• tinaz titiz'in bthaber'de yillardir anlatmaya cali$tigi kavram .
  • ingilizce'deki information ve knowledge sözcüklerinin anlamlarını "bilgi" sözcüğüyle ayırt edemediğimizden toplumumuzun pek hevesle karşıladığı ve bu boşluk nedeniyle rahatlıkla pompalanan, toplumun günümüzde içinde bulunduğu düşünülen evre. ancak enformasyon toplumu sadece enformasyona ulaşma ve erişme becerisine ve olanağına sahip olduğundan, sentez yetisinin ve yaratıcı düşüncenin önemi azalmaktadır kanımca. bilgi birikim yoluyla elde edildiği halde enformasyon internet aracılığıyla o saniyede önünüze gelir. emek sarf etmek söz konusu değildir.
  • (bkz: bilgi çağı)
  • alvien toffler ve daniel bell'in ortaya attığı bir kavram. ikisi farklı şekillerde gelişimini savunmuştur. daniel bell modern toplumun önce buhar gücü, sonra elektrik ve en son olarak da enformasyon ile çağ atladığını savunmuştur. yakın zamanlarda toffler de insanların neolitik evrim(yerleşik hayata geçiş), sanayi devrimi ve en son olarak enformasyon ile çağ atladığını savunmuştur. eğer bir enformasyon çağı başladıysa bence bu çağ transistörün icadı ile başlamıştır. insanlar bilginin etrafında toplanmaya başlamış, ikinci dünya savaşı'ndan sonra gelen tüketim artışı-bir nevi çılgınlığı- ile şekillenen toplum yeni bir arayışa girmiştir. bu arayış içinde bilgi toplumu ortaya çıkmıştır. aynı zamanda soğuk savaş döneminde kapitalizm-sosyalizm gibi bir ayrımın olmadığı, dünyanın artık bu evreleri çoktan geçtiği ve artık kapitalizm-sosyalizm ayrımı yapılan ekonomiler yerine bilgi toplumunun ortaya çıktığı söylenmiştir. bunları söyleyenler abd ve avrupalı sosyologlardır ve bu insanlar-örnein ralph dahrendorf- bilgi toplumunu "post kapitalist bir toplum" olarak yorumlamıştır. bilgi toplumu iddiası ortaya atıldığı 1960'ların sonunda pek taraftar bulamadı; fakat 1967 ekonomik krizinden sonra kurtuluş arayan toplum, bilgi toplumu konsepti etrafında birleşti. bilgi toplumu 1970'lerden başlayarak bir kurtuluş olarak görüldü. bilgi toplumunun bir sanayi devrimi sonrası evre gibi gösterilmesinin(yani kapitalizm-sosyalizm ayrımının olmadığı gibi gösterilmesinin) sebebi de soğuk savaş döneminde toplumu kontrol altında tutabilmekti. bilgi toplumu temel değer olarak emek değil bilgiyi almaktadır. yani bilgi toplumu kavramı artık bir toplumun sosyalist-kapitalist ekonomi ile yaftalanamayacağını ve bunları aştığını söyler. bir nevi sınıf ayrımı yapmaz ve bilgi toplumunu her şeyin üstünde görür. bilgi toplumunda bilgi teoriktir ve bilgi her türlü alanda gereklidir. yani bilginin daha güzel, daha barışçıl bir dünyada yaşayacağımızı güdümlemeye çalışır. bu fikrin haksızlığı günümüzde gelişen silah teknolojileri ve yaşadığımız olaylara bakılırsa ne menem olduğu anlaşılabilir. bugün bilgi çağına geçtiğini savunan toplumlar, hala kapitalist üretimin amacı olan karın maksimizasyonu için uğraşmaktadır. bilgi toplumu somut fikir, araştırma gücü, mali güç ve beyin göçünün olmaması gibi şeyleri gerektirir. dünyada bugün bu koşulları sağlayabilen yegane devletlerin bu fikri ortaya atan devletler olduğu göz önüne alınırsa abd ve batı avrupa ülkeleri dışında kalan ülkeler için bir bilgi çağının varlığından söz etmek yanlıştır, hatadır. bilgi toplumu soğuk savaş döneminde "yaptım, oldu" diyerek ortaya atılmış bir kavramdır. bugün internetin popülerliği kullanılarak dayatılmaya çalışılsa da gerçekte insanları tek model yapmaya yöneliktir.
  • türk aydınlarının soğuk savaş ve demir perde kelimelerini tahkir ederek kullandıktan hemen sonra modern topluma överek uygun gördükleri evre.

