hesabın var mı? giriş yap

  • ortamlarda sorsan da hepsinin en sevdiği film de fight club'tır ha!

    kişisel gelişim kitaplarında okudukları zırvaları kendi yaşanmışlıkları, fikirleri ya da hayat prensipleriymiş gibi anlatıp profesyonel görünmeye, prim yapmaya çalışan bir avuç beyaz yakalı kölenin tiyatrosu

    karakterler:
    tülay : ofiste klima savaşlarını yapan kişi .
    salih : meslekteki 20. yılına rağmen hala müdür olamamış, tecrübeleriyle egosunu tatmin eden ofisin deneyimlisi.
    arzu : hergün meeting set edip konsörnleri konuşan mba'lı abla.
    haldun: stajyerliği yeni bitmiş ve şirkette yer edinmeye çalışan yalaka.
    nazan : linkedin'in yılmaz özdil'i... ... ...
    belma : başka şirketten yeni geçiş yapmış ve otorite kurmaya çalışan yönetici adayı.
    ferhat: iş ortamında efendi adamlar yerine tercih edilen piç bu.
    hasan: şirketin badem bıyıklısı.
    adem: fizik okurken kafayı sıyırıp sonra iş bulamayınca finans sektörüne giren adam.
    mutlu: en alt tarafta en yapıcı yorumu yapan adam gibi adam.
    aykut: bariz ekşici.

  • bak en önemlisi şu. mesela şimdi lise öğrencisisin, harçlığın var. evde yemek istemezsen çıkar dışarda pizza , döner falan takılırsın. yani en kötü eve gider akşamdan kalmış olan, annenin yaptığı yemeği yersin, hatta çoğu zaman buna burun bile kıvırırsın. fakirliğin gözü kör olsun gibi tuhaf tuhaf triplere bile girersin.

    hah işte üniversiteye gidince o annenin yaptığı yemeği çok özleyeceksin. o dışarda yediğin yemeğin ne kadar sağlıksız olduğunu, doyamadığını, doysan da 1 saat sonra yine acıktığını, sağlıksız beslenmeden kaynaklı ani kilo değişimlerini göreceksin. onun için unutma ki anne yemeği dünyanın en güzel şeyidir. bunu da üniversitede farketme diye ben sana şimdiden söylüyorum.

  • ingiltere basbakaninin kendi tarihine sahip cikmasidir. bbc'ye yaptigi aciklamada sunlari soylemis:

    "ama bunlar sanıyorum ecdadımızı televizyon ekranındaki the tudors’daki gibi zannediyorlar. biz öyle bir viii. henry bilmiyoruz. o henry’nin ömrü 30 yıl at üstünde seferlerde geçmiştir. ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. bu konuda ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gereken kararı vermesini bekliyoruz. bu değerlerle oynayanlara milletçe gereken dersin hukuk içinde verilmesi gerekir.''

  • ne kadar ileri gidebileceklerini merak ediyorum. sabah erken kalkıp, işe gitmeden biraz tenis oynayan, sonra duşunu alan insanlar var. o arada fırınlar da açılmış oluyor (!) taze ekmekle kahvaltısını ediyor, kahvaltı sonrası biraz gazete keyfi, sonra iş. ve bunu yapanlar öle ne yaptığını bilmeyen insanlar değil. misal, ne kadar ölçüdür bilmiyorum ama, aralarında ünlü holdinglerin üst düzey yöneticileri de var.

    yanlış anlamayın, yargılamıyorum, her konuda kendimi kaynak eser zannetmiyorum. ama iddiam odur ki bu kadarı artık sabah insanı olmak falan değil. ne sabahı yahu? hangi sabah? bir önceki günün insanı bunlar.

  • kutu kola: son yudumu tenefüsün bitmesine denk getirilecek ki sınıfın içindeki çöpe atılabilsin. böylelikle herkes görürdü kutu kola içildiğini.

    lc waikiki poşeti: evet sadece poşet. beden eğitimi derslerinde eşofmanlar o poşete koyulup okula getirilirdi. kıymetliydi yani.

    nike total 90: gerçi bu ortaokul dönemine giriyor ama olsun yazayım dedim. ulan bu kramponu etekle giyip okula gelen kız gördü bu gözler.

  • tarihin hiçbir devrinde bir diğer mezhebe, dine ya da inanışa düşman olmamıştır bu mezhebin üyeleri. düşmanları hep aynıydı, halâ da aynı; cehalet ve art niyetli insanlar.

