hesabın var mı? giriş yap

  • rüştü'nün günlük hayatında kullandığı kelime sayısını ti'ye alan adamın konuşurken karşısındaki insanı kanser eden biri olması ironik. köşeyi başkalarının yazdığını ima eden bu mektubun da kendisinin elinden çıkmadığı oldukça aşikar, bu da ironinin katmerlisi.
    alttan alta edilen tehditler, seni biliyoruzlar mektubu yazan kişinin terim'i iyi tanıdığının ve işini iyi yaptığının göstergesi.
    yasal yollara başvuracakmış, birini istifaya çağırmak hangi yasada suçtur acep?

  • tek başına yaşayanlar için:
    herşeyden önce bir köpeğe asla tek kişi bakamaz. o yüzden alacağınız yardım ve desteği baştan planlayın.
    büyük sorumluluk sizde olacak ama bir seyahate çıktığınızda, akşam plan yaptığınızda, acil durumlarda ve benzeri hallerde köpeğe kim bakacak bunu baştan düşünmelisiniz. bu kişiler bir ücret karşılığı veya sadece size yardımcı olmak amaçlı olabilir. ama mutlaka birileri olmalı...

    şimdi diğer öneriler:
    1) ilk köpek için seçeceğiniz ırkı herşeyden önce sizin tecrübesizliğinizden etkilenmeyecek bir ırk olmasına dikkat etmelisiniz. burada yine labrador ve golden retriever öne çıkıyor tüm ırklar arasında. bu kadar tutulmalarının sebebi de bu. okumadıysanız: (bkz: #30746354) karakterlerindeki pervasızlık, yalnız kalmak da dahil herhangi bir travmaya karşı psikolojik bir kalkan oluşturuyor denebilir.

    2) evde yaşamakla köpeğin cüssesi arasında ilişki kuran çoktur. kanımca bundan daha ziyade köpeğin enerji potansiyeli önemli. örneğin küçük bir ırk olmasına rağmen bir jack russell evde yalnız kalmaya çok daha az müsait bir ırk.

    3) küçük bir ırk seçecek olursanız hiç sahip olmadım ama gözlemlediğim kadarıyla fransız buldoğu veya minyatür schnauzer çok sakin ırklar. ve almanya'da çok güzel schnauzer'ler bulmak mümkün olur sanıyorum. (sizin yerinize olsam ciddiyetle değerlendirirdim bu ırkı)

    4) bütün köpek ırkları hususunda çok iyi bir rehber olarak http://www.dogbreedinfo.com/'yu tek tutarım.

    5) hangi ırkı seçerseniz seçin olası sağlık problemlerini ciddiyetle gözden geçirin, yaşadıklarımdan sonra köpek alırken herşeyden önce göz önüne alnıması gereken en öncelikli hususun bu olduğunu ne kadar tekrar etsem azdır. safkan bir köpekte genetik hastalık riski her zaman vardır. bunu da unutmayın. başta gelen hastalıklar:
    - kalça çıkığı başta olmak üzere ortopedik kusurlar (küçük ırklarda daha az risk var)
    - epilepsi
    - sağırlık
    - göz kusurları
    - kanser
    bütün bunlara karşı alınabilecek en iyi önlem de üreticiyi iyi seçmek ve köpeğin seceresini güzellikten önce sağlık açısından değerlendirecek dürüst bir üretici ile çalışmaktır.

    6) hangi ırk alırsanız alın 2.5 - 3.5 ay arası bir yavru tercih edin ki geçmişine ait bilinmeyenlerim yarattığı davranış bozuklukarı ile başa çıkmaya uğraşmayasınız.

    7) herşeye rağmaen evde bırakmaya kıyamam derseniz "sokaktan kurtarılmış" bir yavru almayı düşünebilirsiniz. bu sayede sokakta ölmek yerine ona bir yaşam şansı vermiş olmanın vicdani rahatlığı evinizde kapalı kalmasının vicdan azabı vermesini engelleyebilir.

    8) ama şunu unutmayın buradan olsun, geçek yaşamdan olsun köpek sahibi olmaya hazır olduğunu teyid ettiğim pek çok kişi şu ya da bu şekilde çok büyük umutlarla aldıkları köpeklerini, yapılan planlar işin pratiğine gelince ters teptiğinden evden göndermek zorunda kaldılar. yani ne olursa olsun ne tavsiye verilirse verilsin yürümeme ihtimali yine de vardır. ama iyi karar verin falan da demek büyük hata olur. benim tek söylemeye çalıştığım şu aşamadan olacakları öngörmek imkansız. köpekle yaşam ancak bizzat yaşayarak anlaşılabilecek bir tecrübe.

    sonuç olarak hele ilk köpek olacak ise sakin bir ırk seçmeye çalışın ama bunun kadar önemli olan uğrayabileceği travmalardan en az etkilenecek bir ırk olması. unutmayın yavru köpek her yere çişini kakasını yapan, önüne geleni çiğneyip, parçalayası olan potansiyel bir baş belasıdır. ama birlikte yaşayarak ve birbirinizi tanıyarak o vahşi yaratıktan pek çok insandan daha sosyal uyumu olan bir canlı çıkarabilirsiniz. ilgi ve bilinçle herşey her gün daha iyiye gideceketir.

    iyi şanslar!