    kerameti kendinden menkul kalıplardan biri.

    insan sosyal bir varlıktır. hatta aristo'nun deyimiyle sosyal bir hayvandır. dolayısıyla insan, günlük hayatında, beslenmek, barınmak gibi yaşamsal ihtiyaçlarının yanısıra konuşmak, fikir alışverişinde bulunmak ve hislerini paylaşmak gibi ihtiyaçlarını karşılamak için bir başka insana gereksinim duyar.

    böyle bir ihtiyaçtan doğan toplu yaşam, binlerce yıllık insan tarihi boyunca tıpkı insanın biyolojik evrim sürecinde olduğu gibi evrim geçirmiştir. toplu yaşamı düzenlemek için getirilen yazılı kurallar ve yazılı olmayan normlar, var olduğu günden bugüne kadar toplumun şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. insanların beğenileri, inançları, korkuları, heyecanları ve değer yargıları toplumsal boyutta ancak yüzyıllar içinde şekil değiştiren elastiki bir kimliğe bürünmüş ve topluma katılan her yeni bireyi, doğum anından itibaren şekillendirme kudretine erişmiştir. sonuç olarak insanların bir arada yaşaması ile oluşan ve tanımı gereği insanı gereksinen “toplum” artık insandan farklı bir bilince ve kimliğe sahip olmuş ve kendisini var eden “insan”a hükmeder olmuştur. zira binlerce yıllık bir evrim sürecini hafızasında bulunduran ve milyonlarca insanın ağzıyla konuşan toplum, ortalama yetmiş yıllık bir ömre sahip tek bir insanla karşılaştırıldığında ortaya muazzam bir güç farkı çıkmaktadır.

    bu güç farkı yüzyıllar içinde artmış ve toplum, sanayileşmenin, ulaşımın ve iletişimin hızla ilerlediği son iki yüzyıl içinde artık toplumsal yaşam alanlarının dışında kendisine yer bulamayan insanoğlu üzerindeki baskısını önceki yüzyıllara oranla belirgin ölçüde artırmıştır. bu manada, en genç bilim dallarından olan sosyolojinin 19. yüzyılda ortay çıkması, komunizm gibi bazı ideolojilerin ve örneğin felsefedeki varoluşçuluk akımının 20. yüyyılının ilk yarısını domine etmesi, aynı yüzyılın ortasında patlak veren 68 kuşağı gençleri, çiçek çocuklar ve beat generation bir tesadüfün değil, böyle bir baskının sonucudur. son dönemde türk kamuoyunda gündeme gelen mahalle baskısı kavramı ise böyle bir toplumsal kaygının geç ortaya çıkmış ve yetersiz argümanlarla savunulan artçı bir uzantısıdır.

    toplumun insan üzerinde yarattığı etkilerin yukarıda belirtilen örnekleri her ne kadar zaman zaman büyük ölçeklere ulaşmışsa da genellikle marjinal olarak algılanmış ve sıradan bir insanın günlük hayatın içinde yaşadığı sorunlar “toplumsal düzenin bozulması”, “ahlaksızlığın artması”, “ideolojik sapkınlık”, “gençliğin dejenere olması” gibi genel ve içi doldurulamayan ifadelerle geçiştirilmiş ya da psikoloji biliminin alanına terk edilmiştir. teknolojinin hızla ilerlemesi ve başta çalışma koşulları olmak üzere insanların yaşam koşullarının zaman içinde iki jenarasyonun dahi hayat pratiklerini değiştirecek şekilde farklılaşması günümüzde toplum-insan ilişkisinin derinlemesine incelenmesini entelektüel tatminden çok bir zorunluluk haline getirmiştir.

