hesabın var mı? giriş yap

  • püf noktalar

    yemekleri daima tencerenin içinden yiyin. böylelikle tabak kirletmemiş olursunuz

    asla sade pilav yapmayın. domatesli pilav yaptığınızda altını tuttursanız bile renginden anlaşılmaz

    mutlaka soğanlı bir yemek yapacaksanız asla soğana dokunmayın. özellikle rendelediğinizde elleriniz çok kötü kokuyor. bunun yerine soğana ekmek tahtasıyla beş altı kez vurmayı deneyin. aynı işi görür.

    patates kızartacaksanız soyduğunuz patatesleri asla yıkamayın. kızgın yağa attığınızda çok kötü patlıyorlar.

    yemekler asla kendi başlarına hareket etmezler. şayet geçen ay yaptığınız tavuk kendi kendine kımıldamaya başladıysa kurtlanmış demektir. sakın yemeyin.

    sebzeleri pişirdikçe vitamin değerleri düşer. mümkün olduğunca çiğ tüketin.

    karpuz tabağa koyulmaması gereken bir meyvedir. ikiye ayırıp ortasından kaşıkla yiyebilirsiniz.

  • bir aydır çektiğim ve bugün tel taktırdığım sıkıntılı hastalık.

    özel bir ayak bakım merkezinde 15 dakikada taktılar teli. biraz tuzlu oldu lakin çektirmek veya kestirmekten daha iyi olduğu kesin.

    daha önce bir devlet bir özel hastanede antibiyotik tedavisi uyguladılar iltihap geçmedi. hatta doktorlar biraz zaman geçsin öyle müdehale ederiz dedi.

    tel 5 ay kadar kalacakmış. kesinlikle öneririm diyemem lakin olumlu sonucu takıldığı an hissediyorsunuz .

    birkaç ayda bir bu mesajı editleyeceğim.

    edit: 3 gün önce tel çıktı şuan sıkıntı yok gibi emin olunca ikinci edit gelecek.

    edit 2: hiç sorun kalmadı çözüm kesinlikle tel tedavisi.

  • “bir politikacı ‘evet’ diyorsa, aslında ‘belki’ demek istiyordur. eğer ‘belki’ diyorsa, ‘hayır' demek istiyordur. ‘hayır’ diyorsa da, gerçek bir politikacı değildir. bir hanımefendi ‘hayır’ diyorsa, ‘belki’ demek istiyordur. eğer ‘belki’ diyorsa, aslında ‘evet’ demek istiyordur. bir hanımefendi ‘evet’ diyorsa, o gerçek bir hanımefendi değildir."

    sebastián pinera *

  • çanakkale savaşı başladığında genelkurmay başkanı bronzert v. sehellendörf, çanakkale 3. kolordu komutanı weber paşa, donanma komutanı amiral souchen, çanakkale boğaz komutanı amiral von usedon, 5. ordu kurmay başkan yardımcısı von wrankenburg idi.

    ayrıca çanakkale savaşında çanakkale boğazını koruma görevi 5. ordu komutanı liman von sanders'a verilmiş idi.

    asıl sana sormalı, neden osmanlı ordusunu elin gavuru yönetiyordu?

    atatürk o dönem göz önündeydi çünkü zamanında 31 mart vak'asını bastıran hareket ordusunun başında o vardı. ayrıca avrupalı devlet adamlarının tanıdığı bir diplomattı. hatta ve hatta sultan vahdettin'in yâveriydi.

  • karayolu projelerinde 10 km'den daha fazla düz yol yapılması; dikkat dağılması sebebi ile uygun bulunmaz. yani dümdüz yolda da sürücüler dikkat dağılması, uyuklama vb. nedenlerle kaza yapmaya oldukça yatkındır. işte bundan haberi olmayan yazar hezeyanıdır bu istek.

    kaldı ki bu mantıkla konya ovasında hiç trafik kazası olmaması gerekir.

    edit: itü yayınlarından yol inşaatı adlı kitabın 120. sayfasından:

    "gerçekte arazi durumu elverişli olsa da bir yolun uzun bir mesafe boyunca düz yani alinyiman olarak devamı istenmez. çok uzun, örneğin, 8-10 km'den daha uzun alinyimanlarda monoton bir ortam ve taşıt kullanma sonucu sürücünün dikkati dağılır. ayrıca, yolda yolda orta refüj yoksa geceleyin karşılıklı far etkisi yani göz kamaşması artacağı gibi yol doğu-batı yönünde ise uzun süreli güneş etkisi de söz konusu olur. her üç durum sürücü yönünden kazaya karışma olasılığını arttırır. bu gibi durumlarda, uzun alinyiman (düz yol) yerine daha kısa alinyimanlar teşkil edip bunları büyük yarıçaplı kurbalarla (viraj) birbirine bağlamak uygun olur. "

    demek ki neymiş, kendi kendine giden araçlar yapılmadıkça dümdüz yol ağı bir hayalmiş.

