraz olsun meraklı değilseniz roman okumak da film seyretmek de son derece yararsız , gündelikten uzak hayaller olarak görünecektir haliyle. merakla açılmış algım yazarın kitap olarak sunduğu evrenin içine dahil olmamı sağladığında başka dünyalar, başka yaşamlar, kendiminkine çok yakın ve benimkinden çok farklı meseleler görüyorum. öznellik boyutunda böylesine bir zenginliği dışarıda, maddi yaşamın hengamesinde algılayabilme şansı çok azdır insanın. gündelik yaşam öylesine hızlı şekilde akıp gidiyor ki her daim konuştuğum insanları bile tanıyamamış oluyorum çoğu zaman. önümde duran romanı okumaya başladığımdaysa koşuşturmanın yerini alan yavaşlığın içinde başka yaşam olasılıkları nın varolduğunu keşfetme şansım oluyor. kitapta sunulan o evrenin yapmacıklığına ya da hikayelerin gerçekdışılığına aldırış etmeden ilerlediğim her seferinde kendi gerçekliğimle temas eden ayrıntılar yakalamamı sağlaması gibi bir yararı dokundu romanların bana. kurguyla gerçeklik bir yerde temas ediyor çünkü farklı düzeylerde de olsa ikisinin konusu da insan.

    biraz meraklı olmak gerekir romandan keyif alabilmek için. yaşamınızın her düğümünü çözmeyi başardıysanız, gündeliğin içinde hiç sarsılmadan yaşayabiliyor, "bulduklarımla mutluyum" diyebiliyorsanız son derece gereksiz bir şeydir roman okumak. yazarın krizi kadar şiddetli olmasa da, okur da kendi yaşam bunalımlarında romanlardan medet umar. özdeşleşmeye ihtiyaç duyacak kadar yalnızlaştığımızda ya da gerçeklik, kaçacak bir delik arayacak kadar bunaltıcı gelmeye başladığında kapılarını açan romanların sağaltımsal işlevleri son derece faydalıdır. bir krizin çözümünü sağlamasa da nefes almaya imkan tanır. edebiyat, genel olarak da sanat ruhsal acılara pansuman olmak için vardır zaten.

    insanı ayakta tutan şey, ister gerçeklikte olsun isterse kurgusal düzlemde, tanıdığı başka yaşamlardır. kendi zayıflıklarıma katlanabilmemin tek yoludur başkalarının da benzer süreçlerden geçtiğini algılayabilmem. diğer türlüsü devasa bir yalnızlığın içine düşmek olurdu ki, kolay değildir onun içinde yaşamak. bu açıdan bakınca yaşamsal bir yararı var romanların.