    bu manada insanın toplumla etkileşimi en alt düzeyde başlar ve fiziksel anlamda da bu alt düzeyde devam eder. birey, bilinç sahibi olduğu aile içindeki ikili ilişkilerden başlayarak topluma karıştığı okul sıralarında ve iş hayatında sürekli bir etkileşim halindedir. fakat burda gözardı edilmemesi gereken husus bu etkileşimin asitmetrik ağırlıkta olduğu ve daha çok toplumdan bireye doğru aktığıdır. üstelik bundan daha da önemli bir husus daha bulunmaktadır ki, bu konunun sağlıklı bir şekilde irdelenmesi için başlangıç noktasını teşkil etmektedir. o da, bireyin asla toplum adı verilmiş, kurumsallaşmış ve merkezi bir karar alma teşkilatına sahip bir oluşumla karşı karşıya olmadığıdır. yani fiziksel anlamda toplum, sıradan bir birey için yakın çevresinden başka birşey değildir. örneğin bir kız çocuğu için toplum görünürde sadece annesi ve babasıdır. oysa arka planda, söz konusu kız çocuğu, binlerce yıldır toplum tarafından şekillendirilen, davranış kalıpları belirlenen ve ahlaki normlarla donatılan bir anneyle ve bir babayla karşı karşıyadır. kızlarının ya da oğullarının bir sorunuyla karşılaşan anne ve babanın bu sorunla ilgili görüşleri ve önerileri kendilerininkinden çok toplumsal değer yargılarıyla yoğrulmuş bir hayat görüşünü yansıtmaktadır. üstelik bu durumda toplumsal evrim kendisini bir kere daha var etmekte ve genetik kodlarını zamanı geldiğinde torunlarına transfer edilmesi için söz konusu anne babadan kendi çocuklarına aktarmaktadır. bireyin hayata geldiği andan itibaren kendisini savunmasızca içinde bulduğu toplumsal düzen karşısında toplumsal aktarım mekanizmasının bu şekilde hiç şaşmadan işlemesi, toplumsal değer yargılarındaki yanlışlıkların geometrik bir hızda sonraki nesillere aktarılması manasına gelmektedir. o halde sağlıklı ve medeni ölçülerde kabul edebilir (yaşanabilir) bir toplumun oluşması için toplumsal genetik kodun taşıcıyısı konumundaki (yani deyim yerindeyse hem dna hem de rna özelliklerini taşıyan) bireyin pozitif bilgiyle donanmış ve bu bilgi ışığında objektif yorumlama kabiliyeti geliştirmiş olması gerekmektedir.

    bu bağlamda, günlük hayatımızda sıkça şikayet ettiğimiz, çevre kirliliği, siyasi yozlaşma, insanların kurallara riayet etmemesi gibi geniş bir yelpazede sıralanabilecek dışsal sorunlardan, aşk acısı, iş hayatının getirdiği sıkıntılar, aile içi sorunlar ve yalnızlık gibi içsel sorunlara kadar bireyin yaşadığı tüm sorunlar köklü toplumsal sebeplere dayanmaktadır. bu tür sorunların çözülmesinde bireye yardımcı olmak için çok sayıda çözümü farklı yerlerde arayan uzman ve bir çok yapay meslek türemiştir. örneğin strateji uzmanları, çevre uzmanları (bilimsel anlamda çevre sorunlarıyla ilgilenen ekologlar hariç olmak üzere), eğitim danışmanları, evlilik danışmanları bu türden uzmanlık alanları ve mesleklerdir. bu tür oluşumlar toplumun diyalektikten ziyade retoriğe dayanan evrimleşme sürecinin en güzel kanıtlarıdır. irdelenmesi ve çözümlenmesi gereken sorunlar sorgulayacı-karşılaştırmalı düşünce yapısındansa biçimsel öğelere ağırlık verilerek çözülmektedir. bu manada trafik sorununa yol açan insanların gelişim süreçlerini inceleyenler değil, trafik sorununa geçici çözümler getiren mühendisler ya da aile yapısının bozulmasına sebep olan alt faktörleri ve bireylerin sosyo-psikolojik etkileşimlerini araştıranlar değil evlilik danışmanları popüler kültürün üst basamaklarına tırmanmaktadır. oysa asıl yapılması gereken kolektif değer yargılarıyla büyüyen nesillerin neden özgün değer yargıları ve hayat görüşleri oluşturamadıklarının araştırılmasıdır.