  • başlığında ergen fırtınası esmesine vesile olan sözde batış şekli. müzik dinlemek isteseymiş spotify'a gidermiş bak hele bak, inanılmaz bir buluş lan!

    radyoların tek amacı da düz playlist çalıp gitmekti sadece. zaten internet yaygınlaştıktan sonra radyo programı dinlemenin amacı sadece müzik dinlemekten müzikli sohbet (podcast) dinlemeye doğru evrildi, yani sandığınız gibi bir amaç gütmüyorlar uzun zamandır. yeni keşfettiniz galiba. zaten konu hakkında iki gündür aynı entry'lerin debe'ye girmesi nasıl bir sürü psikolojisi mevcut olduğunu kanıtlıyor.

    radyoda tanımadığınız bir insanın müzik zevkine ve dolayısıyla da dünyasına tanık olursunuz. bazı şarkıları sever veya sevmezsiniz ancak keşif boyutu nedeniyle heyecan vericidir, farklıdır. spotify'da zaten bildiğiniz veya yakın olduğunuz şeyleri dinleyeceksiniz. radyo ise yenilik getirir. bugün ünlü müzisyenlerin röportajlarını okursanız çocukken radyoda dinlediği farklı bir şarkı sayesinde ilham bulduklarını ve müziğe heveslendiklerini görürsünüz.

    radyo programı (eğer anonslar yerindeyse) bir şarkıyı ve şarkıcıyı tanıyarak müzik dinlemenizi sağlar, bu sayede dinlediğiniz şarkıyı dinleme öncesinde çok daha fazla merak eder ve sonrasında da spotify'daki gibi kolayca unutmaz ve içselleştirirsiniz, hakkında radyocunun söyledikleri aklınızda kalır çünkü. anonslar ve şarkılarla totalde bir hayat perspektifine, bütünlüklü bir duyguya tanık olursunuz.

    bugün konserlere sadece müzik dinlemek için mi gidiyorsunuz?

  • hayatımda ezberlediğim en anlamlı şiir istiklal marşıdır. dünyanın bütün popüler bağımsızlık marşlarını anlamlarıyla okuyan biri olarak söylüyorum bunu. kansızlar anlamaz.
    edit: başlığı ben açmadım. başlığı açan arkadaş ezberlediği en saçma şeyin istiklal marşı olduğunu savunmuştu. ben de aksini iddia etmiştim. salak salak mesaj atıp durmayın.

  • 21 aralık 2017 fatih terim'in gelmesi ile o çocukluğumda tanju diye bağırdığım sarı kırmızılı camianın taraftarı değilim. isteyen devam edebilir ama bizi yarı yolda bırakanı, milli görev diyerek gitti milli takımda milyonlarca euro prim ve tazminat peşinde koşmaktan işini doğru düzgün yapamayan bir insanı buraya türlü oyunlarla getirmesini sindiremiyorum. size bol şans, ben yokum.

    not: artık sadece şehrimin ezilen takımı ankaragücü var.

  • bu atlar hobi olarak koşmuyor arkadaşlar. seve seve yaptıkları bir iş değil. zorla yarıştırılıyorlar. yedikleri dayağın bini bi para. ne bekliyordunuz ki? yarış kazanıp para getirirse değerli, getirmezse hiçbir değeri olmayan işçiler bunlar. millet boşuna mı kıçını yırtıyor yıllardır hayvanların yarıştırılması yasaklanmalı diye.
    tanım: yarış atlarının güzellikle koşturulabileceğini düşünen iyi niyetli insanları tanımamıza sebep olmuş durumdur.

  • sevdiğim yazarlardan ayfer tunç, nasıl olunur podcast serisine konuk olduğu nilay örnek'in "yeniden sıkı edebiyatçıların da, yazarların da dizi veya film dünyasına daha çok girdiğini görüyoruz ve daha doyurucu geliyor" şeklindeki açıklamasına verdiği cevapta şu cümleleri sarfediyor:

    "bir şeyi mutlaka gözümüzün önünde bulundurmamız lazım. biz şimdi dijital çağa geçtik. bunun ne demek olduğunu, ne kadar önemli bir şey olduğunu hala tam olarak idrak etmiş değiliz. bu(nu) aslında bizden sonraki kuşaklarla aramızdaki makas daha da açıldıkça idrak edeceğiz. biz okuyarak öğrenen bir kuşaktık. yeni kuşak izleyerek öğrenen bir kuşak. yani çocuklar okuyarak öğrenmek istemiyorlar. benim yeğenim tarih derslerine video oyunu seyrederek çalışıyor. bu benim aklımın almadığı bir şey mesela. ama o oturuyor bir konu öğrenmesi gerekiyorsa o konuda video var mı onu araştırıyor. şimdi dijital devrim aslında tıpkı sanayi devrimi gibi elektriğin bulunuşu gibi çok önemli bir devrim. hayatımızda çok kökten, çok derin değişimlere yol açtı. bu edebiyatı, sanatı da etkiledi doğal olarak. dijital sanat diye bir şey doğdu. müthiş bir sanat alanı."