  • en küçük dayım üniversiteyi bizde kalarak okumuştu. hayatımın bütününün şekillenmesine etki eden çok güzel bir dört yıldı. mesleğe ilk atandığından evlenene kadar da bizde kalmıştı. öğretmenliğe atandıktan sonra aldığı ilk maaşla da eve yaş pasta alıp gelmişti. bizim ev için olağanüstü bir gündü. çünkü evimize ilk yaş pasta o gün girmişti. hem de damla çikolatalı. sevinçten havalara uçtuğumu hatırlıyorum. sonra yer sofrasına oturup o mutlu anı bekliyorduk. yaş pastanın dilimlenip tabağımıza koyulması gerektiğini de o gün öğrenmiştim. yıllar geçti. mesleğim gereği taşınmak zorunda kaldığım şehirde, bu sefer en büyük dayımın yanında kalmaya başlamıştım. ilk maaşımın yatacağı günü sabırsızlıkla beklemiştim. o ilk maaşla ne alacağımı aslında çok iyi biliyordum. işten çıktım, heyecanla pastaneye gidip yaş pasta aldım. hem de damla çikolatalı. maaşımla yaptığım ilk icraat bu oldu. insanlık için küçük ama benim için çok büyük bir şeydi.

  • yanlış önerme. çorum, yarısı karadeniz diğer yarısı iç anadolu sınırlarında olmak üzereye ikiye ayrılmıştır.

    karadeniz'de kalan kısmına kuzey çorum, iç anadolu'da kalan kısmına ''nörüyon heri '' denmektedir.

  • birkaç yıl önce trabzon'da lazer epilasyon merkezinin reklam broşürünü dağıtıyor diye adam vurmuşlardı. işte ben net tavır diye buna derim.

  • 1883-1970 yılları arasında yaşamış, pulitzer ödüllü bir karikatürist, aynı zamanda mühendis, heykeltraş ve de yazardır rube goldberg. amerika'nın belki en büyük değil, ama ilk büyük karikatüristi olduğu söylenen bu insan "inventions" adlı karikatür serisiyle sınırsız alkış almakla kalmamış, aynı zamanda "rube goldberg icadı" kavramını amerikan dil hazinesine ve sözlüklere sokmayı başarmıştır ki, "çok basit bir işi yapmak için yaratılmış çok kompleks bir makine", "minimal sonuçlar almak için maksimum çaba gösterme" gibi anlamlara gelir bu.
    hayatta insanların bir işi yapmak için genelde kolay değil de zor yolu seçtiğini düşünen ve makine çağı'na da şüpheyle yaklaşan goldberg tatlı bir hicivle, diyelim bir dükkanın camını silmek, karınızın verdiği mektubu postalamayı unutmamak, dar boğazlı bir şişeden zeytin çıkartmak, patronunuzun geç geldiğinizi anlamamasını sağlamak ya da buzlu kaldırımlarda kaymayı önlemek adına, içinde at nalları, sigara içen cüceler, boya kutuları, muz kabukları, kutup ayıları geçen çok gülünç, çok abartılı dizaynlar yaratmıştır. internet'te de bir kısmına ulaşabileceğiniz bu çizimlerden örneğin adı "basitleştirilmiş kalemtraş" olanında olan şudur: açık pencereden yükselen uçurtma makara sistemi neticesinde bir haznenin kapağını açmakta, haznedeki güveler çıkıp bitişikte asılı olan fanilayı yemeye başlamaktadır. yenildiği için ağırlığı azalan fanila ona bir düzenekle bağlanmış ayakkabıyı aşağıya indirmekte, aşağı inen ayakkabı bir şalteri harekete geçirerek ütü tahtasının üzerindeki ütüyü çalıştırmakta, ütü ise kısa bir süre sonra üzerinde bulunduğu pantolunu yakmaktadır. oluşan duman bitişikteki ağacın deliğinden içeri girmekte ve ağacın kovuğunda yaşayan opossumu rahatsız etmektedir. opossum rahatsızlığından yandaki sepetin içine atlayarak kurtulmaya çalışmakta, birden ağırlaşan sepet kendisine bağlı kafesin kapağını açmakta, bu şekilde ise kafesteki ağaçkakan özgür kalmakta ve yanına iliştirilmiş kalemin ucunu kemirmeye başlamaktadır! alete zincirle tutuşturulmuş bir de bıçak vardır ki, goldberg tüm açıklamalarından sonra "bir acil durum bıçağı, opossumun ya da ağaçkakanın hasta olup çalışamamaları durumunda çok işinize yarayacaktır" demektedir (bir de burdan bakın: http://www.rubegoldberg.com/gallery_02.php).
    çok sevilmekte ve sayılmaktadır goldberg, öyle ki purdue üniversitesi her sene amacı verilen basit bir işi (mesela 1998'de konu kitap sayfası çevirmekmiş) en azından on adımda gerçekleştirecek bir makineyi yaratmak olan "rube goldberg machine contest" nam ulusal düzeydeki yarışmayı düzenlemektedir.
    rube goldberg deyince benim aklıma bu neşeli ve yaratıcı çizimler dışında bir zihni sinir ve proce; bir de charlie chaplin'in modern zamanlar filmindeki otomatik yemek yeme makinesi gelir.

    not: kurulananfok'a tesekkurlerimle.