    yapılması gereken derinlemesine araştırmalar bir yana, insanlar kategorizasyondan şaşmamakta direnmektedir. çünkü sınıflandırmalı anlatım yaşamı kolaylaştırmaktadır. insanlar televizyonlarının kumanda düğmesine indirgenmiş pratik yaşamları tercih etmektedir. ingilizce “let’s make life easy” kalıbı amacını ve hedefini aşarak adeta tüm insanlığın yaşam felsefesi haline getirilmiştir.

    tarihsel çağların kategorilere ayrılması da bu kolaycılığın bilimsel alana yansıması gibidir. ilk çağ, orta çağ, yeni çağ gibi dönemler belirli karakteristik özelliklerle birbirinden ayrılırlar. uzun yüzyılları ve geniş coğrafyaları kapsasalar da her bir çağ kendi içinde özdeş kabul edilir. günümüzden uzak tarihleri sınıflandırırken hissiz bir şekilde kabul ettiğimiz bu kategorizasyonu, şaşırtıcı bir acımasızlıkla kendi zamanımıza da uygularız. bilgi toplumu, uzay çağı gibi tanımlar bu türden tanımlardır ve bu tanımlar kendi isimleriyle birlikte belirli hedefleri de örtük bir şekilde içlerinde barındırırlar. yani bir toplumun çağın gerektirdiği şekilde bilgi toplumuna geçmesi ve bilgi toplumu özelliklerini barındırması gerekmektedir. bilgi toplumu ise kabaca, iş bölümünü kendisini oluşturan belirli kualifikasyonlara sahip bireylerin bilgi seviyelerine göre yapan, teknolojik gelişimleri yakından takip eden bir toplumu ifade etmektedir. fakat tanımlamalar toplumsal düzeyde yapılınca tüm toplumun ortalamasına hitap etmek zorundadır. bu çerçevede eğitimli insan dendiği zaman herkesin anlayacağı bir tanıma ihtiyaç vardır. bu tanımın basit ve açık olması gerekmektedir. örneğin nüfusun %99’unun okur yazar olması olumlu birşeydir ve tanıma uymaktadır. üniversite mezunu bir birey hangi okulu ve bölümü ne şartlarda bitirirse bitirsin eğitimlidir. çok kitap okuyan bir birey okuduğunun niteliğine bakılmaksızın eğitimli ve bilgilidir. bu tarz bir değerlendirme şekli ise bizi sloganlarla ilerlemeye çalışan ve insanları kanunlarla düzene uymaya zorlayan zımni bir totaliter düzenle karşı karşıya getirir. bu durumda toplum, kendi belirlediği standartlarda eğitimli olmasına rağmen ufak sorunları dahi aşamayan bir kitle haline dönüşür.