    (bu girişten sonra entry ile ilgili cümleler buradan itibaren başlıyor.)

    "geldiğimiz noktada dünyada değişmeyen de bir şey var; hikaye ihtiyacı. insanlık, adem'le havva'dan beri hikaye anlatıyor. kutsal kitaplar dediğimiz şeyler hikayelerden oluşur aslında. dolayısıyla insanlığın hikaye ihtiyacı bitmiyor. ama okuma ihtiyacı, okuyarak öğrenme ve okuma ihtiyacı giderek zayıfladığı için, ne yazık ki bunu üzülerek söylüyorum, bunun çok önemli bir eksi tarafı var onu da söylemem lazım, insanlar görsel anlatıya daha fazla yöneliyorlar. okuyarak öğrenmemenin ya da okumanın azalmasının yarattığı en büyük problem soyutlama niteliğinin düşmesi. çünkü kelime ile görüntü aynı şey değil. kelime gerçek anlamda bir soyutlamadır. kelime dediğimiz şey, harflerden oluşan bir işarettir ve zihnimizde masa dediğimizde, herkesin beynindeki masanın fotoğrafını çekebilsek, masa kelimesi söyleyen insan sayısı kadar masa imajı buluruz. ama masayı gösterdiğiniz zaman odur. dolayısıyla artık okumamanın yarattığı bir zihinsel körleşme var. soyutlama kabiliyetimiz azaldı. bu hayatın her alanına etki ediyor. politikaya, insan ilişkilerine, ekonomiye, sosyal ilişkilere ve insanlığın sığlaşmasının altında yatan unsurlardan bir tanesi de bu. biraz iddialı bir şeye gideceğim ama bu sığlık insanı mutsuz ediyor, çünkü insan aslında bu kadar sığ olmaması gereken bir varlık. sığlaştıkça mutsuz oluyor, mutsuz oldukça da kendisini sığlaştıran ürünlere yöneliyor tekrar. bu alışveriş tutkusu gibi bir şey, bir kısır döngü."

    ayfer tunç'un mükemmel şekilde yorumladığı bu meselenin üstüne ne söyleyebilirim diye çok düşündüm. okumamanın insanları, dolayısıyla insanlığı sığlaştırdığı gerçeği bir tarafa, şimdiki yaşlarımda daha net görüyorum ki; çocukluk yıllarımdan itibaren edindiğim okuma alışkanlığı, bana paralelinde birçok hayat verdi/veriyor. hepimizin ortalama bir ömrü olduğu muhakkak ve bildiğiniz gibi zaman izafi. işte, zaman dediğimiz şeyin uzayıp kısalabileceğini ve hatta derinleşebileceğini okuyarak gördüm, hissettim. sevdiğim kitapların yazarlarıyla, onların hikayesinde, gezdim, dokundum, korktum, yola çıktım, ağladım, güldüm, sevdim, aşık oldum ve nefret ettim. hepsi zamanı benim için başkalaştıran yolculuklardı. bu yolculuklara kendi içimde çıkmış, kendimi tekrar tekrar keşfetmiş, ömür süremin içine başka başka zamanları ekleyip, genişleyerek zenginleşmiştim. bazı kitapların sersemletici, varoluş sancılarını coşturan içeriği de buna dahildi. kim olduğuna ve hayatla ne yapmak istediğine dair çokça delil toplamak ve ölümlü olduğunu kabullenmek de, yine bu sürecin büyük getirilerinden biriydi.

    sığ bir hayat mı yoksa zamanla değişen, dönüşen ve derinleşen bir hayat mı? öylesine mi yaşamak istiyorsun, yoksa aslında kim olduğunu öğrenmek mi istersin? sana ne yapman gerektiği hep söylensin mi, yoksa özgür iradeni daha çok hissetmek mi istersin?

    sorular çoğaltılabilir ama karar senin. bana sorarsan, okumaya "şimdi başla, şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla." (tırnak içindeki kelimeler aldous huxley'in bir sözünden alınmıştır.)