  • ücretli köle arayan dallamaların salladığı çalışan türüdür. yerden göğe haklıdır.

    açık söyleyeyim, yukarıdaki üç soruyu bana biri iş görüşmesinde sorsa, kalkar giderim. her insan evladının da bu üç soruyu soracak kadar haysiyetten uzak bir işletmeyle karşılaştığında kalkıp gitmesi taraftarıyım. kimsenin size köle muamelesi yapmaya hakkı yok. üç kuruş maaşa çalıştırdığı adamı tapulu malı zanneden şerefsizler çalışacak adam bulamayınca akılları başlarına gelir diyeceğim ama o zaman da "işsizlik yok iş beğenmiyorlar" diye ağlamaya başlar bunlar. cehennemin dibine kadar yolları var. çalıştıracak adam bulamayıp topu atsınlar da meydan insanlığını kaybetmemişlere kalsın.

  • bulmak zor değil. bulduğunla sağlam gerçek bir ilişki kurmak, karşılıklı güven oluşturmak ve bir bağ kurmak aşırı zor. kimse kimseyi ne seviyor, ne değer veriyor, ne önemsiyor, ne ciddiye alıyor. her şey oyun, her söz yalan, her duygu geçici, her davranış sahte, herkes bencil, kararsız ve dandik. leş gibi bir döneme denk geldik.
    yani aşktan, sevgiden samimi ve ciddi beklentileri olan, iyi bir hayat arkadaşı isteyen, bir aile kurmak isteyen, düzgün bir ilişki, güzel bir evlilik yapmak isteyen insanların işi aşırı zor artık. bitik.

  • ders kitabı olarak işlendiğinde içindeki metaforlar dikkat çekmektedir. örneğin;

    robinson'un kazadan sonra dalgaların içinden sırılsıklam ve güçsüz bir şekilde karaya çıkması doğum anını simgeler. deniz, anne rahmindeki su, robinson bebek ve robinson'un denizde verdiği ölüm kalım savaşı doğum sancılarıdır. sancıların ardından robinson'un karaya ayak basması ise doğum anıdır.

    robinson'un adaya düştükten sonra gemi enkazına gidip, beline bir kordon bağlayıp yukarıya tırmanması ve enkazdan işine yarayan yaramayan herşeyi alması ise bir başka metafordur. gemi, robinson'a annelik yapmaktadır çünkü kendi öz annesi bile ona bu kadar destek vermemiştir. gemi anne robinson'u doyurmuş, isteklerine cevap vermiş, ihtiyacı olan herşeyi sağlamış ve en önemlisi ona hiç engel olmamıştır. ancak öz annesi hiçbir zaman zavallı robinson'a destek olmamış, kararlarına saygı duymamıştır.

    bir diğer metafor ise, robinson'un gemiye tırmanırken beline bağladığı halattır. bu halat göbek bağını simgelemektedir. e gemi anneyse, halatın da göbek bağı olması hiç şaşırtıcı değildir.

  • babam ciddi anlamda alkolikti. her gün bir yetmişlik deviren insan. * ben beş yaşıma gelince ettiğim bir laf üzerine komple bıraktı. ilaç, tedavi, destek almadan. bir gece çok sarhoş geldi eve, annemin ve babaannemin tuhaf bakışları eşliğinde abdest aldı, salondaki aynalı büfenin üzerinde duran kuranı indirdi, yemin etti bir daha içmeyeceğine. gecenin bilmem kaçı. kimse inanmadı. ben inandım. beş yaşında bir velet olarak, payım vardı bu işte, nasıl inanmayayım?

    içmedi de... hatta sarsıntılı geçen, tüm vücudunun kurdeşen dökerek tepki verdiği, mikrop kapmasın diye ispirto ile kaşırken her yerini, elinde kalan ispirtoyu içine çekerken utanıp kıvrandığı günlerin ardından bağımlılığı tamamen bitti.

    bu defa da "sofra" günleri başladı. ailemdeki tüm ehli keyiflere kendi elleriyle sofralar kurdu, içkilerini aldı, onlarla sabahlara kadar sohbet etti. öyle bir meydan okuma. bir yudum dahi içmedi kendisi bir daha ama.

    işte biz büyüdük. bara falan beraber gelir, bize ısmarlar, öyle seyrederdi. sadece bir kere, su kenarında rakı içen insanlara bakıp, "keşke ağzımla içebilseydim şu mereti" demişliği var ki, hepimizin içinde yaradır.

    keşke be baba. seninle hiç karşılıklı keyif yapamadık baba kız gibi ama biliyorum ki kralını yapardık olsaydın. kralını yapardık, zamanında bokunu çıkarmasaydın. kardeşimle yapıyoruz şimdi bunu. annem de ne seversek onu koyuyor sofraya, ne istersek onu pişiriyor. görsen derdin ki, "ulen, karı benim yetmişlikleri tuvaletlere döktü, bahçe duvarlarında kırdı, çocuklara sofra kuruyor, başlarım öyle işe"

    eee bizde de böyle*