    sonuç olarak, daha yaşanabilir bir toplumun yaratılabilmesi için toptancı ve ortalamaya hitap eden “bilgi toplumu” gibi sloganlar yerine, bireylerin kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve kendi değer yargılarını geliştirebilecekleri imkanların sağlanması gerekmektedir. bu amaçla, kısa vadede, öncelikli olarak ortalama bir insanın en büyük haber ve bilgi beslenme kaynağı olan medyanın gerçekçi ve bağlayıcı bir reforma tabi tutulması gerekmektedir. medya, popülist bir yaklaşımla halk arasında ortak bir hissiyat yaratmak için değil, haber vermek ve bireysel gelişime katkıda bulunacak yayınlar yaratmakla mesul olmalıdır. orta ve uzun vadede ise eğitim sistemi reformu yapılmalıdır. eğitim sistemi daha esnek ve kişiye göre farklılaştırılabilen eğitim programları sunmalı ve öğrencileri soru sormaya, merak etmeye ve araştırmaya teşvik etmelidir. bununla birlikte eğiim sisteminin bu üç ana hedef dışında sonuç olarak yetişmesini öngördüğü örnek bir öğrenci modeli olmamalıdır. bireyin, aldığı eğitim neticesinde kendi kişiliğini oluşturmasını sağlayacak bir özgürlüğü olmalıdır. bu da öğrenciye verilecek bilginin ne olursa olsun (ister toplumca olumlu görülsün isterse görülmesin) hiç bir ideolojik içerik bulundurmaması ve ideolojik fayda gözetmemesi anlamına gelecektir. herşeyden önemlisi, bu reform sürecinden bir insan ömrü, yani bir nesil süresi sonunda kaydedeğer bir ilerleme beklenmemelidir. çünkü eğitim reformundan orta vadede elde edilecek sonuç yalnızca bu reformu daha yetkin sürdürebilecek ve belirli bir anlayışı topluma yerleştirebilecek öğretici kuşakların yetiştirilmesi olacaktır. bu kuşakların aile içinde ve okul sıralarında sonraki kuşakları eğitmesinden sonra eğitim reformu tamamlanmış kabul edilmelidir. yaşanabilir bir toplumun yaratılması ancak böyle bir kaç kuşak kapsayan reformlarla olabilir ki, işte o zaman insanlarımız kendilerini ifade edebilmeye başlarlar ve o zaman sadece yasalar zorladığı için değil, salt kendilerine olan saygıları gerektirdiği için kurallara uyarlar ve o zaman bilgi toplumu gibi kulağa hoş gelen fakat günümüz koşullarında içi boş olan sloganları kendi öğrenme istekleri ve araştırma kabiliyetleriyle yaratırlar.
  • ecnebicesi knowledge society olan, bilgi teknolojisi güdümlü pazarın hayatımızı karartan tanımlarından biri. en geniş tanımıyla, bu toplumda emtia yerine bilgi üretilir.

    kapitalizm, bu cemaat türünü emek-sermaye çelişkisine karşıt bir örnek olarak kullanmakta ve üniversitelerimizde seminerler, eğitimler ve reklamlarla bu öğrenciler bu yöne sevkedilmekte.

    sermayenin emrinde olan bilgi ile çalışan bilgi cemaati ile genel anlamdaki bilgi cemaati farklılaşabilir. sermayenin emrindeki bilgi cemaati, bilgiyi ar-ge ile üretmek dışında, pazarlama amaçlı bilgi toplama bilgiyi yönetme ve depolama ile meşgul olmakta.

    (bkz: bilgi mühendisliği)
    (bkz: bilgi ticareti)

    ideolojik olarak sermayenin kullanmayı sevdiği bilgi toplumu örneği, bilim aracılığıyla bilgi üretilen laboratuarlardır. bu ortamda üretim araçlarının dolayısı ile sınıf çatışmasının olmadığı iddia edilir. oysa ki bilimsel örgütlenmenin temelleri kullanılan terminolojisine kadar fordist kurgulanmakta. üniversitelerde ve laboratuarlarda distopik kapitalizmin en karanlık örnekleri sergilenmektedir.

    kısacası konularında uzmanlaşmış öğrencilerin, maestro hocalarının yönetiminde, bir makale seri üretimine girmesi beklenmektedir. bunun kontrolu da araştırma fonlarının başarı standartlarıyla tanımlanmakta, esnek istihdam modeli ile iş verilen doktora öğrencileri ve araştırmacılar, iş güvencesizliği sayesinde kurumların dikte ettiği bilim üretimi şeması çerçevesinde inkişaf etmektelerdir.

    sonuçta öğrenilen bu bilginin fordist üretim sürecindeki yolu burada bitmiyor, üretilen bilgi fikir mülkiyet hakları çerçevesinde bir kişinin veyahut bir kurumun mülkiyeti haline geliyor. tabi ki üniversitede üretilen bilgi, üreticiye ait. ancak mülkiyet meselesi, makale seri üretiminin sağladığı istihdam (ya da daha da kötüsü prestij) bekaası baskısı altında garip bir yarışma halini alıyor. yarışmacı bilim üretmek, "bilimi verimli yapıyor," kandırmacasının altında aynı araştırmayı yarışmacı bir şekilde yapan iki gruptan birinin emeklerinin heder olması yatıyor, en basitinden. bir vakayı adiye olarak, peer review sırasında bir makalenin bekletilerek, sözkonusu bilginin başka bir grup tarafından hızlı yayın sürecine girerek (bağlantı veyahut prestijli/ücretli/hızlı bilimsel yayına göndererek) mülkiyetinin yandaş gruba peşkeş çekilmesi de yaşanmaktadır. burada sorun olan, mülkiyet hırsızlığı değil (ki mülkiyet hırsızlıktır) fikir mülkiyetinin bir emtia gibi fetiş nesnesi haline gelmiş olmasıdır.

    sonuçta kapitalist toplumda üretilen bilim ile sınıfsız bir topluma ulaşılacağı safsatasının bayraktarı olan tanımlamadır bilgi toplumu. bir nevi yön şaşırtma bir nevi propaganda. bunun da nedeni "bilgi üretimi" denen şeyin en saf biçimde bulunduğu farzedilen üniversiteler veyahut laboratuarlarda bilgi, üretiminin başından sonuna kadar, tamamen emtia üretimine paralel süreçler aracılığıyla oluşmaktadır.
  • tüsiad tarafından avrupa üniversiteler birliği’ne yaptırılan “türkiye’de yükseköğretim: eğilimler,sorunlar ve firsatlar” raporunun tanıtım toplantılarında hem yusuf ziya özcan hem de arzuhan doğan yalçındağ'ın konuşmalarında kullandığı mide bulandırıcı terim.

    "hem dünyada hem de türkiye’de yükseköğretimde bizi yenilikçi arayışlara sevk eden en
    önemli gelişme, sanayi sonrası bilgi toplumuna geçişin doğurduğu ihtiyaçların farkında
    oluşumuzdur. artık dünya ekonomisi hammadde ve fiziksel iş gücü yoğunluklu üretimden,
    süreç ve bilgi yoğunluklu bir üretime doğru evrilmektedir."
    (bkz: http://www.yok.gov.tr/duyuru/tusiadkonusma.pdf)

    "sanayi toplumlarının bilgi toplumuna evrilme sürecinde, bilim ve teknolojinin ülke
    kalkınmasındaki rolü her geçen gün artıyor. rekabet gücünü artırma yolunda ar-ge,
    yenilikçilik, insana yatırım ve bilgiye dayalı ekonomik-toplumsal yapıya geçiş, öncelik olarak
    benimseniyor.
    yükseköğretim sistemleri de, uluslararası standartlarda eğitim vermek, evrensel ölçülerde
    bilgi üretmek ve rekabet ortamına uyum sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek amacıyla
    yeniden yapılanma sürecinden geçiyor. bu konu, avrupa ülkelerinin de önemli gündem
    maddelerinden birini oluşturuyor. bologna süreci ve lizbon stratejisi ile birlikte, bilgi
    toplumunda yenilikçilik ve rekabetçiliğin gelişiminde üniversitelere kilit bir rol biçiliyor."
    (bkz: http://www.tusiad.org.tr/filearchive/eua_08.pdf)
hesabın var mı? giriş yap